İklim Değişikliği ve Sağlığımız

Fezada âhenkle yüzüp giden mükemmel bir seyahat gemisi olan dünyamız, bütün ilahî isim ve sıfatların odak noktası ve aynası olan insanoğlunun meskenidir. Eşya ve hâdiselere iman şuuruyla bakarak, arz ve semanın Sahibini müdrik olanlar, ömürlerini ebedî saadetin bir nüvesi hâline getirmeye çalışırken meskenlerini de mamur ve temiz kılma mülahazasıyla oturur kalkar ve huzur soluklanırlar. Kendilerinden her türlü tasayı ve endişeyi gideren Allah’a hamd ederler.[1]

Ne yazık ki günümüzde meskûnlarının bu yaşlı gezegene yaptıkları, “iklim değişikliği” olarak mâkes bulmakta ve sanki ekosistemin duvarlarında yankılanıp duran bir çığlık koparmaktadır. İklim değişikliğini; nüfus artışı, göç, hızlı ve plansız şehirleşme, kaynak ve gıda kıtlığı, yoksulluk, sosyoekonomik eşitsizlik, bulaşıcı hastalıklar ve salgınlarla ele almak gerekir. Bütün bunlar, insanlığın karşı karşıya olduğu öngörülemeyen ve üstesinden gelinemeyen problemler yumağına dönüşmekte, son COVID-19 salgınında olduğu gibi, yerleşik sosyal davranış kalıplarını altüst etme eğilimi gösterebilmektedir.[2]

 

İklim Değişikliği Nedir?

“İskoçya’nın Glasgow şehrinde gerçekleşen 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda ülkeler, iklim değişikliğine karşı alınacak bir dizi tedbiri gündeme getiren anlaşmayı imzaladı. Anlaşmada, kömürün kademeli olarak azaltılması taahhüdü, emisyon azaltma planlarının düzenli olarak gözden geçirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla finansal destek gibi önemli kararlar var.” Kasım 2021 tarihli bu haber,[3] kısmen bu soruya cevap olsa da, iklim değişikliği, “sebebi ne olursa olsun iklimin ortalama durumunda ve değişkenliğinde onlarca yıl veya daha uzun süre boyunca gerçekleşen değişiklikler” olarak tanımlanabilir.

 

Kapımızı Çalan En Büyük Tehlike

Dünya Sağlık Teşkilatı, 2021 yılında, iklim değişikliğini, “insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük sağlık tehdidi” olarak ilan etti.[4] İklim değişikliği ve artan karbondioksit salınımı miktarı; aşırı ısı artışına, çevre tahribatına, su ve yiyecek tedarikinde zorluklara sebep olmaktadır. Sera gazlarının asıl kaynağı olan fosil yakıtlarının kullanılması, hava kirliliğine ve buna bağlı erken ölümlere yol açmaktadır. Havadaki karbon monoksit, kurşun, azot dioksit, kükürtdioksit, ozon ve 2,5 mikrondan küçük, solunabilir parçacık maddelerin miktarındaki artış, hava kirliliğinin temel unsurlarıdır. İklim değişikliği ve hava kirliliği arasında oluşan fasit daire; üreme, solunum yolu ve kalb-damar hastalıklarının yanı sıra diyabet, kanser, erken yaşlanma ve psikiyatrik hastalıklar gibi halk sağlığı problemleriyle de irtibatlıdır. İklim değişikliği; aşırı sıcaklık, sel, kuraklık, orman yangını, toz fırtınaları, kasırgalar ve atıklar yoluyla hava kirliliğinde artışa sebep olmaktadır. Ayrıca sivrisinekler ve keneler gibi hastalık vektörleri için genişletilmiş habitatlar yoluyla bulaşıcı olan; giderek artan gıda kıtlığı, yetersiz beslenme ve daha uzun ve yoğun polen mevsimleri yoluyla da bulaşıcı olmayan hastalıklara zemin hazırlamaktadır.[5]

 

Sıcaklık ve Kuraklık

İnsanoğlu eşiğinde bulunduğu felaketin tam olarak farkında olmasa da durumun vahim boyutlarına dikkat çekilen raporlarda, Avrupa’nın son 500 yılın en kurak dönemini geçirdiği ve kıtanın yarıdan fazlasının kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bildirilmektedir.[6] Kuraklığın sadece Avrupa’yı değil bütün dünyayı tehdit ettiği, su ve gıda kıtlığının yanı sıra orman yangınlarında artışa yol açtığı belirtilmektedir. Yaklaşık 2,3 milyar insanın kuraklık riski olan bölgelerde yaşadığı, son 50 yılda kuraklığın 650 bin insanın doğrudan ölümüne sebep olduğu, hâlen milyonlarca çocuğun da şiddetli ve uzun süreli kuraklığın tehdidi altında olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca önümüzdeki 50 yıl içinde, insan kaynaklı iklim değişikliğinin bir sonucu olarak, yaklaşık 3,5 milyar insanın “dayanılmaz” bir sıcaklıkla karşı karşıya kalabileceği tahmin edilmektedir. Bu yüzden kuraklık, kronik yoksulluk, savaş veya kaosun hâkim olduğu bölge veya ülkelerden, daha ılıman coğrafyalara küresel göçlerin olacağından endişe edilmektedir.[7]

