Ramazan’da bir Sağlık Hediyesi: Oruç

Oruç, bütün semavî dinlerde ve diğer inanç sistemlerinin çoğunda, farklı şekillerde bulunan bir ibadet çeşididir. Bütün dünyasını yeme-içme üzerine düzenlemiş ve sağlığı korumada yemeği birinci sıraya koymuş Batı toplumlarında başlangıçta orucu anlamama, açlığı anlasalar bile susuz kalmayı anlayamama gibi bir problem oldukça yaygındı. Fakat beslenme ve sağlıkla ilgili araştırmalar derinleştikçe, orucun hikmetleri çok daha iyi anlaşılır hâle gelmektedir.

Mevla yarattığı kullarına zulüm etmeyeceğine ve bedenlerine zarar veren bir şeyi emretmeyeceğine göre, oruca hüsn-ü zanla yaklaşmak gerekir. Bizlere emanet olarak verilen bedenlerimizi korumayı emreden ve kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın diyen Rabbimiz, muhakkak ki zararlı bir şeyi kullarına teklif etmez. Tabii ki, inanan insanlar orucu esas olarak Allah emrettiği için tutarlar, fakat Allah ayrıca bu ibadete birçok hikmet de takarak inananların sağlıkları için onlara ayrıca bir prim de verir.

Oruç hakkındaki ilmî araştırmalar da birçok tıbbî konuda olduğu gibi önce hayvan gözlemleri ve deneyleri ile başlamış, daha sonra insanların da gönüllü olduğu laboratuvarlara geçilmiştir.

Kral penguen bir oruç tutma ustasıdır. Yılın beş ayını tek bir balık yemeden geçirebilir. Eksi 60 derecede hayatını sürdürebilmesi için sevk-i İlâhî olarak kendisine bahşedilmiş mükemmel bir özelliği olan yağ depolarını çok verimli kullanarak, vücut ağırlığının yarısına karşılık gelen 15 kilogramını kaybeder.

 

İnsan metabolizması, penguenlerden tabii ki çok farklıdır, fakat bugün yeme işini çok fazla abartmış durumdayız. Günlük üç öğün yemek, nesillerden beri şuuraltımıza öylesine yerleşmiş ki, çoğu insan için bir öğünden bile vazgeçmeyi düşünmek imkânsızdır. Bunlara bir de atıştırmalık olarak isimlendirilenleri ve tatlıları ekleyip günün kapanışını da gece yatmadan içilen meşrubat ve tuzlu yiyeceklerle yapan birisinin aldığı kaloriyi hesap etmekte zorlanmaktayız.

 

Gıda sektörü bu durumdan çok memnun, ama acaba vücudumuz memnun mu? Münih Teknik Üniversitesinde, Tamamlayıcı Tıp ve Tabii Tedaviler (Naturopati) alanında çalışmalar yapan Prof. Dr. Dieter Melchart,“Biz bolluk toplumuyuz. Gıdalar her zaman mevcut ve kolayca buluyoruz. Fakat bununla birlikte nerdeyse hiç hareket etmiyoruz”, diye uyarıyor.Bu şekildeki bir hayatın; obezite, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, inme (beyin kanaması ve felç), kalb krizi ve Alzheimer şeklindeki faturalarını da ödemekteyiz.

 

Her türlü gıda maddesine sahip olmamıza rağmen, içinde yaratıldığımız tabiatı ve kral penguen gibi hayvanlar başta olmak üzere canlıları ibret nazarıyla incelediğimizde, yeryüzünde hayatın, yaz-kış, sıcak-soğuk, bolluk-yokluk, gece-gündüz ritimlerinde devam ettiğini görüyoruz. Orta çağın meşhur hekimi ve filozofu Paracelsus(1493–1541), hiçbir laboratuvar araştırması olmadan, oruç tutmanın en büyük ilaç, hastalıklara şifa ve vücuda derman olduğunu biliyordu.

Bütün araştırmalar kesin olarakgöstermektedir ki aşırı yemek, vücuda ve bilhassa beyne zarar vermektedir. En fazla da işlenmiş ve yağlı gıdalar ağırlıklı, Batı tarzı bir beslenme şeklinin, vücut ve ruh için ölümcül olduğu ispatlanmıştır. Diğer taraftan oruç gibi bir ibadetin gereği olarak geçici bir süre yemekten feragat etmenin, beynimizde bazı pozitif gelişmelere sebep olduğu gösterilmiştir. Berlin hastanesinde çalışan Michalsen vom Immanuel’e göre, “Gerçekten bunu deneyen herkes farkına vardığı gibi, orucun zor olan ilk üç günü geçtikten sonra, hastaların üçte ikisinin moral yönünden eskiye nazaran daha iyi oldukları gözlemlenmiştir.” Bu hastanede her yıl 800 kişi, sağlık adına yemek yemeden feragat etmekte, yani bir nevi oruç tutmaktadır.

