Yerküremiz Isınırken

Hayata beşiklik için hususî donanımla yaratılmış yerküre sistemimiz, dıştan içe doğru manyetosfer, atmosfer, hidrosfer, yer kabuğu, manto ve çekirdek olarak düzenlenmiştir. Küremiz uzayda yol alırken sert yer kabuğu, bal kıvamındaki manto ve çekirdek farklı hızlarda döner. Demirce zengin, binlerce kilometre kalınlıktaki bu kütlelerin birbirlerine uyguladıkları büyük sürtünme kuvvetleri, devasa elektrik akımlarının ve manyetik alanların yaratılmasına vesile olur. Dünya’nın gök taşlarından ve Güneş fırtınalarından korunmasında rol oynayan 50 bin km kalınlıktaki manyetik kalkan meydana getirilir.

Yeryüzünün yaklaşık %70’i su ve %30’u karadır. Azot, oksijen, karbondioksit, su buharı, metan ve eser gazlar; solunum, fotosentez ve yeryüzü sıcaklığı başta olmak üzere hayat için önemli fonksiyonlar görür. Sonuçta bu kompleks sistem; rüzgâr rejimlerini, yağışları, okyanus akıntılarını, buzulları, çölleri, ormanları, dağları ve bütün canlıları üzerinde barındırır. Mükemmel bir ekosistem olarak emrimize verilmiş yeryüzü yuvamız, bugün küresel ısınma sebebiyle büyük bir tehdit altındadır.

Karbondioksit ve Küresel Isınma                                                                                                            

Dünyamızda tüketilen bütün enerjinin %80’inden fazlası petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtlardan üretilir. Denizlerdeki bir hücreli yeşil alg ve yosunların ve ormanların milyonlarca yıl zarfında yer altında uğradığı dönüşümle yaratılan fosil yakıtlar (hidrokarbonlar) yandığında yapılarındaki karbon, havadaki oksijenle birleşir ve yerküremizin üstünü battaniye gibi örten (en önemli sera gazı) CO2 meydana gelir. Atmosferin %99’unu oluşturan azot ve oksijenden farklı olarak sera gazları (CO2, CH4 [metan] ve H2O [su buharı]) Güneş ışığıyla ısınan yeryüzünden enerjisi azalmış şekilde yansıyan ışık ve ısıyı emer ve bunu yeryüzüne doğru tekrar yayar. Atmosferde bir seranın çatısı gibi rol oynayan CO2 olmaksızın yerkürenin ortalama yüzey sıcaklığı donma noktası üstünde tutulamazdı. Buna karşılık, bugünkü gibi gerekenden fazla CO2’nin olması, dışarıda hava soğuk iken bir seranın içindeki havanın ısınması (sera etkisi) gibi, küresel yeryüzü sıcaklığının kalıcı olarak artmasına yol açar. Tavan ve pencereleri şeffaf cam veya naylondan olan ve her tarafı kapalı tutulan bir sera, Güneş ışığının girmesiyle ısınır, fakat ısının büyük kısmı içeride hapsolur, dışarı kaçamaz, böylece seraya kış ortasında yaz gelmiş olur. Sonuçta, canlıların da yaşadığı atmosferin ilk 10 kilometrelik kısmı (troposfer), artan CO2 oranı sebebiyle ısının uzaya kaçmasını önleyen bir battaniye vazifesi görür ve yeryüzünde küresel ısınma meydana gelir.

Yeryüzünü saran atmosferimiz sebebiyle dünyamızın sıcaklığı kutup-ekvator, yaz-kış ve gece-gündüz ortalaması 15–18°C aralığında, mucizevî bir şekilde ayarlanmaktadır. Sebepler açısından anahtar olarak bu hassas ayarda karbondioksit gazı kullanılmaktadır. Karbondioksit, bitki ve hayvan gibi canlıların solunumları ve öldükten sonra çürümeleri, kireç taşı gibi yaygın karbonatlı kayaçların hava ve su şartlarından etkilenmesi, orman yangınları ve volkanik faaliyetlerle meydana gelmektedir. Ancak Sanayi Devrimi ile birlikte insan faaliyetlerinden kaynaklanan fosil yakıt kullanımı, ormanların yakılması, ağaçların kesilmesi ve çimento üretimi ile zirveye çıkmıştır. Kısacası, “enerji üretimi ve tüketimi”, karbondioksit artışının üçte ikisinden sorumlu hâle gelmiştir.”[1]

