Tarih; kendine has metot, gözlem ve sistemi ile geçmişteki gerçekleri araştıran bir sosyal bilimdir. Tarihçi ise anılan bu hususlara bağlı kalarak geçmişteki gerçeği arayan ve anlamlandırandır. Tarihçi zihnindeki gerçekleri, geçmişteki gerçeklerin yerine ikame edemez. Tarihçinin kaleme aldığı metin ve vaka kayıtlarından isteyen herkes ibret alabilir.
1299 yılında Söğüt’te kurulduğu kabul edilen Beylik, bir dünya devleti olan Osmanlı’nın çekirdeğidir (Halil İnalcık, son saha araştırmalarında Beylik’in 1302 yılında Yalova’da kurulduğunu belirtir). Osmanlı Beyliği’nin, önce devlet sonra da imparatorluk olması Adalet Dairesi Teorisi ile açıklanabilir. Daire-i Adalet, Osmanlı Devleti’nin temel siyaset anlayışını oluşturmaktadır. Osmanlı’daki bu işleyiş, Kınalızade Ali Efendi’nin (1511–1571) ilk Türkçe ahlak kitabı olan Ahlak-i Alâi isimli eserinde bulunmaktadır.[1]
- yüzyıl Osmanlı entelektüellerinden Koçi Bey ise bu mekanizmayı şöyle formüle etmiştir: “Vel hâsıl saltanat-ı âliyyenin şevket ve kuvveti asker ile askerin ayakta durması hazine ile hazinenin toplanması reaya ile reayanın ayakta durması adalet ve doğruluk iledir.” Bu sistem, iyi çalıştığı dönemlerde Osmanlı Devleti’ni küresel bir güç haline getirmiştir. Koçi Bey, bu mekanizmadaki ana unsurlardan birinin de asker olduğunu belirtmiştir.[2] Devletin Anadolu’da ve Doğu Avrupa’daki ilk fetihleri, ağırlıklı olarak Müslüman Türklerden oluşan süvari birliği Tımarlı Sipahi Ordusu ile gerçekleşmiştir. Yeni fetihler ve savaş stratejilerinin değişmesi ile ateşli silahlar kullanan ve daima savaşa hazır olan piyade birliklerinden oluşan Yeniçeri Ordusu kurulmuştur.
Devşirme Sistemi
Yeniçeri Ordusu, Osmanlı Devleti’nin fetihleri sonucunda köle olarak toplanan Hristiyan çocukların yetiştirilmesi (devşirme sistemi) ile meydana gelmiştir. Ordunun kuruluş ve müesseseleşmesi Edirne’nin fethinden (1361) sonra gerçekleşmiştir.[3] Ordu komutanına Yeniçeri Ağası (günümüzdeki karşılığıyla “general”) denilmiştir. Yeniçeri Ağası, Ağa Kapısı diye anılan Ordunun komuta merkezinde ikamet ederdi. Burası, komutanın hem resmî dairesi hem de yaşadığı yer olup bir mirî saraydır. Bu mekân günümüzde İstanbul Müftülüğünün bulunduğu yerdir. Yeniçeri ağaları 1451 yılına kadar rütbelerine dikkat edilerek Ocak içinden seçilirken 1451–1515 arasında sekbanbaşılardan tayin edilmişlerdir. 1515 yılından itibaren padişaha karşı itaatsizliklerinden dolayı Yeniçeri ağaları sarayda yetişmiş padişahlık müessesesine bağlı Enderun’dan ya da yüksek rütbeli kişiler arasından atanmıştır. Yeniçeri ağası, her salı günü gerçekleştirilen ve günümüzdeki karşılığı Bakanlar Kurulu olan Divan-ı Hümayuna katılırdı. Ağa veya paşa rütbeli ise söz ve oy hakkı vardı.[4]
Yeniçeri adayı olacak Hristiyan çocukların toplanması, belirlenmiş kanunlara göre yapılırdı.[5] Fethedilen bölgelerden toplanan, 12–20 yaş arasındaki Hristiyan çocuklar ve gençler, önce Türk çiftçi ailelerine verilirdi. Burada üç ile beş sene süresince ailenin hizmetinde bulunur ve Türkçeyi, Türk ve Müslüman âdetlerini öğrenirlerdi. Daha sonra Ocak’a ve ardından da Saray’a gönderilerek özel bir eğitim ve öğretime tâbi tutululardı. “Acemi oğlanı” denilen bu yeniçeri adayları, I. Murad döneminde çıkarılan Devşirme Kanunu ile Arnavutluk, Yunanistan, Adalar, Bulgaristan, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan’daki Osmanlı coğrafyasından toplanırdı. 16. yüzyılın başından itibaren bu kanun, Anadolu’daki Hristiyan tebaasına, 17. yüzyılda ise bütün Osmanlı coğrafyasına uygulandı.