Ahmet Haşim, şiirin mânâ yönüyle kapalı kalmasını arzu eder, okuyucunun mısralara dilediği gibi anlamlar yüklemesini ister. Biz de Yahya Kemal Beyatlı’nın Mehlika Sultan şiirinden dilediğimiz gibi mânâlar derlemeye gayret edelim, dedik.
Şiirin tadı başka; izahat, tamamlama, düzeltme maksatlı nazirenin tadı bir başka olur tabiî ki… Şiire nazire yazmak ayrı bir birikim ve hüner ister. Bizimkisi ise iddiasız, sadece akla gelen mânâların, nesir olarak kaleme dökülmesi öylesine…
Mehlika Sultan
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı:
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Kara sevdalı birer âşıktı.
Derdinin, davasının kara sevdalısı, bütün samimi ve gönül ehli insanlar, “Mehlika Sultana âşık yedi genç”ten biridir aslında. Onlar bir gece vakti yani hesabı pek yapılmamış bir zaman diliminde gönül kapılarının gösterdiği coğrafyalara, bazen hayalen bazen de hakiki yolculuklar yaparlar, hicret kokulu buram buram… Onlar gerçekten kara sevdalıdır; gönüllerini öyle bir sevgiliye vermişlerdir ki sevdalarının verasında Allah (celle celâluhu) vardır, Resȗlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) vardır. Geri dönüşü mümkün olmayacak, derin mi derin, gönül vurgunu bir kara sevdadır, bu yolculuğun diğer adı da…
Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rüyalarına;
Hepsi meshûr, o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.
Sevdalandıkları güzelin hayali, genç yaşlarında iken yakaladı onları; henüz lise veya üniversite koridorlarında gönüllerini kaptırdılar o ‘Mehlika’ya ve bir daha hiç ayrılmama kararlılığındaydılar. Kimi zaman sohbetlerine katıldılar, bazen kasetlerini dinlediler, kitaplarını okudular, bam tellerine dokundular… Rüyalarında, hayallerinde Âşıkları hep tülleniyordu… Çünkü o; hayatıyla, sözleriyle, kulluğuyla Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) yolundan nasıl gidileceğini öğretiyordu sevdalılarına… Sevdalıları da hep onu aradılar “Kaf dağının ardında” olsa bile.
Hepsi, sırtında aba, günlerce
Gittiler içleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardıkça gece
Dediler: ‘‘Belki bu son akşamdır.’’
Sevdaları uğrunda mala, mülke ve makama hiç değer vermediler. Âşıkları onlara bir hedef vermişti; Rabbin rızasına erme ve Hazreti Peygambere tam ittiba etme gayreti… Bu yolda, belki bu son akşamdır, deyip yürüdüler ve yürüyecekler hiç durmadan.
Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.
Bu yolculuğun adı ister gurbet, ister hicret, isterse vatandan ayrılık olsun, hiçbir zaman yol bitmeyecektir. Zaman zaman geçici vuslatlar yaşansa da tahkik yolculuğu son nefese kadar devam edecektir. Yollar uzayacak, beraberinde mukaddes hüzün de devam edecektir. İç hüzün, iç huzur birlikte hayat yürüyüşünün katığı olacaktır.
Mehlika’nın kara sevdalıları
Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya,
Mehlika’nın kara sevdalıları
Baktılar korkulu gözlerle suya.
Sevdalılar geri dönüşü olmayan bir noktaya geldiler. Adeta “Deniz gibi bir düşman, düşman gibi bir deniz” onları bekliyordu. Hayat; çıkışı, geri dönüşü olmayan bir kuyu gibiydi. Bir an içlerine korku düşse de kalplerini Rablerine açıp rahmetinde ruhlarını ısıttılar.
Gördüler: Aynada bir gizli cihan
Ufku çepçevre ölüm servileri
Sandılar doğdu içinden bir ân
O, uzun gözlü, uzun saçlı peri.
Onlar da tereddüt etmeden, çaresizlik zincirleriyle sarıldıkları bu noktada, gerekeni yapıp Rablerine teslim oldular. O’ndan gelecek her şeye razı olduklarını dua dua yakararak gayretullah ufkuna arz ettiler, “tevhid” çizgisinden ayrılmadan. Kalbleri ve ruhları huzur doluyordu. Çıkışı olmayan kuyu, sevdalarının ufkuna açılan bir kapı oluyordu. Gaye-i hayalleri beliriveriyordu âdeta kuyunun derinliklerindeki sihirli aynada…
Bu hazin yolcuların en küçüğü
Bir zaman baktı o viran kuyuya.
Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü
Parmağından sıyırıp attı suya.
En acizlerinin kuyuya attığı yüzük ise bir duaydı: “Ey Rabbim sebepler sukût etti. Biz mağlup olduk. Sadece Sen bizi kurtarabilirsin.” samimi yakarışıydı. Dua, haşa, Rable yapılmış bir pazarlık değildi elbette. Aczini, durumunu arz edip gelene de razı olma çizgisiydi öylece.
Su çekilmiş gibi rü’yâ oldu!
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayâl âlemi peydâ oldu
Göçtüler hep o hayâl âlemine.
Gaye-i hayalleri olan rıza ufkunda, hicret rüyalarının sihirli dünyalarına açıldılar dalga dalga. İddiasız, sadece ve sadece O’nun hoşnutluğunu kazanma gayreti içerisinde… Sessiz ve kimsesiz ama Rableriyle beraber…
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler;
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler!
Mehlikaya âşık genç ruhlar, rıza ufkundan uzak olan; nefis, menfaat, makam, hırs dolu dünyalara bir daha geri dönmeme gayretini göstermeye söz verdiler Rablerine… Bir daha yanlışlar dünyasına girmeme gayretiyle, yürümeye devam ettiler mütevazı adımlarla… İstikbale ümitle baktılar, ışık dolu geleceğin hayalleriyle huzur içerisinde.
“Mehlika Sultan” şiirindeki mânâyı, bir neslin âşık olduğu Gönül İnsanının hikâyeleri olarak hayal ettik. Bu nesil öylesine “genç ruhlu ve hasbî” bir camiadır ki niyetleri Allah’ın (celle celâluhu) rızasını kazanmaktır. Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise bu yolun biricik rehberidir. Öyle bilmiş ve öyle anlatmıştı kulak kesildikleri Hak Dostu… Tahkik yolculuklarından zaman zaman sapmalar olsa da kaynağın özü tertemiz ve berrak olduğu için hadiselere mana-yı harfî ufkunda bakabilme keyfiyetini kazanma ve muhafaza etmeye gayret ettiler. Özellikle son dönemde; engin sular, dev dalgalar karşılarına çıksa da Rablerine sığınarak yollarına devam ettiler ve edecekler inşallah.