Sömürgeciler Afrika’dan, asırlarca, yer altı, yer üstü zenginlikleriyle beraber insan cevherlerini de köleleştirip, Avrupa’ya ve Amerika’ya taşıdılar. En başta birinci tercihleri Müslümanlardı. Onları zorla götürüp, din değiştirmeye mecbur ediyorlardı. Şu anda bile, o günlerden kalmış ve Hristiyanlaştırılmış olanlar dahi domuz etine karşı bir tiksinti duyar. Bu, onların Müslüman atalarının genlerinden geçmiş bir miras gibidir.
1930’lu yıllarda Amerika’da Elijah Muhammed, Wallace Fard Muhammed’den aldığı bilgilerle Afrika menşelilere Müslümanlığı anlatmıştır. Ama İslâmiyet’in evrenselliğinden çok, milliyetçi bir anlayışla… Böylece Afrika menşeli bu mağdur ve mazlum topluma bu faaliyet yeni bir ufuk göstermiş, anlayışta, giyimde, kuşamda, hayata bakışta güzel bir silkinme ve kendine gelme yolu açmıştır. Çünkü Malcom X diyor ki: “Benim soyadım niçin ‘X’? Çünkü ben bilmiyorum. Ben kimim, ben neyim? Bunu ancak X ifade edebilir.” Amerika’daki her beyaz, nereden geldiğini, kim olduğunu bilir. Ama onlar Afrika’nın hangi ülkesinden geldiklerini, kimler olduklarını bilmezler. Köle olarak getirilen ailelerinden zorla alınmış ve bilinmez yerlerde köklerini bilmeden büyütülmüşlerdir. Uzun zaman süren bu uygulamadan sonra da artık her şeyi unutmuşlardır. Onun için bu mânâda onlar gerçek Amerikalılardır. Çünkü gidecekleri başka ülkeleri yoktur…
Onların bazılarının ifadesiyle, “Uzun bir abdest alma dönemi olmuştur. 40 sene bile sürse bunu onlara Elijah Muhammed aldırmıştır.” National of Islam anlayışı, onun vefatı ile 1975’te oğlu W. Deen Muhammed ile değişmiştir. İmam W. Deen, İslâmiyet’in evrenselliğinden söz ederek meseleyi asıl rotasına oturtmak için gayret göstermiştir. Siyah-beyaz herkesi kucaklayan anlayışı, Papa işe görüşmek için Vatikan’a gitmesi büyük değişimin işaretleridir.
Farrakhan da büyük bir hatip olarak Elijah Muhammed’in yolunda devam etmiştir. Fakat onların neşrettikleri The Final Call isimli gazetenin 12 Temmuz 2016 tarihli baskısına göz attığımızda onda da büyük bir değişim olduğu hemen fark edilmektedir. Ramazan’da Cuma namazı görüntülerine dikkat edildiğinde Minister Farrakhan’ın sarığı başında, Elijah Muhammed’in torunu İmam Sultan’ın kıldırdığı namazda hemen yanıbaşında görünmektedir. Artık hizmet merkezlerinin isimleri “mosque” (câmi) olmuştur. Zaten bu namaz da Chicago’da Mosque Maryam’da kılınmıştır. 162 merkezin hepsinin ismi de Mosque’e çevrilmiştir. Bu durum bütün Müslümanlar arasında sevinçle karşılanmıştır.
Yedi sekiz sene önce hem İmam W. Deen Muhammed, hem Farrakhan grubundan bazı mühim şahsiyetler Türkiye’ye getirilmiş ve Hizmet tanıtılmıştır. Bunlardan birisi İmam Faruk’tur. Kendisi, bu geziden sonra Hizmet Hareketinden iki kişiyi, 2007’de İmam W. Deen’e götürmek istemiş. İmam önce, Türkiye’ye gidip gördüğünü, fakat siyasilerden rahatsız olduğu için erken döndüğünü, onun için bir daha gitme arzusunun olmadığını ifade etmiş. Ama İmam Faruk, “Efendim, bu hizmet çok farklı, bunlar siyasî değil” deyince görüşmeyi kabul etmiş. Onlara “Babamın son zamanlarında da yanına iki Türk gelmişti… Siz de öylesiniz. Sıhhatim elverirse, sizinle gelmek isterim” demiş. Rahatsızlığı ilerleyince yerine başkalarını göndermiştir.
