Nişâbur, bugünkü İran devletinin kuzey doğusunda, Meşhed şehri yakınlarında, Horasan eyaletine bağlı, orta büyüklükte bir şehirdir. Geçmişte Belh, Buhara ve Herat’la birlikte Horasan’ın dört büyük yerleşim yerinden biri olarak kabul edilen şehir, M.S. 241-272 yılları arasında hüküm sürmüş İranlı Sâsâni hanedanının ikinci padişahı Erdeşir oğlu 1. Şâpur (Şahpur) zamanında kurulmuş, adını da bu kişiden almıştır. Horasan bölgesinin ticaret merkezi olarak da bilinen şehrin önemli yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip olması, Tahran’a yakın olan Rey şehrinden başlayıp Merv, Buhara ve Semerkand üzerinden Çin’e uzanan ticaret yolunun geçiş noktasında bulunması, kendisine merkezî bir yer olma özelliği kazandırmıştır. Bu yönüyle bir cazibe merkezi halini alan Nişabur, 651 yılında Müslümanlar tarafından savaşılmadan anlaşma yoluyla fethedildiğinden genel tabii dokusu bozulmadan mevcut zenginlikleriyle ele geçirilmiştir.
Konumu itibariyle bir ticaret merkezi olması yanında, kültürlerin de bir geçiş noktası olan şehir, Müslümanların hâkimiyeti altına girdiği yıllardan itibaren özellikle Büyük Selçuklu sultanlarının özel alakalarıyla son derece parlak bir dönem geçirmiş, kısa zamanda bilim insanlarının, fakih ve edebiyatçıların bir araya geldiği önemli bir ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. İmam Nişaburî, Hâkim Ömer Hayyam, İmam Muhammed Gazzâlî, Şeyh Feridüttin Attâr gibi tanınmış şahsiyetler Nişabur’da yetişip, Nişabur’un adını adeta ebedîleştirmişlerdir.
İlim ve edebiyatta ulaştığı bu şöhretten dolayı “darü’l-ilm” olarak hatırlanan ve bütün İslam dünyasının ilgi merkezi haline gelen Nişabur’u bu noktaya taşıyan en önemli faktör, şüphesiz geçmişte görülmeyen, ilk defa kendibünyesinde tesis edilmiş “medrese” gibi yeni ve geniş çaplı eğitim kurumları olmuştur.
İslâm’ın İlk Yüksek Öğrenim Kurumları: Nişabur Medreseleri
İslam Medeniyeti, Yüce Kur’an’ın “oku” emrinin verilmesiyle asırlar süren bir gelişmenin neticesinde inşa edilmiş, Peygamberimizin (aleyhissalâtü vesselâm) ilmin faziletini ifade eden sözleri ve bizzat hayatı boyunca temsil etmesi, bu medeniyete ivme kazandıran ilk dinamik olmuştur. Sonraki dönemlerde (özellikle IX. yüzyıldan itibaren) İslam’ın hızla diğer coğrafyalara yayılarak topraklarını genişletmesi, Müslümanların başka dinlerin mezhepleri ve okullarıyla tanışmaları, inançların yorumu, düşüncelerin birbirini etkilemesi, önemli kitapların çevirileri ve karşılıklı tartışma yoluyla takdimi, kısa zamanda İslam beldelerini kültür merkezleri haline getirmiştir. Başta ilköğretim mekânları mescitler olmak üzere küttab (mektep), ulema evleri ve kütüphanelerde gerçekleştirilen bu tür çalışmalar, zaman içerisinde medrese adı verilen yeni öğretim kurumlarının tesis edilmesiyle daha sistematik bir hale bürünmüştür.
Cami dışında kurumlaşmış ilim ve eğitim mekânları olan medreselerin ilk defa Bağdat’ta Selçuklular döneminde kurulan Nizamiye Medresesi olduğu, bazı kaynaklarda dile getirilmiş olsa da, Selçuklu veziri Nizamü’l Mülk’ün ilk medreseyi kuran kişi olduğu ileri sürülmüştür. Başka bir görüşe göre de henüz Nizamü’l Mülk doğmadan yüz altmış beş yıl önce Horasan’da Nişabur şehrinde Beyhakiyye Medresesi’nin bulunduğu söylenmiştir. Yine o dönemde aynı şehirde Saidiyye Medresesi yanında 3. ve 4. medreselerin de kurulmuş olduğu ifade edilmiştir.
