Dört yıl önce, Avustralya’nın Adelaide şehrindeki bir eğitim kurumunda görev yapan kardeşimiz Sezer Morkoç hastalanmıştı. Doktorlar, hastalığı için amansız demiş, üç aylık bir tahmini süreden bahsetmişlerdi. Sezer Bey, 13 ay sonra gözlerini kapadı şu fani âleme.
Kutsî bir mefkûre için yola düşerek bu uzak diyarlara gelen ve ötelere kanat çırpan ilk gönüllülerden biriydi Morkoç. Vasiyeti gereği, hizmet için koştuğu diyara defnedildi. Baran ve Sinan isimli iki babayiğitevlat ve bir eş emanet ederek, uçtu ebedî âleme.
Sezer Bey, görev yaptığı Adelaide’de bir civanmert olarak kalplerde yaşıyor.Cenaze merasimine Türk, Arap, Afgan, Özbek, Uygur, Azeri, Lübnanlı, Ganalı, Iraklı, Avustralyalı ve Pakistanlılardan oluşan kalabalık bir grup katılmıştı. Bir meslektaşı, cenazesine katılan bu farklı milletten insanların, onun fahri bir konsolos gibi çalıştığına işaret ettiğini belirtmişti. Görev yaptığı okulun müdürü de kendisiyle ilgili şunları söylemişti: “Sezer Bey, gündüzleri bilgisayar başında çalışır veya elinde evraklarla resmi işleri takip eder, geceleri ise okul inşaatında kürek sallardı. Son nefesine kadar hep hizmeti düşündü ve yeni projeler üretmek için kafa yordu.”
Geçen yıl Avustralya’da bir Hizmet gönüllüsü daha ruhunun ufkuna yürüdü. Matematik öğretmeni Orhan Kurucu’yu, sevenleri gözyaşlarıyla uğurladı ebedî âleme.
Ölüm kimini baba ocağında, kimini de gurbet kucağında bulur. Muhakkak ki ölüm bir son değil, başlangıç. Yokluk değil, yeniden can buluş. Ebede müteveccih olanın, istikametine yönelmesi…
Hizmet gönüllülerini en akıl almaz iddialarla itham edenler, bin bir türlü eziyeti ve zulmü reva görenler, fütüvvet ruhunun temsilcisi Sezer ve Orhan Bey gibi muhacirlerle helalleşme imkânı bulabilecekler mi acaba?
Önden Giden Atlılar
Anadolu’dan hicret diyarına uzanan her bir küheylanın ayrı bir hayat hikâyesi var elbette. İnsanların hikâyelerini parmak izlerine benzetebiliriz. Birbirine benzer ama biriciktir. Onların ruhuna nüfuz edip hayatlarını mercek altına aldığımızda, şaşırtıcı hakikatler çıkar karşımıza.
Gurbet ellerde teslim-i ruh eden, önden giden atlılardan Manisalı Yasin Çalkım’ı, bundan tam 25 yıl önce Kazakistan’da uğurlamıştık ebedî âleme. Bozkır ülkesinin çorak şehri Atrav’da, Ural Nehri’nin azgın sularına kapılarak, ölümle pençeleşen Nursultan isimli öğrencisinin, “Kurtarın… Kurtarın” feryatlarına duyarsız kalmayan belletmen Yasin Bey…
Tıpkı Sezer ve Orhan kardeşimiz gibi; o da gurbette, Orta Asya’nın bozkırlarında ötelere kanatlanmıştı. Can kuşunu gözünü kırpmadan feda eden ilklerden ve adanmışlardandı o. İşte bu emek ve gözyaşlarıyla harcı karılmış, temeli atılmıştı ilim yuvalarının…
Zulüm, baskı ve gaspı karakter haline getirenler anlar mı bu yiğitleri? Önden gidip Kazakistan’da yatan Manisalı Yasin Çalkım’ı, üniversite öğrencisi Abdullah Güven’i, Moğolistan’da yatan Kahramanmaraş’ın yiğidi Adem Tatlı’yı, Tuna Nehri’nin bağrındaki Gaziantepli öğretmen Ali Aytekin’i, Tanzanya’da okul bahçesine yiğitçe uzanan Erzurumlu esnaf Erkan Çağıl’ı, Türkmenistan’da yatan Ubeydullah Türkyılmaz’ı, Güney Afrika’da elim bir kazayla uçup giden Moğolistanlı öğretmen Galimbek Şerifhan’ı, Somali şehitleri Azeri Kemale’yi, Hızır Çalka’yı anlamadıkları gibi, ülkemizden 20 bin kilometre uzaklıkta, Avustralya’da can veren Ardahanlı Sezer Morkoç ile Ankaralı Orhan Kurucu’yu ve burada ismini anmadığımız daha nice yiğidi anlarlar mı?
Coğrafyaları ve kıtaları fedakârlıklarıyla süsleyen bu yiğitler ruhlarının ufkuna yürüdüler. Cehaleti, fakirliği ve iftirakı yok etmek için yokluk ülkesi Somali’ye giden ve hunharca katledilen Hızır Çalka’yı, ağabeyi Mahmut Bey, şu sözlerle uğurlamıştı: “Kardeşim ve eğitim gönüllülerinin hayatı, valizlerden ibaretti. Valizle gittiler, valizle döndüler.”
Orhan Bey’i son yolculuğuna ülkenin en ücra köşelerinden gelen arkadaşları uğurladı. Göçmen kuşlardan oluşan kalabalık bir sürünün, defin sırasında, mezarlığın üstünden birkaç kez kanat çırparak uğurlamaya eşlik ettiklerine şahit olduk.
Mekânınız Firdevs olsun.