İmam Faruk dedi ki: “Ben 1971’de Amerikan ordusunda nükleer başlıklı silahlarda görevli olarak Frankfurt’ta bulundum. 1972’de Elijah Muhammed’i tanıdım. 1975’ten sonra da İmam W. Deen Muhammed’in yanında yer aldım.”
- Deen Muhammed, imamlarına “Mescidlerden maaş almayacaksınız. Geçiminizi başka yerden başka işlerden temin edecek ve Allah rızası için Allah’ın dinine hizmet edeceksiniz” demiş. Hepsi öyle… Görüp tanıştığımız imamlar hep tahsilli ve iyi işlerde çalışıyorlar. Bunların, üç milyon nüfusa sahip oldukları tahmin ediliyor…
İmam W. Deen Muhammed’in tavsiyesiyle Türkiye’ye gelen grup Kayseri’de Prof. Dr. Yunus Serin Hoca ile karşılaşıyorlar. Ona, M. Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında sorular soruyorlar. O da üniversiteyi Erzurum’da okuduğu, asistanlığı, profesörlüğü ve bölüm başkanlığı da orada geçtiği için gerek Hocaefendi ve gerekse ailesi hakkında bildiklerini anlatıyor. Sonra onlar, Hocaefendinin kardeşlerinin ilk zamanlardaki maddî durumlarıyla şimdiki durumları arasındaki farkı soruyorlar. Yunus Hoca da diyor ki: “İlk zamanlar babalarından kalma bir matbaaları vardı, onunla iş yapıp geçiniyorlardı. O zaman onun patronu idiler. Şimdi ise yine matbaada çalışıyorlar, ama bu sefer orada işçi olarak bulunuyorlar.” Bu mesele onların çok dikkatini çekiyor. Yunus Hoca şunu da ilave ediyor: “Geçenlerde Hocaefendinin kardeşi Salih ağabeyle karşılaştım. Bana ‘Yunus Hoca, ağabeyim (Yani Hocaefendi) beş vakit namazında hep bizim fakir kalmamız için dua ediyormuş, biraz unutup dua etmese de elimize biraz dünyalık geçse’ diyerek benimle lâtîfe yaptı” diyor…
Bu ziyareti yapanların dört-beş sene önce Baltimor’da ziyaretlerine gitmiştik. Orada onların bir kısmının Risale-i Nur dersleri yaptıklarını öğrendik. Hatta bir tanesi bana Otuz Birinci Söz’den Miraç Bahsinde geçen Allahü Taâlânın isimlerinin her birinin yetmiş bin derecesi ile ilgili tecelli mertebeleri hakkında bir soru sordu. O sorudan anladım ki, Risaleleri dikkatli okuyorlar.
Aynı dikkati, onlardan Abdüllâtif Beyde de gördüm. Bir dostunun İmam olan oğluna şöyle dediğine şâhit oldum: “Evladım Emîn! Ben Bediüzzaman Said Nursî’nin kitaplarını baştan sona cümlelerin altını çize çize iki defa okudum. Anladım ki, Bediüzzaman bir teleskop gibi Kur’an’ın enginliklerine dalmış ve bir dalgıç gibi de hazinelerinden derin mânaları çıkarıp yazmış!.. Onun kitaplarını bir imam olarak mutlaka okumalısın!”
