İçimdeki Fısıltılar

Yatakta…

Saat 2.55.

Bir sesle uyanış…

Yatak sıcak ve rahat… Gözler mahmur ve yarı açık. İki âlem arasında gelgit yaşanıyor.

– Uyanmışken bir teheccüd namazı kılayım.

– Uyanmadın daha. Uykuya daha yakınsın. Dal uykuya mışıl mışıl…

– Uyandım uyandım. Bak dışardan havlama sesleri geliyor. Uyandım yani. İki dakikada kılıp yatacağım. Hem kaçmaz benim uykum.

– Uyandın, ama tam değil. Namaz kılarsan uykun dağılır gider ve yatakta döner durursun sonra. Sabah işe gideceksin. Yat gitsin.

– Olsun, uyandım zaten. Hemen kılıp uykum kaçmadan yatarım.

– Tamam, sen bilirsin. O zaman acele et. Kaçırma uykunu…

Lavaboda…

Hava soğuk, su da… Hangisi daha soğuk, anlamak imkânsız.

– Güzelce abdest alayım önce.

– Hava soğuk. Farzlarını yap yeter. Sünnetler olmasa da olur, bilmiyor musun?

– Ama Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “isbâğu’l-vudu” yapın, yani abdesti hakkını vererek, güzelce alın diyor.

– Sana mı diyor? Sen kimsin! Kendini ne zannediyorsun! O söz büyük evliyalar için. Senin gibi günahkârlar için değil.

– Ben de güzel abdest alsam ne kaybederim ki!

– Uykunu.

– Ne uykusu ya! Uykum yok şimdi.

– Ben sana dedim uykun kaçacak diye. Dinlemedin beni.

– Kaçtıysa kaçtı. Hemen abdest alayım şimdi.

– Tamam, acele et acele o zaman. Donacaksın yoksa.

– Haklısın galiba. Farzları yapayım bari.

– Ha şöyle, biraz mantıklı ol.

– İçim rahat değil. Sünnetler çok önemli diye okumuştum.

– Yine hocalığın tuttu. Allah sana farzları soracak sadece. Sen okulda imtihana çalışırken öğretmenin sorumlu tutmadığı yerlere çalışıyor muydun?

– Ama Allah, Peygamberime itaat edin. Ona uyun, sünnetini ihya edin demiş.

– O senin bildiğin gibi değil. Derin mevzu, seni aşar. Karıştırma şimdi orasını…

– Hayır hayır. Bu sefer kendi bildiğimi yapacağım. Sünnetleriyle beraber güzelce abdest alacağım. Karışma bana.

– Karar senin. Ben sana zorla mı yap dedim. Ne bu afra tafra!

Seccadede

Ortalık sessiz. Ses, geceleri daha mı hızlı ne. Uzaktan gelen köpek havlamalarının yanı sıra evin önünden geçen arabaların sesleri doluyor kulaklarıma… Ben hazır, seccade hazır, istikamet Kâbe…

– Kaç rekât kılsam acaba?

– Tabiî ki iki rekât.

– Ama Hocamız sekiz rekât kılmamızı tavsiye etmişti dünkü sohbetinde. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) öyle kılarmış. Hz. Aişe (radıyallâhu anha) annemiz rivayet etmiş.

– Bak kendin dedin. “Efendimiz” öyle kılarmış. Sen kim, O kim? Kendini ne zannediyorsun sen! Kıl iki rekât, git yat.

– Bir şey zannetmiyorum. O’nun ümmetinden mücrim bir kulum, ama O’na ittiba etmek istiyorum. Beni kandıramazsın.

 – Seni nasıl kandırayım beyim. Sen ki üniversite mezunu, iş güç sahibi, evli barklı, koskoca bir adamsın.

– Lütfen rahat bırak da namazımı kılayım. Sekiz rekât kılmaya kararlıyım.

– Kıl tabi sekiz rekât. Hem uykun iyice kaçsın. Gözlerin şişsin. Yarın iş yerinde müdür “Gece beşik mi salladın.” deyince “Sekiz rekât teheccüd kıldım.” dersin.

