Her sabah kalkar, yüzümüzü yıkar, giyinir, kahvaltı yapar, dişlerimizi fırçalar ve işe gideriz. İş yerinde umumiyetle işlerimiz rutindir ve hemen her gün aynı işleri yaparak eve döneriz.
Günlük alışkanlık haline gelmiş aktivitelerimizle ilgili düşünce, niyet, yapacağımız hareketlerle ilgili aldığımız kararlar ve bunlara bağlı gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerin çoğunun farkında olmayız. Ancak yapacağımız faaliyetlerde hür olduğumuzun farkındayızdır.
İnsan davranışlarıyla ilgili bilim insanları şu sorunun cevabını aramaktadır: Hareketlerimizi gerçekleştirmek üzere aldığımız kararlarda, bu kararı almadan önce, kararı almaya niyet ettiğimiz o anda, hür iradeye sahip olduğumuzdan kesin olarak emin miyiz? Günlük hayattaki bütün aktivite, karar ve niyetlerimizdeki zihnî faaliyetlerin hepsinin tamamiyle bize ait olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu konuda yapılan, iddialı ve neticeleri hâlâ tartışılmaya devam eden bir deney vardır. Kaliforniya Üniversitesi Psikoloji Bölümünde şuur ve irade üzerine araştırmalar yapan bir bilim adamı olan Benjamin Libet’in 1983’te yaptığı deney kısaca şöyledir. Deneye katılan şahıstan istenen şey, parmağını (veya elini) kendisinin istediği bir zamanda oynatmasıdır. Deneyi, daha ölçülebilir hale getirmek için, deney yapılan kişinin parmağı, EMG (elektromiyografi) olarak isimlendirilen bir cihaza bağlanır. Bu cihazın vazifesi, şahsın parmağını gerçekten oynatıp oynatmadığını, sadece gözle takip etmek yerine, ölçülebilir, objektif bir rakama dayalı netice elde etmektir. EMG; kaslardaki elektrik potansiyelini ölçerek kas hareketini belirleyen bir cihazdır. Diğer bir ifadeyle, parmakta en ufak bir hareket olduğunda, cihaz parmaktaki kaslardan geçen elektrik vasıtasıyla, parmağın hareket edip etmediğini belirleyip bir kâğıda grafik olarak çizebilmektedir. Hatta EMG ile yapılan ölçüm, saniyenin binde birini ölçebildiği için, deneyin hassasiyetini de artırmada yardımcı olmaktadır. (Bir milisaniye, saniyenin binde birine eşittir.)
Deneyde kullanılan ikinci cihaz, saat benzeri bir kadrandır. Parmağımızı şuurumuz dâhilinde oynattığımızı düşünürsek, parmağımızı oynatma eyleminden önce, beynimizde, parmağımızı oynatmaya karar vermiş olmamız, yani bunun için niyet etmiş olmamız gerekir. Önce parmağımızı oynatma kararı alacağız ve arkasından da parmağımızı oynatacağız. Şu halde, kişinin parmağını oynatma hareketinden hemen önce, parmağını oynatacağına dair verdiği kararın ne zaman olduğunu bilmek gerekiyor. Bu saat benzeri kadran da parmağımızı oynatmaya karar verdiğimiz anı belirlemede kullanılacaktır.
Benjamin Libet, bunu ölçmek için, ilgili şahsın karşısına saat benzeri kadranı koyar. Kadran üzerindeki büyük benek, yelkovan yönünde hızlı bir şekilde hareket etmekte, tam devrini 2,7 saniyede tamamlamaktadır. Peki, bu kadrana benzer şey ne işe yarayacaktır? Mademki, parmağımızı hareket ettirmeden hemen önce beynimizde bunun kararını almaktayız, şu hâlde kişiden, parmağını hareket ettirmeye karar verdiği anda (karar verdi ama hala parmağını oynatmadı), büyük beneğin kadran üzerindeki yerini söylemesi istenir. Böylece, deneğin, parmağını oynatması için karar verdiği an, saat benzeri kadranda ölçülürken, parmağını hareket ettirdiği an da EMG cihazından ölçülecektir. İki zaman ölçümü arasındaki fark ise, kişinin, parmağını hareket ettirmeye karar verdiği an ile, parmağını hareket ettirdiği an arasındaki zaman farkını ortaya koymuş olacaktır.
