İzmir’de 1961–1962 yıllarında Altın Park’taki Türk Ocağı’na giderdik. Başkanı, Kemâl Fedaî Coşkuner Bey idi. Kendisi Kestanepazarı’ndaki İmam-Hatip ve İlahiyatta Talebe Yetiştirme Derneği’nin başkanı Ali Rıza Güven’in hemşehrisi olduğundan ve zaman zaman Kestanepazarı Yurdu’na gelip öğrencilere konuşma yaptığından, bu toplantılara gitmemize bir engel yoktu. Ancak akşamları yurttan ayrılıp gittiğimiz için, söylenilen saatte toplantıların başlamaması, bizim için sıkıntı oluyordu. Bazen toplantıların bir saat geç başladığı olurdu. Ben de üst sınıflardan İhsan Emci Ağabeyimle beraber giderdim. O çok kitap okur ve cemaatleri de iyi tanırdı. Yine bir akşam dönüp yurda doğru gidiyorduk. Hatuniye Camii’nin yanında bir grupla karşılaştık ve selamlaştık. “Ağabey, bunlar kim?” diye sordum. “Bunlar Nur talebeleri… Bunlara hayran oluyorum. Bir söz verdiklerinde saniye şaşırmazlar!” diye cevap verdi. Bu ifade Türk Ocağı toplantılarına bir tepki ifadesiydi. Ben bunlardan bazılarını Kestanepazarı Camii’nin avlusunda da görmüştüm. Pantolonu yamalı olanları da hatırlıyordum. Onlar farklı ve mübarek insanlardı.
İhsan Ağabey beni Agora semtinde ikamet eden Selamî Ağabey’in evindeki Risale-i Nur sohbetine de götürmüştü. Daha sonra Yahya Alkın Ağabey’le bu derslere gidip gelmeye başlayınca Muzaffer Arslan Ağabey’i de tanıdım. Bu ağabeyimiz 1928 senesinde Erzurum’un İspir kazasının Gaziler Köyü’nde dünyaya geldi. 1950’de İzmir’e taşındı. Alsancak Devlet Demir Yollarında üç sene çalıştı. 1954’te istifa edip ayrıldı. Sırf Risale-i Nurlara hizmet mülahazası ile Manisa’ya gitti.
Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nurları tanıdıktan sonra adanmışlık ruhuyla ve yaşatma düşüncesi ile kendi dünyasını, insanların âhiret saadetleri için feda etmeye karar vermişti. Artık bütün Türkiye’yi il il, kasaba kasaba, köy köy dolaşmaya başladı. Risale-i Nurları anlatıyor ve dağıtıyordu.
Tabiî bu kolay olmuyordu. Uğradığı beldelerde zaman zaman takibata uğruyor, mahkemelere çıkarılıyor ve hapislere atılıyordu. Onun için bunların pek bir önemi yoktu. Yolun kaderi bu idi.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri onun bu gayretlerinden çok memnundu. Muzaffer Ağabey’in gayretleri, 1950’de tanıdığı iman ve Kur’ân hizmetinde, vefat ettiği 2007 yılına kadar aynı ritimde devam etti.
Onun İzmir’de ilk tanıştığı kişilerden biri, Abdurrahman Cerrahoğlu’dur. Risaleleri toplu hâlde ilk defa ondan almıştır. Sonra Mustafa Birlik, Mehmet Uslu ve Hüseyin Çağdır ile tanışmıştır. İlk dönemlerde sohbetleri, hatta vaazları, bilhassa Beşinci Şua’daki meseleler hakkında olmuştur.
Ülke çapında Risale-i Nurları yayma gayretini çok büyük fedakârlık, hatta cefakârlık içinde ifâ ediyordu. Bu yolda bazen aç kalırdı. Üstad’ın tabiriyle, “fıtrî nurcu” ifadesine uygun bir hâli vardı.