– Kime ne gece kıldığım namazdan! Kimsenin haberi yok. Bak, hanım ve çocuklar bile mışıl mışıl uyuyor. Şimdi Rabbimle baş başa olma, geceyi ihya etme vakti.

– İyi, o zaman hadi kıl da yat, ama sana hatırlatmak isterim ki sabah çocuğu okula götüreceksin. Kahvaltısı hazırlanacak, eksik ödevi de vardı, unuttun mu?

– Evet, ödevini bitirmemişti. Erken kaldırayım oğlumu.

– Ben de onu diyorum. Kıl iki rekât yat. Sabah erken kalkmalısın. Yoksa çocuk ödev yapmadım diye okula gitmek istemez. Al başına yeni bir dert…

– Haklısın galiba. İki rekât kılıp yatayım. Hem yarından sonra tatil var. O zaman sekiz rekât kılarım.

– Gördün mü, biraz düşününce doğruyu buluyorsun. Haydi, çabuk ol.

Namazda

Rabbin huzuru… Alın, seccadeyi öpmeye hazır.

– Dur bir dakika. Hemen durma namaza. Pencereden dışarıya bir bak. Başka hiç kimsenin ışığı yanmıyor. Herkes mışıl mışıl uyuyor.

– Doğru. İnsanlar çok gafil. Kimse namaza kalkmamış.

– Ama sen öyle değilsin. Bak, sıcak yatağını terk edip soğuk suyla abdest aldın. Güzel bir iş çıkardın.

– Evet. Artık kılayım namazımı. Kılmak deyince aklıma geldi. Kur’ân “ikâme” edin diyor namazı. Kılmak sanki geçiştirmek gibi oluyor.

– Yine hocalığın tuttu. Herkes kılıyor, sen de kıl ve yat. Namaz namazdır.

– İftitah tekbiri ile bütün masivayı arkama göndereyim o zaman.

– Dur dur. Neyi, nereye gönderiyorsun benden habersiz. Unutma, ben hep buradayım. Beni hiçbir yere gönderemezsin.

– Yani dünyevilikleri namazda düşünmeyeyim, Rabbimle baş başa olayım, diyorum.

– Ol tabi. Başla namaza. İhlas’lı (Kevserli) bir namaz kıl gitsin.

– Uzun bir sȗre okuyayım diyordum namazda.

– O da olur, ama yarın Cuma namazına yarım saat erken gider, orada okursun. Hem Cuma vakti daha sevaplı olur.

– Haklısın galiba…

– Haklıyım tabi. Ben her zaman haklıyım.

– Eyvah, dizlerim yere hızlı değdi. Epey ses çıktı. Komşuyu rahatsız etmemişimdir inşallah.

– Duysun, duysun. O da bilsin nasıl bir komşusu olduğunu. Kendisi gafil olsa da sever seni.

– Hayır, ben o niyetle yapmadım. Ne bileyim uyku sersemliğiyle galiba.

– Tabi, tabi.

Selamdan sonra…

– Dur bir dakika, ben seni nasıl bu kadar net duyuyorum? Gece olduğu için mi? Sen benimle böyle sürekli konuşuyor musun?

– Aslında beni kulağınla duymuyorsun. Evet, seninle her zaman konuşuyorum.

– Ama ben şimdiki kadar hissetmiyorum senin benimle konuştuğunu…

– Çünkü beni sana unutturacak çok şey var etrafında, dünyevilikler, koşuşturmalar, teknoloji, akıllı telefon, iş güç… Sen seninle baş başa kalınca beni daha iyi duymaya başladın.

– Lütfen bana karşı dürüst ol. Bütün bu konuşmalarımızda en çok dikkatimi çeken şey şu oldu: Beni ikna etsen de etmesen de hemen yeni argümanlarla beni başka bir şeye yönlendirmeye çalışıyorsun.

– Sana karşı ilk ve son kez dürüst olacağım.

Evet, bu bir savaş ve tek cepheden ibaret değil. Bir cepheyi kaybedersem hemen başka cepheler açarım. Hatta bazen sana kazanmanın keyfini tattırırım.

– Peki, sen şeytan mısın?

– Şeytan’ın senin içindeki santraliyim ben.

– Adın ne?

– Nefis…

Bu yazıyı paylaş