Balkanlarda Bir Eren: Sarı Saltuk

Yeryüzünde öyle mekânlar vardır ki bir kez görülse, tekrar ziyaret etmek istenir ve oraya ait müşahedeler hatırlarda hep coşkun duygularla yaşatılır. İşte, bahar mevsiminin henüz yeni yeni hissedildiği güzel bir günde, böylesi yerlerden birisindeyiz. Bu güzide mekânı ikinci ziyaretimiz. Takriben bir önceki yıl da nasip olmuştu buranın manevî havasını soluklamak. Dedim ya, her ziyarette insana engin ufuklar açtıran ve kalbinin derinliklerinde unutulmaz tesirler bırakan bir yer burası: Babadağı Sarı Saltuk Türbesi.

            Küçük bir bahçe kapısından girer girmez, bütün vakarıyla selamlıyor bizi bu mütevazı türbe. Kendimizi birdenbire lahûtî bir iklimin içinde buluyoruz. Ziyaretimize eşlik eden, kentin yerli bir görevlisinin rehberliğiyle, türbenin etrafında, sessiz sedasız bir şekilde yerlerimizi alıyoruz. Fatihalarımızı okuyor, dualarımızı ediyor ve ehl-i türbenin mübarek ruhuna bağışlıyoruz. Esasen Sarı Saltuk ve Babadağı denince her birimizin hafızasında az çok mevcut olan bilgiler, rehberimizin de anlattıklarıyla birlikte yeniden canlanıyor ve bize tarihin tozlu sayfalarında ibretlik bir seyahat ettiriyor.

            Sarı Saltuk Kimdir?

            Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’de, İslam’ın tanıtılması ve sevdirilmesi adına büyük rol üstlenmiş; gerek Sünnî gerekse Alevî ve Bektaşî kesimleri arasında kabul görmüş bir şahsiyettir. Kaynaklarda “eren”, “ermiş”, “alperen”, “gazi”, “mücahit” ve “derviş” gibi ulu sıfatlarla zikredilmiş olan Sarı Saltuk’un hayatı hakkındaki kesitlerin çoğu menakıpname nevindeki eserlerde yer aldığından dolayı, hakiki kimliğini tespit etmek oldukça güçtür. Bununla birlikte İbn Battûta’nın Seyahatname’sinden, Cem Sultan’ın onun türbesini ziyaret edip menkıbelerini dinledikten sonra Ebû’l-Hayr Rûmî’ye yazdırdığı Saltuknâme’ye kadar birçok eserde, tarihî ve menkıbevî olmak üzere iki ayrı çerçevede hayat serencamı ele alınmıştır.

            Yakın zamana kadar Sarı Saltuk’tan bahseden en eski kaynağın İbn Battûta Seyahatnâmesi olduğu biliniyordu. İbn Battûta, 1331–1332 yıllarında, Bizans’a gidiş ve gelişinde uğradığı Baba Saltuk kasabasında, Sarı Saltuk hakkında dinlediği menkıbevî hikâyelerden bahseder.

            Machiel Kiel, İbn Battûta Seyahatnâmesi’nden çok önce, 1316 yılında kaleme alınmış bir yazma esere ulaşarak bu konuda eser verenler arasında İbn Battûta’yı ikinci sıraya düşürmüştür. Bu eser İbn es-Serrâc’ın Tuffâhul’l-Ervâh ve Miftâhu’l-İrbâh isimli eseri olsa gerektir.[1]

            Sarı Saltuk’un Buharalı olduğunu ve soyunun Battal Gazi’ye dayandığını belirten Evliya Çelebi, onun Anadolu’da Sarı Saltuk Sultan, Baba Sultan, Keliğra Sultan gibi isimlerle bilindiğini kaydeder.[2]

            Tarihî kaynakların yanı sıra ilmî olarak Sarı Saltuk’tan ilk bahseden zat Şemsettin Sami’dir. Sami, Kamûsu’l-Âlam’ında Sarı Saltuk’un Rumeli’de kerametler gösteren ve gazalarda bulunan bir veli olduğunu belirtir.