 

Daha Fazla Mutluluk Maddesi 

Vücudumuzun yaratılıştan gelen genetik kapasitesi dâhilindeki adaptasyon özelliği gereği, zaman zaman yaşanılan değişikliklere karşı bir direnç gösteririz. Hayatta kalmak için bu direncin daima aktif tutulması gerekir. Tıpkı yangın olmadan itfaiyecilerin kendileri yangın çıkarıp tatbikat yapmaları gibi, vücudun açlığa karşı direncinin oruç gibi bir tatbikatla diri tutulması çok mantıklıdır. Aksi takdirde üç günlük yiyeceği olmayan aç birisi, uykulu bir şekilde bir kenara çekilip kolayca ölüme giderdi. Yiyecek azalır azalmaz, beyin heyecan ve harekete sebep olan bir arayışa girer ve böylece kişinin pasif bir bekleyiş yerine, aktif olarak yiyecek araması teşvik edilir.

Bu süreçte oruç insan beynine tıpkı bir antidepresangibi tesir etmektedir. Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin sentezi için gerekli olan önemli bir aminoasit, triptofandır. Serotoninin yüzde 85’i bağırsaklarda üretilmektedir, ancak stres altında olan birisinde durum değişmekte, gerginlik; serotonin üretimine olumsuz tesir etmekte, huzursuzluk ve depresyon artmaktadır. Organizmamızın kendi başına üretemediği için ancak beslenme yoluyla almamız gereken triptofan aminoasidinin girişi oruç süresince azalmaktadır. Bu eksikliği telafi etmek için muhtemelen sinir hücreleri arasındaki sinapslarda (bağlantı noktaları) serotonin taşıyıcılarının sayısını azaltılmakta fakat bu maddenin sinir uçlarındaki yoğunluğu ve orada kalış süresi artırılmaktadır. Bu yüzden bu sisteme alışıncaya kadar birkaç gün gerginlik ve sinirlilik hâli normaldir. Fakat bir iki gün sonra, artık vücut gün boyunca aç bile olsa, sinir uçlarında serotonin alıcıları yoğunlaştırılmış olduğundan, triptofan aminoasidinin yoğunluğu, sinir uçlarındaki kalış süresi ve serotonin sentezi artmış olmakta ve böylece insanın ruh hâli bariz bir şekilde  iyileşmektedir. Allah’a karşı kulluk vazifesini yapmış olmanın hâsıl ettiği mutluluk hâli, ruhî bir durumdur, fakat sebepler ve hikmetler dünyasında Rabbimiz, açık mucizeler dışında her icraatını, adeta bir perde vazifesi gören bir sebebe bağlamıştır. Burada da mutluluğu, sebepleriyle birlikte yaratan Allah’tır (celle celâluhu); bu hâli, açlık ve serotonin hormonu ile perdelemektedir.

 

Acıktığımız Zaman Ne Oluyor?

Bir kişi birkaç gün boyunca 500 kaloriden daha az bir gıda ile beslendiğinde acaba ne olmaktadır? 24 saat sonra, glikoz şekerlerinin karaciğerde depolanmış formu olan çoklu şeker glikojen yakılmış olur. Bundan sonra, beyin, en temel gıdası olan şekeri bulmak için, tabiri caiz ise, çığlık atmaya ve metabolizmanın çalışma sistemini değiştirmesi için zorlamaya başlar. Rabbimiz, vücudun hayat boyunca karşılaşabileceği sıkıntıları bildiği için, çok mükemmel tedbirler yaratmıştır. Glikozun alternatif kaynaklardan (yağlar) üretilebileceği glikoneogenezgibi süreçler aktive olur. Böylece vücut yağları eritilerek, birçok dokunun enerji kaynağı olarak kullanabileceği serbest yağ asitlerinin oluşması sağlanır. Beyin artık enerjisinin büyük kısmını bu glikozdan ve keton cisimlerinden alır. Keton cisimleri, karaciğerdeki yağ asitleri metabolizmasıyla ortaya çıkarılan organik bir bileşiktir. Bu mükemmel metabolizma sayesinde bir kişi vücut yapısına (yağlı olup olmamasına) bağlı olarak, 30 gün veya daha fazla, katı gıda almadan, sadece su ile hayatta kalabilir.