Medreselerin ortaya çıkışı üzerine önemli araştırmalarda imzası olan Makdîsî ise, medreselerin İslâmî eğitim ve öğretiminin daha önceki iki kurumun tabii gelişimi neticesinde ortaya çıktığını söylemektedir.1 Bu iki kurum, hukuk öğretimini üstlenen mescitler ile onun hemen yanı başında yer alan ve derslere devam eden öğrencileri için yurt hizmeti veren hanlardır. Bu yaklaşım, medreselerin ilk olarak Nişâbur bölgesinde ortaya çıktığını da izah edecek yapıdadır. Çünkü o dönem itibariyle İslam dünyasında şehirlerde hanların mevcudiyetinin bu bölgeye has bir durum olduğuanlaşılmaktadır. Şehrin maden ve ziraat ürünleri açısından zengin oluşu, yerli halkın ürettiği ticari ürünlerin bu şehri cazip bir ticaret merkezi konumuna getirmiş, inşa edilen kervansaray, han ve hamamlar konaklama hizmeti vermişlerdir. Dolayısıyla çok önceleri han geleneğine sahip Nişâbur ve çevresi, ders öğretiminin yapıldığı mescitlerle öteden beri buralarda mevcut olan han kurumunu birleştirerek medreselerin İslam dünyasında bir ilk olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bir Model: Nizamiye Medresesi
İslam eğitim tarihinde medreselerin yaygınlaşmasında rol oynayan önemli şahsiyetlerden biri de hiç şüphesiz Nizamü’l Mülk’tür. O, ilme verdiği önem ve ilim ehline olan hürmetini ülkenin çeşitli şehirlerinde kurdurduğu medreselerle ispat etmiş, devamını sağlamakiçin de vakıflar açmıştır. İslam dünyasında büyük bir değişimin vesilesi olmuş bu kurumlardan biri de Nişâbur Nizamiye Medresesi olmuştur. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre, birçok İslam âlimi bu medresede dersler vermiştir.2 Mesela; Ebu Hamid el- Gazali, Şafii mezhebinin meşhur alimlerinden Abdülkerim el-Kuşeyrî sayılabilir.3
Batı Üniversiteleri İçin Öncü Kurumlar
İlmin yayılıp kökleşmesinde önemli roller üstlenen ve gerçek anlamda bir yüksek öğrenim şehri diyebileceğimiz Nişabur bölgesinde inşa edilen medreseler, sonraki yıllarda kurulacak diğer medreselere gerek fizikî olarak, gerekse verilen eğitimin muhtevası ile birer numune olmuştur. Asırlar boyunca İslam coğrafyasını baştan başa kuşatan bu kurumlar, ortaya koydukları eğitim ve destekledikleri ilmi çalışmalarla İslam kültür ve medeniyetinin taşıyıcılığını yapmıştır. İslam’ın doğu beldeleri haricinde, siyah kıta Afrika’nın en batı noktasına (Fas, Tunus) kadar yayılan, sonraları ise deniz ötesi daha uzak bir bölge olan Endülüs’te de devam eden medreseler, bu dönemde Batı dünyası tarafından model alınarak üniversitelerin kurulmasına öncülük etmiştir. Ancak, teorik bilgi aktarma ve kendini yenileyerek 20. yüzyıla kadar hayatiyetini devam ettiren bu kurumlar, bu yüzyılda kendini yaşadığı asrın şartlarına uygun hale getirememe sebebiyle büyük düşüşe geçmiş, yerini tamamen üniversitelere bırakmıştır.4
Bizler çok iyi biliyorz ki, medeniyetler, eğitim kurumlarında adeta bir kanaviçe gibi ince ince işlenerek ortaya konan ilim ve sanatın inşa ettiği bir kültür zemini üzerinde yükselir. Bu yönüyle Nişabur şehri, sahip olduğu kültür zenginliği ile İslam medeniyetinin beşiği olmuştur. İlk harcı medreseler olan bu medeniyet Nişabur’da son nokta olmamış, daha da uzak coğrafyalarda boy göstererek, insanlığa yol gösterici bir ışık olmuştur.