[6] Kanuna göre çocukların en mümtaz ve istidatlı olanı seçilirdi. Ailenin birden fazla erkek çocuğu varsa bir çocuğu alınırdı. Çocukların dış görünüşlerine dikkat edilirdi. Yetim ve öksüz çocuklar devşirilmezdi. Kel, köse ve doğuştan sünnetli olanlar da kapsam dışı idi. Türkçe bilen, Hristiyan iken evlenen, sanat sahibi ve İstanbul’u görmüş çocuklar da devşirilmeye tâbi tutulmazlardı. Yahudiler ticaretle uğraştıklarından çocukları devşirme uygulamasından muaftı. Devşirme sisteminde yetişen bu insanlar sadece asker olmazlardı. Topkapı Sarayının içinde bulunan Enderun Mektebinde yetiştirilip sivil ve askerî alanda en üst mertebelere kadar yükselebilirlerdi. Mimar Sinan, devşirme sistemiyle yetiştirilmiş önemli bir isimdi. Bununla beraber padişahtan sonra en yetkili makam olan vezir-i azamlar da devşirme sistemi ile yetiştiriliyorlardı.Bunlardan Gedik Ahmet (Sırp kökenli), Makbul İbrahim (Parga), Sokullu Mehmet (Bosna) ve Köprülü (Arnavutluk) Paşalar bilinen örneklerdir.[7]
Devşirme sisteminin bu pozitif yönlerinden dolayı bazı batılı Osmanlı tarihçileri, Hristiyan ailelerin, çocuklarını gönüllü olarak devşirme sistemine verdiklerini savunmaktadırlar. Osmanlı Arşivinde bu tezi destekleyen belgeler çok nadir bulunmaktadır. Öte yandan ailelerin, çocuklarının devşirilmelerine mâni olmak için bu uygulamaya direnme, piskopos doğum kayıtlarında değişiklikler yaptırma, çocuklarını saklama, erken evlendirme, rüşvet verme gibi belirgin tepkileri olmuştur.[8]
Yeniçeri Ordusunun; kıyafeti, mehteri, organizasyonu, eğitimi, disiplini ve savaş teknikleri bakımından kendine has özellikleri bulunmaktadır. Savaşta ve barışta padişahın koruyuculuğu, İstanbul’un asayiş ve emniyetinin sağlanması, zabıta çalışmaları, yangın ve diğer âfet hizmetleri, taşra ve sınırlarda bulunan kalelerin güvenliği; Yeniçerilerin görevleri arasında yer alır. Ocak’a ait İmam-ı Azam Bayrağı, beyaz iplikten yapılmış olup üzerine altın sırmayla “İnna fetahna leke fethan mubina ve yensurekâllahu nasren azîza” (Biz Sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik) (Fetih, 48/1) ayeti işlenmiştir. Yeniçeriler görevlerinden dolayı halkın içinde idiler ve devletten maaş alan kişilerin yer aldığı yegâne müesseseyi teşkil etmekteydiler. Sayıları yer yer değişmekle birlikte Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde 12–14 bin arasında Yeniçeri olduğu bilinmektedir.[9]
İsyanlar
Yeniçeri Ordusundaki ilk disiplinsizlik, II. Murat zamanında başlamıştır. Hükümdar, tahtını 14 yaşındaki oğlu II. Mehmet’e devredip Manisa’ya gittiğinde, Vezir Halil Paşa bu devir teslimi uygun görmediği için cülus bahşişinin az olduğu gerekçesi ile Yeniçerileri isyana teşvik etmiştir. Yeniçeriler, Edirne yakınındaki Buçuktepe mevkiinde toplanarak bir isyan havası oluşturmuştur. Bunun üzerine II. Murat, tekrar Edirne’ye gelip tahta oturarak isyanı bastırmıştır. Fakat Yeniçerinin ruhuna ekilen isyan tohumu, meçhul bir sefere çıkan Fatih Sultan Mehmet’in 3 Mayıs 1481 Perşembe günü Gebze yakınlarında Sultançayırında vefat etmesiyle çimlenmiştir. II. Bayezid ile Cem Sultan’ın hükümdarlık mücadelesini şekillendiren paşalar kavgasında, İshak Paşa’nın kışkırtmaları üzerine isyan eden Yeniçeriler, Karamanî Mehmet Paşa’yı ve taraftarlarını öldürerek siyasetin bir aracı haline gelmişlerdir.[10] Böylece saltanat değişikliklerinde Yeniçerilerin etkisi açıkça ortaya çıkmıştır.[11] Bu isyan girişimlerinin yanında III. Murat’ın kendi eliyle ordu disiplinini bozması, Yeniçerileri iflah olmaz bir yola sürüklemiştir.