Bosna olaylarının 1990’lı yılların başında patlaması üzerine, bütün Müslümanlar Beyaz Saray önünde toplanıp Amerika’dan müdahale bekledikleri büyük toplantıda konuşmacılardan Takva Mescidi İmamı Sirac Vehhac’ın hitabeti, dikkatimi çekmişti. Ziyaretine gidip tanıştım. Eğer isterlerse çocuklarını Türkiye’de bizim kolejlerde okutabileceğimizi söyledim. Önce bir tepki şeklinde “Niçin bizim çocuklar?” dedi. Dedim ki: “Türkiye’deki okullarımızda her renkten, her milletten öğrenci var. Fakat sadece o mozayikte sizinkiler yok. Onların da orada çiçek açmalarını istiyoruz.”O da “Önce bizim sizinkileri tanımamız lâzım. Biz üç kişilik bir heyet olarak bir Türkiye gezisi yapalım” dedi. bir haftalık geziden döndükten sonra cemaatine “Bu Hizmet çok farklı… Her işleri hikmet ile… Ben hiçbir okul ve yurtta İslâm ve Mescit yazısı görmedim. Ama, tokalaştığım o ellerin abdestli ve o alınların da secdeli olduğunda asla şüphem yok… Kolejlerde öğrencilerle basketbol da oynadım. Sohbet de ettim; öğrencilerin sordukları sorulardan onlardaki İslâmî şuurun derinliğini anladım. Biliyorsunuz, davet ediyorlar, ben dünyanın her tarafına gidiyorum. Gittiğim yerlerde beyaz kardeşler, bana çok iyi davranıyorlar ama hep Afrika kökenli olduğumu hissettim. Fakat Türkiye’de hiç hissetmedim. Onlardan bir parça, hatta onların bir ağabeyi gibi kendimi hissettim” dedi.
Türkiye gezisinden sonra M. Fethullah Gülen Hocaefendiyi ziyaret eden bir imam da onu bir siyasî ile mukayese ederken dedi ki: “Hocaefendi’nin yanına gitmiştim. Çok heyecanlıydım. Yakınında oturuyordum. Kalabalık içinde benim bu durumumu hissetmiş olacak ki, bana bir bardak su uzattı. Ben de aldım. Tam ağzıma götürürken birden bardaktan ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diye bir ses duyunca irkildim. İlk defa böyle birşeyle karşılaşıyordum. Hocaefendi gülümsedi ve bana ‘Onun içinde çip var, ses ondan geliyor’dedi. Ben de gülümsedim ve heyecanımı bir anda attım. Sonra başladım anlatmaya: ‘Biz çörün-çörpün içinde çamurların arasında iken, W. Deen Muhammed bizlerin elinden tutup oralardan çıkardı, temizledi…’ Ben konuşurken bir de baktım, Hocaefendinin iki gözünün kenarından da yaşlar aşağıya doğru süzülüyor… Şaşırdım… Çünkü benim anlatmamda onu ağlatacak bir durum yoktu. Aslında o benim konuşmalarımın çok ötesinde bir başka şeye, kendisi gibi dertli yaşamış bir insana ağlıyordu… Şimdi ben bizzat şahit olduğum bir olaydan sonra, çevresine yukarıdan bakan ve herkesi ezmeye çalışan bir siyasî ile hiç onu bir tutar mıyım?”
“W. Deen Muhammed’în kızı Laila Muhammed ve yeğeni İmam Sultan Rahman ile beraber Chicago’da meşhur Marguette parka gittik. 1966 Ağustos Martin Luther King burada 700 kişi ile toplantı yaparken taşlanmıştı. Laila Muhammed de o zaman küçüktü o da, orada taşlananlardan… Şimdi orada bir anıt var. 6 Ağustos 2016’da da büyük bir anma günü tertip edilmişti. Sabah saat 10’dan akşam sekize kadar meşhur sanatçılar ve meşhur konuşmacılar faaliyetlerde bulunmuştu. O anıtta Laila Muhammed’in babası W. Deen Muhammed’in de Martin Luther King ile beraber bir kabartma resmi bulunuyor… Sözleri de, yerlere ve duvarlara nakşedilmiş…”
Laila Muhammed, geçtiğimiz Ramazan öncesi Prof. Dr. Hameed, Prof. Dr. Yasin, Linda el-Amin ve Nuurah Muhammed (86) ile beraber bir Bosna ve İstanbul gezisi yapmışlardı. Bosna’da, Hırvatların Ahmici köyünde bütün erkekleri camiye doldurup benzin dökerek yaktıkları yeri görmüş. Yere yıkılıp kalmıştı. Çünkü, birden kendilerine yapılanları hatırlıyordu… Hatta ertesi gün, gezi programına katılamamıştı…
Ama 50 sene sonra işte şimdi taşlandıkları yerde babasının anıtı dikilmişti… Günler daha iyiye doğru ilerliyordu.
1966’da da Türkiye’de Hizmet hayata yeni adım atıyordu…