Yeryüzünde hayatın devamı açısından karalar ve denizler ile atmosfer arasında su, karbon, azot ve CO2 gazının devr-i daimi, sebepler açısından çok önemlidir. “Fakat bugün atmosferdeki CO2, son 400 bin yılın en yüksek oranını gösteriyor. Son yüzyıldaki ölçümler, 350’den 400 ppm’e düzenli yükseliş gösterdi. İlk defa 2013’te 400 ppm’i (on binde 4’ü) aştı. 2011–2020 arasında, insanlığın atmosfere saldığı CO2’nin ancak yarısının kara ve denizlerde emilebildiği hesaplandı. Yerkürenin sınırlarını çok aşan ve fıtrî süreçlerle ortadan kaldırılamayan miktarlarda yaydığımız karbondioksitin, son 60 yılda yıllık artış hızı, önceki artışların hızından yaklaşık 100 kat fazladır.

Gözlem analizlerine göre, bu gaz 2021’de tek başına insanlığın ürettiği bütün sera gazlarının yol açtığı toplam ısınmanın üçte ikisinden sorumludur. Karbondioksitin tıpkı içtiğimiz sodada olduğu gibi denizlerde çözünerek karbonik asit (H2CO3) oluşturması, okyanusların (pH’ını düşürür) asitliğini artırır. Sanayi Devrimi’yle birlikte okyanus yüzey sularının pH’ı 8,21’den 8,10’a düşmüştür. Küçük gibi görünen bu değer, bilinen 200 bine yakın canlı türünün yaşadığı okyanuslardaki hassas hayat dengeleri ve besin zinciri açısından çok önemlidir.

Jeolojik ve meteorolojik kıstaslarla yapılan zaman tahminlerine ve karbondioksit ölçümlerine dayanarak, son birkaç milyon yıldaki uzun buz devirlerinde de karbondioksit artışına bağlı olarak, yeryüzü sıcaklığı belli zamanlarda yükselmiş, Dünya’nın ve Güneş’in  yörüngelerinde ve dönme eksenlerindeki değişimlere bağlı olarak kuzey yarım küreye gelen Güneş ışığındaki artış ile ılık ara dönemler yaşanmış, tıpkı sıcak yaz gününde gazoz kutusunun patlaması gibi ısınan okyanuslardan karbondioksit çıkışı ve ısınma da artmıştır. Buz tabakalarından sondajla alınan örneklerdeki hava kabarcıklarının analizi, havadaki karbondioksit seviyesinin son birkaç milyon yıl boyunca, yine de 300 ppm’i geçmediğini göstermiştir. Sanayi Devrimi öncesinde bu değer 280 ppm, Hawaii’deki Mauna Loa Volkanik Gözlemevi ölçümlere 1958’de başladığında ise 315 ppm’di. Bugün ise insanlık tarihinin en yüksek değerlerindedir. Tahminlere göre üç milyon yıl önce küresel yeryüzü sıcaklığı 2,5–4 °C iken karbondioksit nispeti bugünkü kadar ve ısınmaya bağlı buzul erimeleri sebebiyle o dönemdeki deniz seviyesi 5–25 metre daha yüksek görülmektedir. Fosil yakıtların yerine güneş, rüzgâr ve hidrojen gibi yenilenebilir temiz enerji kaynakları devreye sokulamaz ve atmosferik karbondioksit seviyesi 800 ppm’e ulaşırsa dünyamız ancak sınırlı sayıda canlının barınabileceği korkunç bir sona doğru ilerlemektedir.”[2]

Büyüme Ekonomisi = Karbondioksit                                                                                                      

Eşitlik olarak verdiğimiz bu başlık, durumu gayet iyi özetlemektedir. “Karbondioksit gazı 2000–2019 arasında Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya gibi ekonomisi hızla gelişen ülkeler ile ABD, AB ve Japonya gibi ekonomisi büyümeye devam eden ülkeler sebebiyle artış göstermiştir. COVID-19 pandemisinden dolayı 2020’de 2019’a göre %5,3 azalma gösterse de 2021’de tekrar 2019 seviyesine çıkmıştır. Dünya nüfusunun %49,2’sini teşkil eden bu ülkeler, küresel Gayrisafi Millî Hasıla’nın %62,4’ünü üretmektedir ve fosil yakıt tüketiminin %66,4’ü ile karbondioksitin %67,8’inden sorumludurlar. Uzun vadede ise, AB’nin 27 ülkesinin özellikle temiz enerji yatırımlarındaki planlı artışlara bağlı olarak karbondioksit üretmeleri giderek azalmış, 1990’da %16,8’den 2021’de %7,3’e düşmüştür.”[3]

Okyanus Akıntıları, Büyük Sahra, Amazonlar

Küresel ısınmanın hemen görülen zararları sebebiyle Atlas Okyanusu’nda iklimin yumuşamasında, kuş hayatında ve balık sürülerinin taşınmasında rolü olan Gulf Stream ile Pasifik’te deniz yüzeyi sıcaklığında rol oynayan ve yağışlara yol açan El Nino gibi iklime tesir eden okyanus akıntıları da bozulma yoluna girmiştir.