1582 yılında oğlu Şehzade Mehmet’e yapmış olduğu sünnet düğününe katılan cambaz, hokkabaz, pehlivan gibi türlü hüner sahiplerinin padişahtan istedikleri Yeniçerilik talebi yerine getirilmiştir. Bunun sonucunda ordudaki askerlik ruhu, disiplin ve sistem bozulmuştur. Kadrolar gereksiz yere artırılıp ocak, kışla ve koğuşlarda yer kalmadığından Yeniçeriler bekâr odalarında, hanlarda, kahvehane ve hamamlarda yatmaya başlamışlardır. Yeniçeri sayısı III. Mehmet zamanında 45.000, III. Selim zamanında 110.000, II. Mahmut zamanında ise 140.000 civarında idi. Öte yandan İstanbul ve Edirne esnafının çoğu Ocak’a kaydolmuştur. Böylece Yeniçeriler iktisadî piyasanın bir parçası olmuşlardır. Asker sıfatı taşıdıklarından dolayı piyasayı etkiliyorlardı. Nihayet iktidar hırsı ile gözü dönmüş kimi paşalar; hukuk ve nizam yerine ihsan, inam ve makam derdine düşmüş ulema yardımıyla bozulan askerlik sistemindeki bir grup sergerdeye ilk defa bir hükümdarı (II. Osman), 1622 yılında, 18 yaşında iken öldürtmüşlerdir. Bürokrat, asker ve ulemanın aslî görevleri yerine siyasî oyunların bir parçası olmayı seçerek adalet dairesinden ayrılmaları, Osmanlı Devleti’nin, diğer devletlerin gerisinde kalmasının önemli bir sebebini oluşturmuştur.
- yüzyılda Yeniçeri Ordusundaki disiplinsizlik hat safhaya gelmiş, ordu tarafından devlet işlerine doğrudan müdahale edilmeye başlanılmıştır. Ocak mensuplarına maaşlarını almaları için verilen “esami” denilen maaş defterleri, başta İstanbul olmak üzere farklı şehirlerdeki esnafının elinde çek ve senet gibi bir araç haline gelmiştir. Bu durum, Yeniçerilere piyasaya doğrudan müdahale etme imkânı vermiştir. Devlet bu problemin önüne geçmek için, esnafın ve Ocak’a kayıtlı olmayan sözde Yeniçerilerin ellerindeki esamileri iptal etmiştir. Bu girişim, 1730 yılında yine bir Yeniçeri isyanı olan Patrona Olayı ile sonuçlanmıştır. Artık devlet yöneticileri, bu ordunun ya ıslahı ya da tamamen ortadan kaldırılması için planlar yapmaya başlamıştır. Nitekim Nizam-ı Cedid ismi ile yeni bir ordu kurulmuştur. Yeniçeriler, etkinlikleri azalacağından dolayı yeni orduya girmeyi kabul etmeyerek topyekûn muhalefete geçip III. Selimi katletmişlerdir. 1807 yılında, Ocak’ın ileri gelenleri ile devlet erkânı arasında, isyancıların ve III. Selimin katillerinin cezalandırılmayacağına dair bir “hüccet-i şeriyye” imzalanmıştır. Çıkarlarına en küçük bir zarar gelince isyana alışmış sergerdeler, II. Mahmut’u tehdit etmeye başlamışlardır. Nihayet devletin ortak aklı bir araya gelmiş ve şeyhülislamın fetvası ile sancak-ı şerif çekilerek 1826 yılında Ocak’ın bütün birlikleri top ateşine tutulup yaklaşık 450 yıllık bir müessese ortadan kaldırılmıştır.[12]
Avrupalı yazarlar, Yeniçeri Ocağının devşirme kökenine vurgu yaparak bozulmayı özellikle devşirme usulünün terk edilmesiyle açıklamayı tercih etmişlerdir. Hatta önemli muharebelerin kazanılmasındaki başlıca unsur olarak Yeniçerileri öne çıkarmışlardır. Bu tür abartılı karşılaştırmalar, Yeniçeri Ocağının kaynağına yapılan asabiyet güzellemeleridir. Oysa Osmanlı Devleti’nin savaş meydanlarındaki zaferlerinin aslî unsuru Tımarlı Sipahilerdir. Hem orduya verilen emir hem de Osmanlı gaza anlayışının serlevhası olan “Attan inmeyesuz” (Attan inmeyin) ifadesi Tımarlı sipahilerle anılagelmiştir.