 

Deniz Ekosistemlerine Tesiri ve Okyanus Kirliliği

Deniz ortamlarının kalitesi de halk sağlığını korumada esastır. Deniz hayvanları ve insan sağlığını tehdit eden deniz kirliliği kadar genel çevre kirliliği, kimyevî maddeler ve hastalık yapıcı mikroplar; deniz ekosistemlerine çok kötü tesir etmektedir. Küresel iklim değişikliği de bu ekosistemleri olumsuz etkilemekte, petrol esaslı kirleticiler, oksijen üreten canlılarda fotosentez azalmasına sebep olmaktadır. Denizlerde artan karbondioksit emilimi, asitleşmeye sebep olarak mercan resiflerini olumsuz etkilemekte, kabuklu deniz hayvanlarının gelişimi bozulmakta, deniz besin ağı tabanındaki kalsiyum ihtiva eden mikroorganizmalar çözülmekte ve kirletici kaynaklı toksik tesirler giderek artmaktadır. Bu arada okyanus ortasındaki büyük girdaplarda birikerek deniz memelileri, balıklar ve deniz kuşlarını tehdit eden plastik kirliliği, insanlar tarafından tüketilen türler dâhil pek çok deniz organizmalarının dokularına girebilen mikro ve nano plastik parçacıklara ayrışmaktadır. Endüstriyel kaynaklı kanalizasyon, zararlı alglerin (yosunlar) yoğunluğunu, bakteri kirliliğini ve antimikrobiyal direnci artırırken, Vibrio türleri gibi tehlikeli organizmalar ve diğer bozulmuş ekolojik faktörler, balık stoklarında küresel azalmayla sonuçlanmaktadır.[8]

 

Hava Kirliliğinin Tesirleri

İklim değişikliği, öncelikle sağlığın üç temel direği olan beslenme, barınma ve suya erişimi riske atmaktadır. Afetler, ekinleri ve insanların evlerini yok etmekte, güvenli su kaynaklarını kirletmektedir. Böylece yetersiz beslenme ve su kaynaklı hastalıklar ortaya çıkmakta, dünyada her yıl iklim değişikliğine bağlı 12,6 milyon önlenebilir ölüm görülmektedir. Bu ölümlerin yarıdan fazlası hava kirliliği sonucu meydana geldiğinden, iklim değişikliğiyle hava kirliliği ve çevreden mârûz kalınan diğer faktörler arasında münasebet olduğu aşikardır. Uzun süren orman yangınları, daha fazla duman mârûziyetine yol açarken iklim değişikliği; atmosferdeki kimyevî reaksiyon oranlarını artırarak ozon ve parçacık madde oluşumuna tesir etmekte, polen mevsimini uzatarak polen miktarını artırmaktadır. Her birinin doğrudan tesiriyle, reaktif oksidanların üretimine bağlı hava yolu iltihabı ve akciğer hasarı oluşmaktadır. Ortamdaki ozon ve alveolar (akciğer keseciklerindeki) mikropları yiyen immün sistem hücrelerinde (makrofajlarda) parçacık maddelerin kronik birikimi, bozulmuş fagositoz (mikrobu yeme), oksidatif stres ve zayıf mukosiliyer klirens (hava yollarının süpürülüp temizlenmesi); hava yollarında iltihabı tetiklemektedir. Astım ve kronik bronşit gibi akciğer hastalıklarının ilerleyişinde antioksidan savunmanın zayıflamasına ek olarak immünolojik ve epigenetik (çevre kaynaklı) değişiklikler de rol oynamaktadır. Solunum yolları ve akciğerlerde oluşan toksik tesirler, zamanla kardiyovasküler (kalb ve damar) sistemi de etkilemekte, otonomik bozukluklara ve inflamasyon (iltihaplanma) artışına sebep olmaktadır. Sonuçta, iklim değişikliğine bağlı hava kirliliği; artan oksidatif stres, sistemik inflamasyon ve bağışıklık düzensizliğinin girift münasebetleri, akciğerler, kalb, böbrekler, beyin ve sinir sistemi dâhil olmak üzere neredeyse her organ sistemine tesir etmektedir.

 

Ne Yapılabilir?