Allah’ın kurduğu sisteme bilerek veya bilmeyerek yaptığımız müdahaleler, dünyamızı giderek bozmaktadır. “Kuzey Kutbu ve Grönland’daki buzul kayıplarıyla bölgesel ısınma ve Atlantik’e gelen tatlı su miktarı artmış, sıcak Afrika kıtası ile Atlas Okyanusu arasındaki sıcaklık farklılığı düşük bir seviyeye ulaşınca Batı Afrika mevsim yağmurları azalmış, Sahra’da kuraklık ise artmıştır. Neticede ısı ve tuz hareketinde önemli rolü olan Güney Atlantik Sirkülasyonu, insan faaliyetine bağlı bozucu tesirler sebebiyle 20. yüzyılın ortalarından bu yana %15 nispetinde yavaşlamıştır. Okyanus suyu sıcaklığının artması sonucu bu yavaşlama, Büyük Sahra yoluyla Güney Amerika’daki Amazon yağmur ormanlarını tehdit etmektedir.

Gezegenimiz üzerindeki en büyük toz mineral kaynağı, Büyük Sahra’nın güneyinde (Çad) yer alan Bodele Çöküntüsü’dür. Deniz seviyesinden 155 metre yükseklikte, 500 km uzunluğunda, 150 km genişliğinde ve 160 metre derinliğindeki çöküntüden bilhassa kurak mevsimde (ekim ile mart arası) büyük fırtınalarla, milyonlarca ton toz birikintisi (sediment), Atlas Okyanusu üzerinden Güney Amerika’ya taşınmaktadır. Günde 700 bin ton tozun meydana geldiği bu çöküntüden kalkan rüzgârlarla taşınan toz, Amazon yağmur ormanlarında su ve toprak veriminin artmasında rol oynamakta, bu şekilde yılda 50 milyon ton taşınma yapılmaktadır. ABD’nin doğu kıyılarına ulaşan Sahra tozunun büyük kısmı da Bodele Çöküntüsü’nden kaynaklanmaktadır. Sonuçta okyanus akıntılarının yavaşlaması, yağışların azalması, toz üreten rüzgâr ve aşınma sistemlerinin bozulmasıyla toz üretim hızı ve miktarı tek bir mevsimde bile düşmekte, bu da Amazon yağmur ormanları açısından alarmın çalması anlamına gelmektedir.”[4]

Kuzey Buz Denizi, Grönland ve Batı Antarktika Buzulları                                                                 

Deniz suyu sıcaklığındaki artışa bağlı olarak Kuzey Buz Denizi’nde yüzen buz dağlarına giderek daha seyrek rastlanmaktadır. Avrupa ana karasındaki buzulların tamamen ortadan kalkma hızı ise daha yüksektir. Bu durum da deniz suyu seviyesinin yükselmesine sebep olacaktır. “Batı Antarktika ve Grönland buz tabakalarının erimesiyle deniz seviyesi daha da yükselmeye başlamış, okyanus suyunun ısınmasıyla küresel çapta, özellikle Avustralya’nın Büyük Bariyer Resifi’nde, sığ su mercanlarının yarısı ortadan kalkmıştır. Küresel ortalama sıcaklık 2°C artarsa, okyanuslardaki ısınma, asitlenme ve kirlilik sebebiyle neredeyse bütün tropik mercanların kaybolacağı tahmin ediliyor. Bu, deniz biyoçeşitliliği ve insan geçim kaynaklarının büyük bir darbe alması demektir.