            “Saltuknâme’ye göre, adı Şerif Hızır olan Sarı Saltuk, anne ve babası küçük yaşta vefat edince lalası tarafından himaye edilir. Serâvil adındaki lalası, henüz üç yaşındaki Şerif Hızır’ı, Abdülaziz adındaki yaşlı bir zata teslim eder. Şerif Hızır, bu zattan ilim öğrenir. Onun Sarı Saltuk adını alışı ise 14 yaşında, cihada başladığı zamanlarda olur. Bir gazasında Alyon-ı Rûmî adındaki Hristiyan bir genci mağlup ederek onun Müslüman olmasına vesile olur ve adını İlyas-ı Rûmî koyar. O da karşılık olarak Şerif Hızır’a kendi dilinde ‘çok güçlü erkek’ anlamında Saltuk adını koyar. Şerif Hızır, sarışın olduğu için de o günden sonra Sarı Saltuk diye meşhur olur.”[3]

            Yaşadığı Dönem

            Sarı Saltuk’un yaşadığı dönem, Moğol hâkimiyetinin tesiriyle Anadolu Selçuklu Devleti bünyesinde ortaya çıkan saltanat mücadelelerinin vuku bulduğu zamana denk gelir. Selçuklu Devleti’nin dağılmaya başladığı bu devrede, Anadolu’daki birlik ve düzenin yeniden inşa edilmesi adına Rum Abdalları ya da Anadolu Erenleri unvanlarıyla nam salmış olan dervişler müspet tesir icra etmişlerdir.

            “Dervişler, kendileriyle beraber memleketlerinin örf ve âdetlerini, dinî âdâb ve erkânını da getiren insanlardır ki bunların içinde Türk-İslam memleketlerinden Anadolu’ya doğru muhaceret akınını sevk ve idare etmiş müteşebbis kafile reisleri, gelip yerleştikleri yerlerde hanedan tesis etmiş soy ve mevki sahibi mühim şahsiyetler vardır.”[4] İşte Sarı Saltuk da söz konusu bu döneme damgasını vuran erenlerden birisidir.

            Yazıcıoğlu Ali’nin Oğuznâme’sine göre, 1261 veya 1262’de, kardeşi Rükneddin Kılıçarslan’a yenilen Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykâvus ve beraberindeki Türkmenler, İstanbul’a, İmparator VIII. Mihail’e sığınmışlar; imparator kendilerine Dobruca’da yer gösterince buraya yerleşmişlerdir.

            “Sarı Saltık, II. İzzeddin Keykâvus’un yolladığı haber üzerine, Karasi yöresindeki 10 veya 12 bin kişilik kendi aşiretini almış ve Konstantinopolis boğazından geçirerek Bizans İmparatoru VIII. Mihail’in kendilerine tahsis ettiği Dobruca steplerine götürmüş ve yerleştirmiş olabilir… Böyle önemli bir işi ancak o aşiret içinde çok yüksek bir nüfuzu olan, lider konumuna sahip biri becerebilir… Sarı Saltık, bu aşiret reisliği görevini, II. İzzeddin Keykâvus Berke Han tarafından hapisten kurtarılıp Deşt-i Kıpçak’a götürüldüğü zaman da sürdürmüş ve yine aşiretini hanın kendilerine tahsis ettiği araziye yerleştirmiş olmalıdır.”[5]

            Bir diğer rivayete göre, İzzeddin Keykâvus, bir ara Enez’de hapse düşmüş; Kırım Hanı Berke tarafından kurtarılarak beraberindeki Türkmenlerle Kırım’a götürülmüş ve bir müddet Kefe’de yaşamıştır. Sarı Saltuk’un da içinde bulunduğu bu Türkmen topluluğu, İzzeddin Keykâvus’un ve Berke Han’ın ölümlerinden sonra tekrar Dobruca’ya dönmüşlerdir. Sarı Saltuk, burada 1293 yılına kadar yaşamış ve vefatının ardından Babadağı’ndaki zaviyeye gömülmüştür.

            Babadağı ve Sarı Saltuk Türbesi

            Tarihî kaynaklara göre, Sarı Saltuk, Dobruca’ya yerleştikten sonra vefatına kadar irşat faaliyetlerini sürdürmek gayesiyle çeşitli tekke ve zaviyeler açmıştır. Dobruca’daki Sarı Saltuk, Kaliakra’daki Sultan Tekkesi, kendisinin açtığı ve faaliyette bulunduğu tekkeler olarak bilinir.

