Hakikati Anlamada Zıtların Rolü

Her yeni kavram, ortaya konduğu dönemde önce farklı karşılanır, üzerinde tartışılır, tecrübe edilir ve hakikate muhalif olmadığı ölçüde kalıcı olur. Tarih sahnesine çıkan her yeni düşünce, bu rutini yaşar, ama bazı kavramlar vardır ki tadını hiç kaybetmez. Hakkındaki her tecrübe, her fikir; mânâsının fıtrî kemâline hizmet eder.

“Zıtlık” kavramı, insan için hep böyle bir arayış olmuştur. Bunun sebebi, kâinatı ve insanı ayakta tutan ilahî mizanda zıtlar için takdir edilen vazifedir. Diğer yandan zıtlık ilkesi, hakikatin tek tarafa çekiştirilmesini, dolayısıyla mutlaklaştırmayı önler. İnsan davranışlarında gerekli denge de bununla mümkündür. Goethe’nin dediği gibi, “İnsan davranışlarında denge ne yazık ki yalnız zıtlıklar sayesinde sağlanabilir.”[1]

Mümkün mevcutlar için kullanabileceğimiz “Her şey zıddıyla bilinir.” hükmü, meşhur bir kaidedir.[2] Hakikati arama gayretinde, zıtların hem eritici gücü hem tamamlayıcılığı, fıtrata yol gösterir. Zıt kavramlar herhangi bir tarafgirlikle bakıldığında ikilik gibi görünse de büyük planda tektirler; her biri sahası farklı, birbirini tamamlayan hakikat hizmetkârıdır. Halil Cibran bu gerekliliği ve hikmeti şöyle ifade eder: “Aramızdan birileri mürekkep, birileri de kâğıt gibidir. Birilerinin siyahlığı olmasa, öbürleri dilsiz olurdu. Birilerinin de beyazlığı olmasa, öbürleri kör olurdu.”[3]

Nefes almak ve vermek birbirinin zıddıdır. Nefes alındığı esnada verilemez, verilirken de alınamaz. Sırasıyla vazifelerini yapıp hayatın devamına hizmet ederler. Kıymetlerinin bilinmesi, diğerine nispet etmekle olur. “Meselâ sıcaklığın nisbî lezzeti ve fazileti, soğuğun tesiriyledir. Yemeğin nisbî lezzeti, açlık eleminin tesiriyledir. Onlar gitse, bunlar da azalır.”[4]

Mevlânâ Hazretleri, “Geceyle gündüz görünüşte birbirine zıttır, düşmandır; fakat her ikisi de bir hakikatin etrafında dönmekte, ağ kurmaktadır. İşini gücünü başarıp tamamlamak için her biri, canciğer gibi öbürünü ister. Çünkü gece olmayınca insanın geliri, kuvveti olmaz. Bu gelir olmayınca da gündüzler neyi harceder?”[5] derken bu bütünlükten bahseder.

“Dirilik, zıtların birbirleriyle uzlaşmasıdır. Aralarında savaş belirdi mi, bu da ölümdür.”[6] der Mevlânâ. Burada bahsedilen zıtların uyumu, meselenin her yönüyle ele alınmasını sağlayan bir müzakereyi gerektirir. Farklı fikirlerde uyumun yakalanması, hakperestlikle mümkün olur. Çünkü hakikatin perdesinin aralanmasına vesile olan bir müzakere, meseleyi her yönüyle ele almayı lüzumlu kılar. Farklı fikirlere ciddiyetle ve samimiyetle kulak verilir. Değişik görüşler, hakikatin kendine bakan yönünü ortaya koyar ve vazifesini eda etme rahatlığıyla sükûn bulur. Kutlu bir sükûnettir bu. Hakikat, centilmen fedakârlıklarla parlar ve çoğunluğu tatmin eder. Hakikatin perdesini bu terbiyeyle arayabilmek, zıt veya farklı olanın varlığına müsaade etmeyi ve hür düşünceye saygıyı gerektirir.

Bu sağlanmazsa müzakereler gerginliğe ve çekişmeye döner. İnsanın benlik damarı, esas olana odaklanma kabiliyetini kör eder. Kirli bir camdan bakan, manzarayı kötü zanneder. Penceredeki kiri, havanın pusu sanır, dışarıdaki gökkuşağını göremez. “Hava puslu değil, camın isli.” diyene de kulak vermez. Aslında hakikati dillendiren kişi, ona güzellikleri kaçırmaması için gönderilen kıymetli bir fırsattır. Ya iddiasından vazgeçerek güzellikten mahrum kalmayacak veya fikrine itiraz edilmesini benlik meselesi hâline getirip kirden başka şeyi gözü görmeyecektir.

İnsanı üretken yapan sır, zıt olanların birlikteliğinde saklıdır. İnsan bu muammaları çözerek yol alırken hizmetine verilen mevcudat ve kâinat, hakikati haykırır durur. Tabiî duymasını bilene, hakikate ermeye niyet edene…

O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.” (Rum, 30/19).

Dipnotlar

[1] Johann Wolfgang von Goethe, Wilhelm Meisters Lehrjahre, VII, 7.

[2] Et-Taberî, Câmiu’l-beyân 19/19. Ayrıca bkz. El-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4/321; İbni Kayyim,

Medâricü’s-Sâlikîn, 3/188; Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 257.

[3] Halil Cibran, Bütün Eserleri-1 (Kum ve Köpük), İstanbul: Sufi, 2013, s. 179.

[4] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 674.

[5] Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevî Tercemesi ve Şerhi (3–4), Ankara: Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, 1973, s. 211.

[6] A.g.e. c. 1, s. 171.

Bu yazıyı paylaş