Yürekten duygu yüklü nağmeler mürekkep olup damlamazsa kaleme
Okuyan göze yaş gelmez, gönle şifa olmaz, değer verilmez deftere
Bahtiyar Vahapzade’ye sormuşlar: “Üstadım, nasıl şair olunur?”
Dertli şair; dertsizlerin yüzüne bakarak yürekten şu cevabı vermiş: “En sevdiğini elinden alacaksın. Benim vatanımı elimden aldılar.”
Bahtiyar Vahapzade, yazdığı şiirlerle nesillere vatan sevgisini öğreten bir şairdir. Onun bu yolda yazdığı şiirleri ayrı bir kitapta toplanmalı ve yeni neslin atasının kültür mirasından bağının kopmasının önüne geçilmelidir. Türkiye’de son dönemde vatan sevgisini Bahtiyar Vahapzade gibi aşk derecesinde heyecanla nakşeden yeni nesle ihtiyaç vardır. Onun vatan şiirleri, mutlaka ayrı bir kitap hâlinde yayımlanmalı, bu suretle hem Azerbaycan’da, hem de Türkiye’de yeni nesillere vatan sevgisinin ne olduğu öğretilmelidir. Azerbaycan ve Türk dünyası, Bahtiyar Vahapzade gibi bir “Veten Mecnunu”na, bir “dil mecnunu”na sahip olmakla bahtiyardır. Vatanı temsil; edebiyat, ilim, sanat, teknoloji gibi her alanda birinciliği kapmakla mümkündür.
Elimizden sadece vatanı değil; milleti, hakkı, hukuku, adaleti, insana ve kâinata sevgiyi yeşertmek için hazırlanan imkânları ve nesilleri aldılar. Değerlerimizi nesillere aktarabilmek için aşağıdaki hatıramı yüreğimden yüreğinize aktarmak istedim…
Bin bir acı ve ızdırabı yüreğimde yudumlayıp hayat serencamemi Amerika kıtasının en uç köşesinde, yeni tanıştığım, ruhları genç ama hayatın yükünü omuzlarına almış, 75 ve 80 yaşlarındaki iki güzel insana anlatmaya başlamıştım. Foster 80 yaşlarında, eşi Peggy ise 75’ine merdiven dayamış; çevrelerinde beni soranlara da “Yeni evlat edindik” diye cevap veriyorlardı. Çayımızı yudumlarken Amerika kıtasına gelmeden önceki çalıştığım ülkede ziyarete gittiğim Hristiyan öğrencilerimizin aile ziyaretlerinden bahsettim kendilerine. Eğitim gönüllüsü arkadaşlarımıza atılan iftiraları ve yapılan haksızlıkları anlatıp dualarımda şöyle yalvardığımı söyledim: “Rabbim! Bir zamanlar Meryem anamıza iftira atmak isteyenleri daha beşikte Peygamberin İsa’yı (aleyhisselam) konuşturarak bütün insanlığa iffet abidesi anamızın masumiyetini ilan etmiştin ya! İşte bunun gibi bizi de temize çıkarıver! Âmin.
Meryem Sûresinde geçen âyet-i kerimeleri okudum:
“Sonra çocuğu kucağına alarak topluluğuna getirdi. Dediler ki: ‘Ey Meryem! Gerçekten sen çirkin bir şey yaptın!’ Bunun üzerine Meryem çocuğu işaret etti. ‘Beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?’ dediler. Cevabı çocuk verdi: ‘Ben Allah’ın kuluyum; O, bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni kutlu ve bereketli kıldı; yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı ve anneme saygılı olmayı emretti; beni zorba ve isyankâr yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden hayata döndürüleceğim gün esenlik benimle olacaktır.’”(Meryem, 19/27–33).
Baktım ki öğrencimin annesinin gözleri dolmuş ve bana, “Sizin Meryem Ana’ya bakışınız bu mu?” diye hayret içinde soruyor ve yanımdaki öğretmen arkadaşıma ve bana karşı saygısı kat be kat artıyordu.
Ben hatıralarımı anlatırken Peggy hanımefendinin beyi Foster’in gözleri dolmuştu ve şöyle dedi: “Biliyor musun! Peggy’nin babasının adı Yusuf ve annesinin adı Meryem.”
Peggy hanımefendi; hayatımda unutamayacağım bir ders verircesine, “Senin mesleğin ilahiyat ve dinler tarihini iyi biliyorsun. Hapiste zor günler geçirdiğini, ailenin ve arkadaşlarının çok ağır imtihanlardan geçtiğini söylüyorsun. Yusuf ve Yakup Peygamberin hayatını okumadın mı? Rehber edindiğin ve sevdiklerinin başına gelenlerin senin ve arkadaşlarının başına gelmesi gayet normal değil mi?” deyince ne cevap vereceğimi şaşırmış, çok utanmıştım.
Peggy Hanım, kız kardeşinin Amerika’nın büyük bir eyaletinde rahibeler birliği başkanı olduğunu söyledi. Kız kardeşini cep telefonundan arayarak aileme, bana ve arkadaşlarıma bütün eyaletin toplantılarında dua edilmesini istedi.
Bir başka hatıra da komşu ülkeden:Resmi işlemler için değerli bir avukat hanımefendiye belgelerimi yollamış ve yaşadığım iki olayı da anlatmıştım. Akıcı Türkçesiyle bana şöyle dedi: “Benim babamın adı da Yusuf. Sakın endişe etmeyin, yapılan dualar elbette boşa gitmeyecek. Yusuf Peygamberin Mısır’a sultan olduğu gibi güzel insanlar da gönüllerin sultanı olacak. Ama bunun bazı şartları var. Babam bizi helal kazançla büyüttü ve evlatlarımızı da helal kazançla yetiştirmemizi tavsiye ederek hak, hukuk ve adâletten ayrılmamamız için uyarıda bulundu.”
Dünyanın farklı yerlerinde ne güzel gönüller varmış meğer. Bu güzel insanların temiz sinelerinden damlayan nağmeleri bir buket halinde kaleme almak geçti içimden.
Azeri şair Âşık Elesger’in şu güzel mısralarıyla yazımı bitireyim:
“Men bu dünyayı tecrübe etmişem; namert köprü salsa onda ad olmaz.
Bir merd ile ağu yesen şirindir; yüz namerdle şeker yesen dad olmaz. “
(Namert adam gösteriş namına ne iş yaparsa yapsın kıymeti yoktur.Bir mert ile zehir yesen tatlıdır, güzeldir.Yüz namertle şeker yesen tat olmaz.)
Rabbim; bizleri her zaman gönül ehli, hakkın ve hakikatin yanında duran insanlar ile buluştursun.