            “Sarı Saltuk’un adına ölümünden sonra açılan tekkeler Babaeski’deki Eski Baba Tekkesi ile Kütahya Şeyhlü’deki Sarı Selcük Tekkesi’dir. Sarı Saltuk uğradığı yerlerde önemli hizmetlerde bulunduğundan adına makam türbeler oluşturulmuştur. Saltuknâme’ye göre, başlıcaları Kaliakra (Bulgaristan), Babadağı (Romanya), Blagay (Hersek), Ohri (Makedonya), Kruya (Akçahisar/Arnavutluk), Rumelifeneri (İstanbul), Babaeski (Edirne), Bor (Niğde), Diyarbakır, Tunceli ve İznik gibi merkezlerde olmak üzere Sarı Saltuk’un pek çok türbesi bulunmaktadır.”[6]

            Koyun Baba Efsanesi, Sarı Saltuk’un Babadağı’ndaki türbesinin nasıl bulunduğuna işaret eden önemli bir kaynaktır. Efsanede yer alan anlatı şöyledir: “Koyun Baba’nın mezarı, Babadağ’ın hemen yanındaki tepenin başında, ormanlık bir arazinin içinde bulunmaktadır. Bu efsaneye göre, Koyun Baba’nın koyun sürüsü yaylıma gidip gelirken yolun belli bir yerinde koyunlar ikiye ayrılmaktadır ve o belli yeri çiğnememektedir. Babadağ köylüleri bu yerin kaybolmaması için bir direk dikerek işaretlediler. Kazı sonunda Sarı Saltuk Baba’nın cesedini buldular. Mezarın başına bir taş dikerek daha sonra Sarı Saltuk’un türbesini inşa ettiler.”[7]

            Babadağı’ndaki zaviye, 1484’te II. Bayezid’in emriyle külliyeye dönüştürülmüş ve etrafında Babadağı şehri kurulmuştur. Buradaki zaviye, 18. ve 19. yüzyıllarda vuku bulan Rus istilaları sebebiyle harap olmuş; fakat 1828’den sonra zaman zaman tamir edilerek muhafaza edilmiştir. Önceleri Hristiyanlar tarafından da ziyaret edilen türbe, günümüzde tarihî ve manevî bir mekân olarak ilgi görmektedir.

            Netice

            Balkanlarda, Sarı Saltuk’un da mühim rol aldığı, İslam’ın yayılması sürecinden bahsetmek mümkündür. Sarı Saltuk’la başlayan bu süreçte, Balkanlara uzanan erenler, bu toprakları bir taraftan Osmanlıya hazırlarken, diğer taraftan da yeni kollarla iskânların oluşmasında ve sulhta ciddi gayret göstermişlerdir.

            Balkanlarda bulunan tekkeler, yalnız dinî faaliyetlerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda içtimaî hayatın her safhasında tesirli bir rol oynamışlardır. Kısaca bu tekkeler ilim, kültür, sanat ve edebiyat gibi pek çok alanda hizmetler vermişlerdir.

            Bu dönemin din ve insan anlayışı, iki asra yakın bir süre boyunca, Sarı Saltuk adıyla bütünleşmiştir. Gerçek şahsiyeti, menkıbevî nakillerinin gölgesinde kalan Sarı Saltuk, faziletlere dayalı bir medeniyetin münevver mümessili olarak, Dobruca’da, hayatının sonuna kadar unutulmaz gayretler gösteren gazi bir derviştir.

            Günümüzde de Yahya Kemal’in:

            “Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan

            Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan

            mısralarında ifade ettiği gibi, Anadolu’nun bağrından çıkıp memleketine dönemeden diyar-ı gurbetteki sade mezarlarında yatmakta olan nice alperen torunları vardır. Balkanlardan Sibirya’ya, Amerika’dan Afrika’ya kadar yayılmış bu torunların her geçen gün sayıları artmaktadır. Belki de dünyanın dört bir tarafına defnedilen bu kutlu muhacirler, zaman içinde hayırla anılır ve kabirleri teveccühle ziyaret edilen birer mübarek mekâna dönüşebilir.

Dipnotlar

[1] Muhammed b. Ali ibn es-Serrâc, Tuffâhul’l-Ervâh ve Miftâhu’l-İrbâh, Haz. Nejdet Gürkan, M. Necmettin Bardakçı, M. Saffet Sarıkaya, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2015, s. 18.

[2] Evliya Çelebi, Seyahatname II, Haz. Zekeriyya Kurşun, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998, s. 72–73.

[3] Şükrü Halûk Akalın, Saltuk-nâme (Ebu’l-Hayr Rûmî), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1988–1990, c. 3.

[4] Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, İstanbul: Hamle Yayınları, 1942, s. 15.

[5] Ahmet Yaşar Ocak, Sarı Saltık: Popüler İslâm’ın Balkanlar’daki Destanî Öncüsü, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2002, s. 67–68.

[6] Machiel Kiel, “Sarı Saltuk”, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları, 2009, c. 36, s. 149.

[7] Nureddin İbram, Dobruca’daki Müslüman Topluluğu Manevî Hayatından Sayfalar, Constanta: Ex Ponto, 1999, s. 20–21.

Bu yazıyı paylaş