Kur’ân-ı Hakîm’in beyanındaki i’caz yönlerinden birisi de seçmiş olduğu kelimelerdeki inceliklerdir. Bu kelimelerin bütünü, kendileriyle kastedilen anlamı tastamam ifade ederler ve –farz-ı muhal– onların yerine bir başka kelime konulacak olsa, o mânâyı aynıyla korumak mümkün olmaz. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın buna benzer ayrı bir mucizevî yönü de az kelâm ile çok mânâ ifade etmesi, bazen bir cümle, bazen bir kelime ile beşer kelâmına müyesser olmayacak şekilde anlam zenginliğine sahip olmasıdır.
İşte Allah Kelâmı Kur’ân-ı Mübîn’deki o incelikli ve muhtevalı kelimelerden birisi de Bakara sûre-i celîlesinin üçüncü âyet-i kerimesi olan “Ve yukîmûne’s-salâte / (O müttakiler) namazı (salâtı) ikâme ederler” cümle-i mübarekesinde geçen “ikâme” kelimesidir.
“Elmalılı Tefsiri” diye de bilinen Hak Dini Kur’ân Dili adlı eşsiz tefsirinde merhum allâme Hamdi Yazır, Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın seçtiği bu “ikâme” kelimesi üzerinde en fazla duran müfessirlerden biri olmuştur. Ona göre Kur’ân’da namaz hakkında “yüsallûne/namaz kılarlar” ya da “sallû/namazı kılınız” gibi ifadeler yerine, “yukîmûne’s-salâte/namazlarını ikâme ederler”; “ekîmü’s-salâte/namazı ikâme ediniz”; “hâfizû ale’s-salavât/namazlara dikkat edin” buyrulması çok dikkat çekicidir.
Namazı vacip olan ta’dil-i erkân ile eda etmek yani her rüknün hakkını tastamam vermek, hürmet kelimesiyle karşılayabileceğimiz huşû ve hudû ile kılmak ve hatta kıldırmak, namaz için gerekli olan emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker (iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma) vazifesini yerine getirmek ve namazın tastamam olması için gayret sarf etmek gibi hususlar, Cenab-ı Allah’ın “ikâme” kelimesiyle kullarına bir mükellefiyet olarak buyurduğu emirler cümlesinden olmaktadır. Dahası bu mucizevî kelimenin anlam katmanları arasında anne babaların, çocuklarına vermeleri gereken namaz terbiyesi, mü’minlerin namaz konusunda birbirlerine karşı yerine getirmekle mes’ul bulundukları tavsiye ve hatırlatmalar, idareci konumunda bulunan kimselerin mânileri ortadan kaldırıp imkânları müsait hâle getirmek suretiyle namaza teşvikte bulunmaları ve Cum’a ve cemaat hususunda hassas olma gibi konular da bulunmaktadır.
İkâme kelimesi Arapça olup kıyam (ayağa kalkma) ve aynı zamanda kıvam köklerinden gelmekte ve sözlükte kaldırıp dikmek, düzeltip doğrultmak, teşvikte bulunmak, devamlı yapmak, özen göstererek icra etmek gibi mânâları taşımaktadır. Söz konusu âyet-i kerîmede bu mânâlardan birisi ya da hepsi “istiâre” yoluyla namaz için kullanılmış olmaktadır.
Namaz Dinin Direğidir
Merhum Hamdi Yazır’a göre “dikmek ve doğrultmak” anlamları hatıra, “Namaz dinin direğidir.”[1] mealindeki hadis-i şerifi getirmektedir ve burada din, yüksek bir binaya benzetilmiş ve namaz o binanın direği olarak gösterilmiştir ki iman da bu binanın temeli olmaktadır. Mevzumuz olan âyette de namaz, cemaatle kaldırılabilecek büyük bir direğe teşbih edilmekte ve onun güzelce dikilip doğrultulması suretiyle o yüksek din binasının inşa, muhafaza ve devam ettirilmesinin gerekliliğine işaret edilmektedir. Ayrıca bu binanın daha sonra açıklanacak bir kısım rükûnları, kısımları, ziynet ve güzellikleri bulunduğuna da işaret vardır.
