Yâ İlâhî bize tevfîkini gönder…
— Âmin!
Doğru yol hangisidir, millete göster…
— Âmin!
Rûh-i İslâm’ı şedâid sıkıyor, öldürecek.
Zulmü te’dîb ise maksûd-i mehîbin, gerçek,
Nâra yansın mı berâber bu kadar mazlûmîn?
Bî-günâhız çoğumuz… Yakma İlâhî!
— Âmin!
Boğuyor âlem-i İslâm’ı bir azgın fitne,
Kıt’alar kaynayarak gitti o girdâb içine!
Mahvolan âileler bir sürü ma’sûmundur,
Kalan âvârelerin hâli de ma’lûmundur.
Nasıl olmaz ki? Tezelzül veriyor Arş’a enîn!
Dinsin artık bu hazin velvele yâ Rab!
— Âmin!
Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu…
Bir bu toprak kalıyor dînimizin son yurdu!
Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek Şer’-i mübîn;
Hâk-sâr eyleme yâ Rab, onu olsun…
— Âmin!
Ve’l-hamdu li’l-lâhi Rabbi’l-âlemîn…
—
şedâid: Sıkıntılar, belalar.
maksûd-i mehîb: Heybetli maksat.
bî-günâh: Günahsız.
tezelzül: Sarsılma.
enîn: İnilti.
mübîn: Doğruyu yanlışı birbirinden ayırt eden; âşikâr.
hâk-sâr: Toz toprak içinde kalmış; perişan.
Safahat, İstanbul: Sütun Yayınları, 2007, s. 171–172.