Sonuç olarak Yeniçeriler, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 17. yüzyılın sonuna kadar kazanılan zaferlerde çok önemli rol oynamışlardır. İbn-i Haldun’un da vurguladığı gibi, insan fıtratından saptığında her türlü melaneti yapabiliyorsa, kurumlar da öyledir. Yeniçeriler, savaş meydanlarındaki zaferleri kendilerine mal edip kurumsal çıkarlarını devletin ve milletin menfaatlerinin önüne geçirmişlerdir. Zamanla devletin ve askerî kurumların yeniden yapılandırılmasını gerektiren devirlerde, bu yenilenmenin karşısında duran bir engel haline gelmişlerdir. Çeşitli isyanların, padişahları tahta çıkarma ve tahttan indirme girişimlerinin fâili olmuşlardır. Nihayet 14 Haziran 1826 tarihinde, geciken reformların, çeşitli yenilgilerin ve kaybedilen toprakların sorumlusu sıfatıyla, kanlı bir devlet müdahalesi neticesinde tarihten silinmişlerdir.
Tarihin sürekliliği teorisi nazarından bakıldığında, Cumhuriyet tarihindeki askerî müdahale planları ve teşebbüslerinde, 27 Mayıs (1960) ile 12 Eylül (1980) Darbesinde, devletin demokratik ve hukuk yapısını ve ilerleyişini bozup Yeniçeriler gibi kurumsal çıkarlarını, devletin ve milletin menfaatinin önüne geçirme niyetinde olan, güç ve nüfuz sahibi yapıların mevcudiyeti görülmektedir. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’nin hemen her konuda sıçrama rampasına girdiği bir devirde, Ergenekon ve benzeri yapılar, ikballerini devam ettirmek maksadıyla, “vatan sevgisi” adı altında, milletin evrensel demokratik ve hukuk kazanımlarını hiçe sayarak gayrinizamî bir güç elde etmişlerdir. Son olarak 15 Temmuz 2016 tarihinde, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesini hazmedemeyen aynı zihniyet, bu sefer siyasî iktidarla örtüşen çıkarları doğrultusunda mecburen oluşturdukları çirkin ittifakın altını çizerken milletin üstünü çizmiştir.
Yaz tarihçi, yaz:
“Ayaklar olmuş baş, başlar ayak.”
Dipnotlar
[1] Kınalızade Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı, İstanbul: İlgi Kültür Sanat, 2010, s. 225–226.
[2] Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, (sadeleştiren Zuhuri Danışman), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1985, s. 64; Halil İnalcık, Osmanlıda Devlet, Hukuk, Adalet, İstanbul: Eren Yayınları, 2005; İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye – Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, 1. ve 2. cilt, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016. İnalcık, bu eserlerinde adalet dairesi teorisini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.
[3] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları I, Ankara: TTK Yayınları, 1988, s. 9, 144.
[4] Mücteba İlgurel, Yeniçeri Maddesi, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: MEB Yayınları, 1986.
[5] Yavuz Ercan, “Devşirme Sorunu, Devşirmenin Anadolu ve Balkanlardaki Türkleşme ve İslamlaşmaya Etkisi”, Belleten, Ankara: TTK Yayınları L/198 (1986), s. 679–722.
[6] Uzunçarşılı, a.g.e., s. 14.
[7] Abdulkadir Özcan, Devşirme Maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları, 2007.
[8] Reşad Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul: Koçu Yayınları, 1964, s. 23–24; Kemal Beydilli, Yeniçeri Maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları, 2007.
[9] Koçu, a.g.e., s. 50.
[10] Koçu, a.g.e., s. 115; Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi I, Ankara: Barış Kitabevi, 1999. Akdağ, eserinde Osmanlı siyaset kurumuma Yeniçerinin müdahalesini ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.
[11] Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 1963, s. 194.
[12] Mücteba İlgürel, a.g.e.