Nureddin Zengî ve Adaleti

Eski asırlarda olduğu gibi, geçtiğimiz yüzyılda da insanlık, derin parçalanmaların, çöküntülerin ve yıkımların acı sahnelerine şahitlik etti. İlme ihtiyaç duyuldu, ahlakî pusula sarsıldı ve siyasi istikrar kaybı yaşandı. Ancak bu düşüşün nereye kadar uzandığı hâlâ netlik kazanmış değil.

Bu hadiseler, bazı dertli ve hamiyetperver insanımızı düşüncelere ve arayışlara sevk etti. Bu arayış hâlâ devam etmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in “Hele dünyayı bir dolaşın da mücrimlerin âkıbetleri nasıl olmuş görün!” (Neml, 27/69) emri, bize bu hususta rehber olur. Biz de bu tarih helezonu içerisindeyiz. Yeryüzünde gezmek; okuyarak ve inceleyerek gezmektir. İnişlere ve çıkışlara sahne olmuş kendi geçmişimize bakmak da ibret vesilesidir.

Orta Çağ’da, özellikle Orta Doğu farklı bir karmaşanın içinde yol aldı. Dağınık ve birbiriyle mücadele eden emirlerin hükmettiği bu coğrafya, parçalanmışlığın ve iç çekişmelerin resmini taşıyordu. Müslümanlar Urfa’yı, Filistin’i ve Kudüs’ü kaybettiler; fakat tuhaf bir şekilde, hâlâ kendi aralarında birbirleriyle çekişiyorlardı. Ancak bu çirkin döngüye mola verdirme istidadına sahip olan güçlü el, Zengî Hanedanlığı’nın eliydi.[1]

Devrin tarihçisi İbnü’l-Esîr (ö. 1233), bu dönem için “Zengî ailesi Allah’ın Müslümanlara bir lütfudur.” der. Tarihçiler, “Musul atabeyi İmadeddin Zengî (1146), Haçlılar’ı durdurduğu gibi, Urfa Haçlı Kontluğu’nu yıkarak da Haçlılar’a ilk geri adım attırandır.” tespitinde bulunurlar. Atabek (veya Atabey) Zengî, şehit olduğunda salih bir insan rüyasında onu görür ve “Allah Urfa’nın kurtarılmasına vesile olduğumdan beni azat etti.” ifadesine muhatap olur.[2] Dönemin manevî şahsiyetlerinden Ebu Abdullah b. Ali eş-Şafiî, Urfa Haçlılar’dan alınınca Atabek’e “Ey Zengî, bugünden sonra yaptığın şeyler sana zarar vermeyecektir.”[3] ifadesiyle mücadelenin önemini vurgular. Tarihçi Philip Hitti, “Atabek Zengî’nin, Haçlılar’a karşı sürdürdüğü mücadelenin, art arda gelen kahramanlıklar zincirinin ilk halkası olduğunu belirtir. Selahaddin ile zirveye ulaşır ve Memlûk Sultanı Baybars ile düşmanlarına ölümcül darbeyi vuran kahramanlardandır.” hükmüyle tarihî değeri ifade eder.[4] Urfa Haçlı Kontluğu’nun yıkılması üzerine, II. Haçlı Seferi’nde Zengî de hedef hâline gelir. Bu arada Atabek Zengî şehit olur ve Nureddin Zengî Halep’i merkez edinerek mücadeleye devam eder.

Özellikle son yıllarda, Arap dünyasında, Zengî Hanedanlığı hakkında yoğun araştırmalar yapıldı. Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubî’nin Zengî tarafından yetiştirilip Sultan Tuğrul’un (ö. 1063) Mısır’ı fetih idealinin Zengî tarafından gerçekleştirilmesi, dikkatleri çekti. Özellikle Mısırlı Ahmet Tuleymat ve Hüseyin Munis, Libyalı Muhammed Sallabi, Suriyeli Muhammed Süheyl Takkuş ve Musullu İmadeddin Halil gibi tarihçiler ve ilim adamları, bu konuda ciddi araştırmalar yaptılar ve bilhassa Zengî’nin bu birliği nasıl tesis ettiği üzerinde durdular. Zengî bu birliği nasıl sağlamıştı?

Genel olarak şu tespitleri yapmak mümkündür: Aksungur’un soyundan gelen Zengî ailesi; ilmî faaliyetlere önem vermiş, adil bir yönetim uygulamış, saltanat hırsından uzak kalmış, kucaklayıcı ve makul kararlar vermiştir. Bu değerler, Mülkün Sahibi’nin yaratılış ve fıtrat kanunlarına dayanır. Mülk, bu sıfatlara sahip olanlara verilir; bu sıfatlardan mahrum olanlardan alınır.