Açlık ve Sağlık

Aç vaziyette, ölmeyecek kadar gıda alarak hayat sürmenin tesirlerini takip etmek için gönüllüler ve hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar çok çarpıcı neticeler göstermiştir. Oruç hakkında çalışan üç ünlü araştırmacıdan birisi olan, Güney Kaliforniya Üniversitesinden hücre biyoloğu Valter Longo’ya göre, oruç yaşlanma sürecini yavaşlatmakta ve hatta kanser hastalarının tedavilerinde olumlu tesirler göstermektedir. Washington Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitüsünde, yaşlılık üzerinde çalışan İtalyan Luigi Fontana,gönüllü olarak yemekten feragat etmenin, kalp ve dolaşım sisteminde önemli tesirleri olduğunu gerekçeleriyle göstermiştir. Baltimore’daki Milli Sağlık Enstitüsünde çalışan Mark Mattson ise, oruç tutmamın beyin için çok faydalı olduğunu söyledikten sonra, orucun beyin faaliyetlerini en ideal ve makul seviyede ayarlayabileceğini ve Alzheimer gibi, sinir hücrelerinin kaybına bağlı nörodejeneratif hastalıkları önleyebileceğini ifade etmektedir.

Bu değerlendirmelere birçok biyolog ve doktor da katılmaktadır. Ancak bütün bunlara rağmen orucun, farklı organlardaki tesirinin bugüne kadar sadece hayvanlar üzerinde araştırılmış olması bir eksikliktir. Oruç araştırmacıları laboratuvarda en çok fareler, solucanlar, sinekler ve maya hücreleri üzerinde çalışmaktadır. İçi yiyeceklerle dolu olan kâselerle birlikte bir kafeste yaşayan fareler, bütün gün televizyon önünde bir şeyler atıştırarak tembellik yapanlara benzetilmektedir. Bu hayvanlar çok çabuk ölürken, az gıda alanlarda ise hemen hemen her yönde müspet tesirler ve ömür uzaması kendini göstermektedir. Fareler dışındaki deney hayvanlarında da kalıcı olarak veya çok uzun sürelerle daha az kalori ile yaşamak zorunda kalan hayvanlar, devamlı yiyerek beslenen arkadaşlarına nazaran daha uzun yaşamakta ve daha sağlıklı kalmaktadır.

Ara sıra aç bırakılarak bir nevi oruç tutturulan hayvanların dengeli ve düzenli bir şeker metobolizması olmakta, kandaki inflamatuar (iltihap) ürünleri azalmakta, tansiyon ve dinlenme esnasındaki kalp atış hızları düşmektedir. Gıda eksikliği sebebiyle beyin ve sinir sisteminde, olumlu mânâda bir takım hadiseler gerçekleşmektedir. En önemlisi, bilhassa hafıza için çok önemli olan beynin Hipokampus kısmında, yeni sinir hücreleri yaratılmakta, sinir ağı içindeki bağlantılar değişmekte, hücreler birbirleriyle yeni bağlantılar kurarak, hafıza ve zekâ güçlenmektedir. Bu çerçevede, deney hayvanlarında, öğrenme ve hafıza testlerinde daha iyi neticeler elde edilmiştir. Epilepsi, felç, Alzheimer veya Parkinson gibi hastalıklara genetik olarak daha hassas olan seçilmiş fareler üzerindeki gözlemlerde, kalori azalması ile birlikte nöronların daha sağlam hâle geldiği tespit edilmiştir.

 

Kaynaklar

 

Gebhardt, U. (2017): Mehr Köpfchen durch Verzicht. Spektrum der Wissenschaft, Kompakt, Gesund-Essen5/2017.

Longo, V. (2018): The Longevity Diet: Discover the New Science Behind Stem Cell Activation and Regeneration to Slow Aging, Fight Disease, and Optimize Weight. Penguin, Random House, New York.

Fontana, L., Partridge, L.(2015): Promoting health and longevity through diet: from model organisms to humans.Cell 161 (1), 106-118.

Longo, V., Mattson, M.P. (2014): Fasting: Molecular Mechanisms and Clinical Applications. Cell Metab. 2014 Feb 4; 19(2): 181–192.

Duan, L.J., and Mattson, M.P. (2002): Evidence that brain-derived neurotrophic factor is required for basal neurogenesis and mediates, in part, the enhancement of neurogenesis by dietary restriction in the hippocampus of adult mice. J. Neurochem82, ss. 1367-1375.

 

 

 

Bu yazıyı paylaş