Hu hu, Ayten!
Uyandıysan
kahveyi koy hemen
ben de geliyorum şimdi
Ah neler oldu,
bir bilsen!
Bu arada
Hiç bahsettim mi ben sana
Bir Keçeli Meseli’nden
Hani bir keresinde
demişti ya Zamanın Güzeli
Keçeli,
çıkar, şu gözlükleri
Keçeli dediğin bir vefalı dost
tüm egosunu yatırıp da yere
serivermiş yıllarca
Bediüzzaman’ın önüne
post niyetine
Lakin, yine de
bilememiş ne yapacağını o an
Efendim, diyebilmiş sadece
ben gözlük kullanmam
Keçeli, sen değil misin
yemin veren bana
dostluk namına
Ve sabır sabır
bunca yıl
çimento karıp taş taşıyan
tevhit binasına
Öyle, öyleyim amma
Keçeli’nin alnında
damla damla terler
şüphe etmek mi, haşa
sözü ikiletmek bile
ar olarak yeter
böyle naif bir adama
çünkü sanki ta
Âlem-i Ervah’ta
bir bela ile bağlanmış kalbi
halde haldaş
yolda yoldaş
ahrette de karındaş olmaya
Belki de
bu bağdan beslenerek
bir kez daha
dile gelmiş Bediüzzaman’ın kalbi
Dostların namı değil midir, demiş
bir bakışta okuyuvermek
suretten siretini
ki bunca zaman
beraber yürümedik mi senle
gönül coğrafyasının
dağını tepesini
Haydi öyleyse
Çıkar da koy şuraya
Çünkü artık bundan sonra
olandan ötesini görmek
vaciptir sana
Keçeli bu sefer
davranmış hemen
kulaklarının ardına
sanki bir gözlük varmış da
sapları sıkışmış gibi orda
tutup çıkarmış avucuna
üstadı da
kırıyormuş gibi ağır ağır
sıkmış parmaklarını
ve kanaat getirince
tuzla buz olduğuna
götür bunları göm, demiş
teslimiyet toprağına
Öyle bir inanmış ki Keçeli
harfiyen yerine getirince
kendine söyleneni
rikkate gelivermiş
Göklerin Kalbi
Ve aralanmış usulca
hikmet penceresi
bu demden sonra Keçeli
başka bir dünyanın adamı
hani sıfırlamış gibi
sebep sonucu
An’ın içinde buluyormuş artık
sonsuz huzuru
Sanki bunca zamandır
kulaç ata ata varamadığı
bir ‘Ol’ okyanusu varmış içinde
hani bir damlayım
diyormuş da hesapta
bir türlü eriyip yok olamıyormuş
o büyük varoluşta
çünkü ne zaman niyetlense
dev dalgaları kaderin
vuruyormuş hikâyesini
bambaşka kıyılara
Keçeli, yüzmekte sanıyormuş
bütün mahareti
Oysa
ayrılığın dahil olduğu gibi aşka
kıyıya vurmak da
bir merhaleymiş oluşta
Keçeli şimdi bir bir
çözüyormuş şifresini
kendi hikâyesinin
Hani can yoldaşının
yıllarca gönderdiği mektuplarda
işaret ettiği gibi
İnsan;
ekilmiş bir tohum gibidir, dostum
bu dünya toprağına
karanlıktır, balçıktır amma,
ötede çiçeğe durmak için
bunlar lazımdır ruha
ki hatırlasana
mutfağındaki hububatları
patatesi mesela,
ya da kuru soğanı
ne zaman az rutubet görseler
hemen patlıyor yanlarından
yeni yeni sürgünler
demek ki Keçeli
varlığın;
kâinatın,
küçük bir timsali
ve cümle bu kabz halleri
ortaya çıkartmak için
fıtratındaki
sümbüllenmek iştiyakını
Daha ne yapsın
demiş Keçeli
hatırlayınca bu meseli
Daha nasıl anlatsın ki dostum, bana
Bakmış,
söz tesir etmiyor
küflenmiş kulağıma
tutup kırayım bari
demiş şu gözlüğü
Yoksa böyle giderse
kör olacak
yakında
dostumun gönül gözü
İşte böyle Ayten
Gece, çocuğun yanında
Olan üstüm başımla
dalıvermişken uykuya
korkuyla birden
sıçrayıverdim yerimden
ne oldu, neredeyim diye
ovuştururken yuzümü
baktım,
ılık ılık akan bir şeyler
açtırmıyor gözümü
can havliyle
uyandırınca lambayı
bir de ne göreyim Ayten
Keçeli’nin gözlüğü
kırılmış benim yüzümde
Gözyaşı değil bu akan, görsen
kan sanki kalbimden
ara tara,
pamuk falan da yok yakında
ne yapayım Ayten,
tuttum kelime bastım,
yarama
belki
daha hızlı
kesilir diye kanama.