Kuzey Kutbu’nun küresel ortalamadan iki kat daha hızlı ısınmasıyla, kuzey ormanlarında şimdiden büyük ölçekli böcek hastalıkları ve Kuzey Amerika’daki kuzey ormanlarının ölmesine yol açan yangınlar artmıştır. Daha tehlikeli olan ise Kuzey Kutbu’ndaki kalın buz toprak (permafrost) tabakaları geri dönüşümsüz bir şekilde çözüldükçe, karbondioksitten yaklaşık 30 kat daha güçlü sera etkisi olan metan gazının salınmasıdır.”[5]

“Ayrıca toplu ölümlere bağlı olarak derin deniz tortullarında birikmiş canlı kalıntılarından oluşan metan hidrat tabakaları da bozulmuş ve su sıcaklığındaki artış sebebiyle suya ve oradan da atmosfere metan gazı çıkışları hızlanmıştır. Fosil yakıt kullanımından kaynaklanan her bin birimlik karbondioksit salınımı, 450 birimlik metan çıkışına karşılık gelmektedir.”[6]

İklim değişikliğine, mevsimlerin belirsizleşmesine, yağış anomalilerine, buzulların erimesiyle tatlı suların yok olmasına, deniz suyu seviyesinin yükselmesine, adaların, kıyılardaki yerleşim yerlerinin ve verimli tarım alanlarının su altında kalmasına ve karalarda ve sularda canlı türlerinin ortadan kalkmasına sebep olan küresel ısınmanın küçük bir faydası olarak, kutba yakın bölgelere rüzgârla taşınan bitki ve ağaç tohumlarının uyum sağlayıp gelişmesini söyleyebiliriz. Ancak zararları daha ağır olup birçok tür, binlerce yıldır yetiştikleri enlemdeki yeni sıcaklığa uyum sağlayamadığı için yok olmakta; deniz, göl ve nehirlerdeki bir derecelik sıcaklık artışı bile birçok su canlısının ortadan kalkmasına sebep olmaktadır.

Maalesef yazacağımız kötü senaryo henüz bitmedi: Fosil yakıtların yapısında bulunan kükürt ve azot, yanmayla birlikte havadaki oksijenle birleşip kükürtdioksit ve azot oksitleri meydana getirmekte, bunlar da havadaki su buharıyla birleşerek sülfürik (H2SO4) ve nitrik asitlere (HNO3), yani asit yağmurlarına sebep olmaktadır. Asit yağmurları; toprak kalitesini, ormanları, ziraat sahalarını ve bitki örtüsünü bozmakta ve besin zincirinin ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Kireç taşı ve mermerle inşa edilmiş yapılar, asit yağmurları sebebiyle tahrip olmakta, asitliği artan nehir, göl ve denizlerdeki toleransı düşük canlı türleri ortadan kalkmakta, dayanıklı olanlar ise besin zincirinin bozulmasıyla gıdasız kaldığından toplu yok oluşa mârûz kalmaktadır.

Bütün bu saydığımız olumsuzluklar, insan faaliyetine bağlı ısınma ve kirlilik sebebiyle canlı türlerinin yok oluş hızı, bugün binlerce kat artmış durumdadır. Biyoçeşitliliğinin hızla azalması, gezegenimiz üzerindeki hayatın beklenenden çok daha süratli bir şekilde ortadan kalkma riskini de beraberinde getirmektedir. İlmî araştırmaların ortaya koyduğu çözüm tedbirlerinin hemen hepsi bilinmektedir: Çevreyi sömürücü alışkanlıklardan kurtulmaktan, israfa girmemekten, yeryüzünü Allah’ın bize armağanı ve emaneti olarak görmekten, sade ve mütevazı bir hayat yaşamayı kabul etmekten başka çıkış yolu gözükmüyor.

Dipnotlar

[1] “Here’s how CO2 emissions have changed since 1900”, www.weforum.org/agenda/2022/11/visualizing-changes-carbon-dioxide-emissions-since-1900/

[2] R. Lindsey, “Climate Change: Atmospheric Carbon Dioxide”, June 23, 2022, www.climate.gov/news-features/understanding-climate/climate-change-atmospheric-carbon-dioxide

[3] “CO2 emissions of all world countries – 2022 Report”, Publications Office of the European Union, Luxembourg, 2022.

[4] R. Washington ve ark. “Dust as a tipping element: The Bodele Depression”, Chad. Proc Natl Acad Sci USA, 2009, 106:20564 –20571.

[5] D. I. A. McKay ve ark. “Exceeding 1.5°C global warming could trigger multiple climate tipping points”, Science, 9 Sep 2022, 377/ 6611.

[6] D. Archer ve ark. “Ocean methane hydrates as a slow tipping point in the global carbon cycle”, Proc Natl Acad Sci USA, 2009, 106:20596 – 20601.

Bu yazıyı paylaş