Onulmaz yaralarımız var bizim. Bazılarımız gibi, çok taze, bir o kadar da derin.
Kabuk bağlar mı, sarılır mı bilinmez.
Bir dokunabilseydiniz size en yakın yerine kalbimizin, görebilirdiniz belki el değmemiş onulmaz yaralarımızı.
Kement atmış acılar yüreğimize, hiç gitmeyecek gibi.
Kırılmış, dökülmüşüz, her birimiz bir başka yerinden; savrulurken birer birer en uzağa…
İkiden biri çıkarmışız, kalakalmışız tek başına. El olmuşuz bundan gayri, dünden kalan ne varsa…
Ümitleri, hayalleri sıralarken valize, incinen gönlümüze merhem olacakları koymuşuz en üste; sol yanımıza sığmayanları bırakıp ardımızda…
Sadi “Gönlüne gül yaprağı bile değmemişti” diyerek anlatmış oysa incinmemeyi.
Gül yaprağından incinilir miydi?
Geliyorsa kalbe değenlerden, elbette incinirdi insan.
Bir söz, bir davranış, bir bakıştı insanı yaralayan, inciten, hatta öldüren; iz bırakan kalpte, her güne…
Kırık dökük çıkarken yola, yüreğimize benzeyenleri tanıdık “temmuzun kışında”, akşamın alacasında.
En çok da kalbi acıtan; kırılmışken kökünden kolun, kanadın, şimdi bir de ta orta yerinden; artık haklı olmanın da bir faydası yoktu. Bildikleri bir şeydi, bir gönlü sarıp sarmalamak, hâlden anlamak en kolayıydı oysa.
“Hâl iledir, kal ile olmaz” dedikleri yerde eskilerin, ne söylediğine değil de ne yaptığına bakılırmış insanların, yok sayılırken, terk edilişlerimiz.
Gün geceye, gece güne dönerken, acıya nasıl dayanılırsa öylece yavaş yavaş…
Eksik kelimelerimle yürek boyanınca siyahın rengine; acıyı sevmeyi, incinmemeyi…
Doyarken yürek acısının her türlüsüne, yaşamaya tahammülü gün gün sayarken öğrendim.
Yolun kaderiydi bu; incinmek, yaralanmak, incinsen de incinmemek.
Geçmemiş yaralar, kabuk tutmamış ve her güne bir yenisi eklenmiş.
Kadere elbet rızam vardı; onulmaz her yarada. İnsandım; etten, kemikten. Sınanırken her türlüsüyle kırgınlıkların. Ne kolaydı öyle, sınanmadıkların üstüne ahkâm kesmek.
İnsanın bir yanı gecedir, bir yanı gündüz.
Kaç kez kırılıp dökülürüz? Çok sular akıp geçer mi o köprülerin altından?
Kalbe şifa dostlar bulmuşken bambaşka diyarlarda; kırılan her dalından çiçeklenip acıya nasıl dayanılır, yaşarken öğrendim…