İklim değişikliği; eşitlik, geçim kaynakları, sağlık ve sosyal destek hizmetlerine erişim gibi birçok sosyal faktöre menfi tesir etmektedir. Bu tesirler özellikle kadınlar, çocuklar, etnik azınlık ve yoksul topluluklar, göçmenler ve yaşlılar dâhil olmak üzere en savunmasız ve dezavantajlı kişiler tarafından orantısız bir şekilde hissedilmektedir. İklim değişikliği sebebiyle, sağlık hizmetlerine daha fazla ihtiyaç duyulurken sağlık altyapısı olumsuz etkilenmektedir. Uzmanlar bu zorluklar karşısında, iklim değişikliğine uyum ve değişikliğin kötü tesirlerinin azaltılması için faaliyetler teklif etmektedirler. İklim değişikliğine uyum, toplumun “ikincil önleme” olarak bilinen eylemlere hazırlanması demektir. Sağlık hizmetlerine ulaşım kolaylığının yanı sıra, artan astım ve sıtma vakaları veya mecburî göçten kaynaklanan zihnî hastalıklar gibi, sağlık yükündeki değişikliklerle başa çıkma kabiliyetlerini geliştirmeyle ilgilidir. Ancak daha önemlisi, aynı zamanda bu olumsuzlukların asıl sebepleriyle mücadele etmek ve “birincil korunmayı” uygulamaya koymaktır.

İslam âlimlerinin “kâinat kitabı” adını verdikleri yeryüzünde Allah’ın halifesi olan müminlerin vazifesi, kendilerine verilen emanete hürmet etmek ve onu titiz bir şekilde korumaktır. Allah Resûlü’nün Medine’yi ağaçlandırması, yeşil alanları, ormanları ve hayvanları koruma altına alması, böylece bir millî parkın içinde olduğu site oluşturması, çevreciler tarafından çok iyi okunmalıdır. Zira iklim değişikliğine karşı, ormanlaştırmanın çok müessir bir tedbir olduğu, ormanların sera gazlarının tesirini üçte iki oranında azaltabileceği vurgulanmaktadır.[9] Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) şehrin temiz tutulması, bitki ve hayvanların korunması, Mescid-i Nebevî’nin temizlenmesi, güzel kokular kullanılması ve içme sularının yakın çevresine çöp dökülmemesine dair emirleri dikkat çekicidir.

İslam’ın çevreyle alâkalı diğer önemli bir düsturu da israf ve savurganlığı yasaklamasıdır.[10] Her yıl çöpe gitmekte olan yaklaşık 2,5 milyar ton gıda atığı, sera gazı emisyonlarının yaklaşık %10’una sebep olduğundan, israftan kaçınmalı ve çöplerimizi atarken geri dönüşüm için mutlaka gruplandırmalıyız.

Kâmil insanlar, içinde yaşadığı topluma katkıda bulunmayı ve içtimaî problemlere çözüm üretmeyi, sosyal mesuliyetin gereği olarak kabul ederler. Allah’ın (celle celâluhu) Kuddûs isminin bir cilvesi olarak kâinat kitabında şahit olunan bütün temizlik faaliyetlerini inceleyip ibret alan bu insanlar, kendilerini insanlık ailesinin bir ferdi olarak görür, ortak problemlere çözüm bulmaya gayret ederler. Bu sosyal sorumluluk, onlara dünyamızı ve içindeki bütün ekosistemleri, gelecek nesillere temiz ve olabildiğince problemsiz bırakma misyonunu yüklediğinden, her zaman yaşadığı çevreyi korumaya önem vererek fert, aile ve toplum olarak daha yaşanılır bir dünyanın oluşumuna katkı sağlarlar. Takvanın bir buudu olarak görülmesi gereken bu davranışlar vesilesiyle, iklim değişikliği ve ekolojik dengenin bozulmasına karşı, bizlere bu aslî görevimiz hatırlatılmış olmakta, fert ve toplum sağlığı açısından iklim değişikliğiyle mücadele konusunda sorumluluk üstlenmemiz teşvik edilmektedir.

Dipnotlar

[1] Bkz. M. Fethullah Gülen, “Müslüman Ufkundan Dünya ve İçindekiler”, Çağlayan, Mayıs 2021.

[2] C. Churruca-Muguruza, “The Changing Context of Humanitarian Action: Key Challenges and Issues”, International Humanitarian Action adlı eserde, New York: Springer, 2018, s. 3–18.

[3] “COP26 İklim Zirvesi’nde varılan anlaşma neler öngörüyor?”, BBC News Türkçe, 14 Kasım 2021, www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59277754

[4] World Health Organization, “COP26 Special Report on Climate Change and Health: The Health Argument for Climate Change”, Geneva: WHO, 2021.

[5] A. Keswani ve ark. “Health and Clinical Impacts of Air Pollution and Linkages With Climate Change”, NEJM Evid, 2022;1(7).

[6] A. Toreti ve ark. “Drought in Europe August 2022”, Luxembourg: Publications Office of the European Union, 2022, edo.jrc.ec.europa.eu/documents/news/GDO-EDODroughtNews202208_Europe.pdf

[7] C. Xu ve ark. “Future of the Human Climate Niche”, Proc Natl Acad Sci USA, 2020;117(21):11350–11355.

[8] P. J. Landrigan ve ark. “Human Health and Ocean Pollution”, Ann Glob Health, 2020;86(1):151.

[9] Kadir Namlı, “İklim Değişiminden Korkuyorsanız Ağaç Dikin”, Çağlayan, Eylül 2019.

[10] M. Fethullah Gülen, “Mü’min Ufkunda Çevre” 17/11/2008, herkul.org/bamteli/mu-min-ufkunda-cevre/

Bu yazıyı paylaş