Bu deneyde ayrıca EEG (elektroensefalografi) cihazı ile beyin dalgaları da kaydedildi. EEG kayıtlarında bir parmak hareketi için üç farklı zamanda beyin aktivitesi kaydedilmektedir. Bu arka arkaya üç beyin aktivitesinin son ikisini izah etmek kolaydır. Bunlardan en sonda olan beyin elektrik aktivitesi, parmak hareketine aittir. Ortadaki beyin aktivitesi, kişinin parmak hareketine karar verme esnasında beyinde ortaya çıkan elektrik aktivitesidir. Ancak en başta olan, karar vermeden önce kaydedilen birinci EEG aktivitesinin sebebi ne olabilir? Bu sorunun cevabı karmaşık ve zordur. EEG kaydında ilk iki aktivite arasında 350 milisaniye, son iki aktivite arasında da 200 milisaniyelik süreler vardır. Araştırmacılar, ilk iki EEG aktivitesi arasındaki beyin faaliyetine “hazırlık potansiyeli” adını vermişlerdir. Bunu da, ilk elektrik sinyalinin hareketlenmesinden, şuurlu karar vermeye ait elektrik aktivitesine kadar olan süreyi isimlendirmek için yaptılar. Başka bir ifadeyle, buna; hazırlık potansiyeline şuurlu karar vermek için beynin hazırlanma sürecidiyebiliriz. Ancak hazırlanma dönemi, kişinin farkında olduğu bir dönem değildir.
Şuur ikinci aktiviteden sonra devreye girmektedir. Bu hâdise kişinin parmağını şuurlu olarak kaldırma kararından önce, her defasında meydana gelmektedir. Dolayısıyla bu bir tesadüf değildir. Bu durumda, karar beyin seviyesinde değil, daha üst bir seviyede (ruh seviyesi) alınmaktadır. Bu durumda karar alan beyin değil, zamanla kayıtlı olmayan ruhtur.
Beynimizin kabuk kısmı (korteks), hareketlerin beyin seviyesinde başladığı yerdir. Motor korteks diye isimlendirilen bu saha, bir piyanonun tuşlarına benzetilebilir. Beynimizdeki hareketle ilgili kabuk (korteks) bölgesini seyrettiğimizi hayal edelim. Piyanonun tuşları inip kalkıyor, ancak piyanist ortada yok. Daha doğrusu var, ama biz göremiyoruz. İşte beynimizin motor korteksinde yer alan hareket nöronlarındaki elektrik aktivitesine sebep olan ilk uyarının, beyinden daha üst bir seviyeden geldiğini söyleyebiliriz. Libet deneyindeki birinci elektrik aktivite, şuurumuza yansımıyor, çünkü bu süreç, ruhun beynimizin tuşlarına basmasıyla ilgilidir.
İrademizin Sınırları
Hür iradenin veya seçim yapma gücünün sınırlarının olduğunu bilmek gerekir. Aslında irademiz çok cüz’îdir. Libet deneyi, irademizin çok zayıf olduğuna işaret etmektedir. Netice olarak bir iradeye sahibiz, bunun gayet açık şuurundayız, yani otomatik işleyen makineler değiliz. Ancak Libet deneyi bize irademizin çok sınırlı olduğunu göstermektedir.
Kendisini fizikî olarak belli etmeyen, ilk elektrik aktiviteyi, yani şuurlu karar alma işlemini başlatanın “ruh” olduğunu söylemek gerekir. Böyle bakınca, ruhun beyni hazırladığı ve verdiği emirlerle bedeni yönlendirdiği düşüncesi ortaya çıkar. Böyle bir durumda, bu deney materyalist düşünceyi ortadan kaldırmış olmaktadır. Bu alanda yapılan başka bir araştırmada, Nobel mükâfatlı psikofizyolog John Eccles beyin korteksindeki nöronlarda bazı reseptörler (alıcılar) buldu. Bu reseptörlerin herhangi başka bir nöron tarafından uyarılmadığını da ispat etti. Eccles bu deneyiyle beynin üst bir irade tarafından idare edildiğini ispatlamış oldu.
Bu deneyler bize göstermektedir ki biyolojik veya nörolojik araştırmalarda, özellikle hayatın sırlarını araştırırken yapılacak çalışmalarda, materyalist bakış acısını artık terk etmeliyiz. Materyalist ve deterministik yaklaşım ile ilaçların plasebo tesirini (farmakolojik olarak tesirsiz bir ilacın, telkine dayalı bir etki göstermesi) izah edemeyen birçok bilim adamı da mecburen mânevîyatla ilgilenmeye başlamıştır. Aksi takdirde hangi dinden olursa olsun, bütün dünyada deneylerle ispatlanmış duanın tesirini nasıl açıklayabileceğiz?