Din gayet büyük ve kudsî bir binadır ve bu binanın malzemeleri ve planı Cenâb-ı Allah’a aittir. İşte bu malzemeleri bu plana uygun kullanarak bu binayı inşa edip içinde saadetle yaşamak da insanlara ait bir vazife olmaktadır. Hamdi Yazır burada, “Temsilen diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah (celle celâlühû), baş kalfası Peygamber (aleyhissalâtü vesselam), amelesi de ümmettir.”[2] şeklinde bir teşbihte bulunmaktadır. Bu binanın temeli, kalblerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği münferiden eda edilen (nafile) namazlarla hazırlanacak, tesviye edilip düzenlenecek, cemaat ile yükseltilecek, sonra da üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şu unutulmamalıdır ki bu bina câmit değil canlı bir binadır. Geçmişte yaşayan selef-i sâlihîn tarafından bir kere yapılmış ve sonradan gelenler de yalnız bu binanın içinde oturacak değillerdir. Bilakis canlı bir bünye gibi her gün yeniden inşa edecek ve büyüyüp inkişaf etmesi için cehd ü gayret göstereceklerdir.
Bu bina ve direk teşbihi, Müslümanların içtimaî durumu ile alâkalı olarak namaz ibadetinin kıymet ve ehemmiyetinin büyüklüğünü anlatmaktadır. Gerçekten de namaz, Müslümanlardan oluşan bir toplumun direği ve İslam’ın bütün fakültelerinin binasıdır. Cemaatle namaz kılmak ve kıldırmak o direği dikmek, münferiden ikâme edilen namazlar da bu direği hazırlayıp düzeltmek anlamına gelir.
Dosdoğru, içi dışı temiz ve muntazam olarak namazı ikâme etmek, imanın inkişaf ederek bütün vücuttan fışkırması ve hayatın akışına bir intizam ve istikamet vermesidir. Böyle bir namaz ile zâhir ve bâtın temizlenmiş, kalb ve beden de temrinat ile kuvvetlendirilmiş olacaktır.
Namazı ikâme eden kimselerin en az dört kazancı vardır. Bunlardan birincisi iç ve dış temizliği, ikincisi kalb kuvveti, üçüncüsü zamanın tanzimi ve dördüncüsü de toplumun salâhıdır.
İnsan, namazla kibir ve gururunu kırar, başkalarına karşı her zaman kardeşçe tavırlar içinde bulunmaya hazır olur ve her yaptığı işi Allah rızası için yapma hususunda yüksek bir ahlâk kazanır. Bunun için de A’râf sûre-i celîlesindeki, “Ey Âdem’in evlatları! Her namaz vaktinde mescide giderken, süsünüz olan elbisenizi giyinin!” (7/31) emrine uyarak namazda giyinebileceği en güzel ve temiz elbisesini giydiğinde, kendisine gurur verme ihtimali bulunan bu hâl içinde örtülecek nice ayıplarının bulunduğunu düşünmek ve yüzünü yerlere koyup kalbiyle iman ettiği Yüce Allah’ın huzurunda kibir ve gururunu kırarak defaatle secdeye kapanmak namazın en önemli rükûnlarından biridir.
Namazda, özellikle secdenin kibri kıran bu mühim tesirinden dolayıdır ki mütekebbir insanlar daha çok namazın secdesine itiraz ederler. Süslü elbiseleri içinde alınlarını Allah’ın rızası için yere koymak mecburiyeti onların kibir damarlarına pek fena dokunur. Bunun içindir ki Allah (azze ve celle), Bakara sûre-i celîlesinde, “Muhakkak ki namaz, huşû sahibi olmayan ve Allah’tan hakkıyla korkmayanlara pek ağır gelir.” (2/45) buyurmuştur.
Namaz, insandaki kibir ve gururu kırarken aynı zamanda insanın ruhî hürriyetine öyle bir yükseklik kazandırır ki bu yükseklik en ihtişamlı hükümdarların huzurunda bulunmanın verdiği şereften çok daha yüksektir. İşte bunun için namaz mü’minin miracı olmuştur. Yani onu beşeriyetin dar sınırlarından kurtarıp arş-ı İlahî’ye çıkaran bir merdivendir.
Namazın ayrı bir meziyeti de şudur: Var olmak, hazırlanmak, düşünmek, istemek, defalarca kalkmak, bükülmek, düşmek ve istirahat için oturmak gibi insanın bütün hayatının şekil ve mertebeleri namazın içine yerleştirilmiştir. İşte Cenab-ı Allah, namazını ikâme eden kulunu hayatın bütün kademelerinden geçirir, ona var olmanın sırlarını, dünya ve âhiretin ahvâlini tefekkür ettirir ve âdeta namaz yoluyla onunla konuşur. Böyle bir namaza muvaffak olan mü’min de namazını tamamladıktan sonra, kazandığı büyük bir iman ve sevap ile dünya âlemine geri döner.[3]
“Biz burada namazın dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî bütün fazilet ve faydalarını sayacak değiliz.”[4] diyor büyük müfessir Hamdi Yazır. Onun içindir ki bunların hepsine birden işaret etmek üzere dinin dilinde “büyük sevap” buyrulmuştur. İşte “ikâme-i salât/namazı ikâme” tabiri bu engin mânâyı en belağatlı bir şekilde ifade etmektedir ve bir önceki âyet-i kerimede kendilerinden bahsedilen hidayete namzet müttakileri, “namaz kılarlar” diyerek değil de “namazı ikâme ederler” diyerek tarif, tavsif ve medh ediyor. Bundan da anlaşılır ki âyetin mealinde “namaz kılarlar” ifadesiyle yetinmek doğru değildir.
Bakara sûre-i celîlesinin ikinci âyetinde geçen “ikâme” kelimesi üzerinde titizlikle duran merhum Elmalılı, bu konudaki tefsirini, peşinden gelen “es-salât” kelimesi üzerinde sürdürerek şu çok ince tespiti ortaya koyar: Burada “salât” kelimesinin elif-lâm’ı ahd içindir ki, keyfiyeti (nitelik) bilinen; şart ve rükûnları, sünnet ve edepleri, işlenmesi mekruh olan ve namazı fesada uğratan amelleriyle ma’lum bir namaz demektir. Nitekim Fahr-i Kâinat Efendimiz (aleyhi elfü elfi salâtin ve selam), “Beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz siz de öyle kılın.”[5] buyurmuş ve O’ndan fiilî, sözlü ve takrirî olarak alınan namazın sıfat, mahiyet ve nitelikleri, o zamandan günümüze kadar Müslümanlarca bilinmiş, tatbik edilmiş ve kitaplara kaydedilmiştir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’da “yüsallûne” buyrulmayıp da “yukîmûne’s-salâte” buyrulmasında bu mânâ da mevcuttur. Âyet-i kerimedeki “yukîmûne’s-salâte” ifadesinin “dosdoğru namaz kılarlar” anlamına gelmeyip “namazı (yani kendilerine göre bir namaz değil, Allah ve Resûlü’nün murat edip hoşnut olduğu namazı) dosdoğru kılarlar.” demek olduğu görülmektedir.
Netice
Allah (celle celâlühû), Kur’ân-ı Mübîn’de namaz ibadetiyle alâkalı olarak seçmiş olduğu tek bir kelime ile, dinin direği sayılan bu mühim ibadetin ehemmiyeti ve biz kullar tarafından nasıl eda edilmesi gerektiği hakkında pek çok nükteyi beyan buyurmuştur. En güzel şekilde ibadet edilmeye yegane layık olan Yüce Rabbimiz’in bize ta’lim buyurduğu bir dua ile sözlerimizi tamamlamak istiyoruz: Ya Rabbenâ! Bizi de neslimizi de namazı ikâme eden kullarından eyle. Dualarımızı lütf u kereminle kabul buyur.
Dipnotlar
[1] El-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 3/135, 136; El-Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 3/39.
[2] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul: Azim Dağıtım, 1992, s. 187.
[3] Bkz. Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş, Şeyh Hamid-i Veli Minberinden Hutbeler, Haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, İstanbul: Nasihat Yayınları, 1996¸ s. 129.
[4] A.g.e. s. 189.
[5] Buhârî, Ezân, 18.