Tarihçi Hüseyin Munis, Nureddin Zengî’nin kendisine Halife Ömer bin Abdulaziz’i örnek aldığını söyler. Hatta tarihçiler, İslam yönetim tarihinde, hakkını vererek dini yaşama ve adalete önem verme açısından ilk dört halife ve Ömer bin Abdulazîz’den sonra Nureddin Zengî’nin gelebileceğini ifade ederler.[5]

Nureddin Zengî insanlara zulmetmekten çok korkar. Mütevazı bir hayat sürer. İlim yuvalarını destekler, hayır ve hasenatı çok sever. Düşmanına bile yiğit ve dürüst davrandığından Haçlılar’ı kendisine hayran bırakır ve kendisine “şövalyelik” unvanı verilir.[6]

Ülkenin sınırları genişler ve yeni yerlere idareciler atanır. Yöneticilerin yapabileceği zulümlerden sorumlu olmaktan endişe duyan Zengî, adalet ve huzurun hâkim olması için gayret eder. Hukuk; yönetimin ve siyasetin de üstündedir, ama ihtiraslar ortaya çıkınca bu düstur ihlal edilir. Hâkimler, vali ve komutanların etkisi altında kalabilir veya aralarında anlaşıp zulümde birleşebilirler. Bunları gözlemleyen Zengî, bir gün bazı yöneticilerin konumlarını kullanarak haksız kazanç elde ettiklerini duyar ve Şam’da “Divan-ı Adl” adlı bir kurum oluşturur. Bu kurum, Zengî de dahil olmak üzere, her devlet memurunun üstünde ve özellikle yöneticilerin şikâyet edilip halkın hakkını arayabileceği bir makam olur. Zengî’nin adaletini ve hassasiyetini bilen yöneticiler kendilerine çeki düzen vermeye başlarlar. Zengî’ye yakın olan bir idareci bile hoşuna giden bazı arazileri konumunu kullanarak halktan ucuza almıştır. Bu mahkemenin kurulduğunu görünce durumu anlar ve hemen arazileri sahiplerine iade edip özür diler.

Zengî, tebaasının gözünde ihtişamlı bir portre çizmişti. O, halkının arasında yaşardı. Şehirlere gezintilere çıktığında, gecelerini kulelerin burçlarında geçirirdi. Hem askerin durumunu hem de savunma tedbirlerini teftiş ederken halkla birlikte cirit oynardı. Güçlü bir imanı olan bu insanın samimiyeti ve sağlam karakteri, ona halk nezdinde ayrı bir itibar kazandırıyordu.

Bir gün yüksek mahkemeye Nureddin Zengî ile ilgili bir şikâyet gelir. Halktan biri, kendisine ait olan arsayı Zengî’nin kendi üzerine aldığını iddia eder. Divan-ı Adl’ın başkanı, devrin önemli âlimlerinden Kemaleddin Şehrizori’dir. Durum Zengî’ye haber verilince belirlenen günde mahkemeye gelir ve sanık sandalyesine oturur. Sunulan deliller ve karşılıklı itirazlar sonucunda arsanın Zengî’ye ait olduğu ortaya çıkar. Nureddin Zengî şikayetçi olan adama dönüp “Kalbinde tatmin olmadığın bir itirazın var mı?” diye sorar. Şikâyette bulunan kişi, kalbinin tatmin olduğunu ve hükme razı olduğunu söyler. Bunun üzerine Zengî “Ben de bu arsayı sana hediye ediyorum. Aslında bunu daha önce de yapabilirdim, ama ‘Zaten benimdi, gasp edilmiş malımı aldın.’ diye düşünebilirdin ve adalet tecelli etmezdi. Şimdi benim olduğu ortaya çıktı ve sana hediye ediyorum.” der. Böyle bir idarede hangi devlet memuru usulsüzlük veya yolsuzluk yapmaya cüret edebilir? Kalblerin tatmin olduğu ve huzurunun adaletle sağlandığı toplumlarda böyle bir birlik ve beraberlik sağlanır. Selahaddin Eyyubî de Zengî’den bahsederken, “Efendisinin yolunu takip ederek bölgeye yeniden huzuru getirdi.”[7]ifadelerini kullanır.

Devrin başka bir tarihçisi İbn Hallikân (ö. 1282), “Şam halkı arasında, Zengî’nin kabri başında yapılan dualar kabule şâyândır anlayışı yaygındır. Ben tecrübe ettim ve oldu.” der.[8]

Dipnotlar

[1] İbnü’l-Esir, Târihü’d-Devleti’l-Atabekiyye, s. 69–70.

[2] Muharrem Germiyanlı, Erbil Selçuklu Medeniyeti, İskenderun: Color Ofset, 2014, s. 44.

[3] Türkler Ansiklopedisi, Eskişehir: Türk Dünyası Vakfı, 2014, c. 6, s. 1197.

[4] Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev. Salih Tuğ, İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2021, s. 1036.

[5] Hüseyin Munis, Nureddin Mahmud, Kahire, 1991, s. 15.

[6] A.g.e.

[7] Munis, a.g.e. s. 50.

[8] İbn Hallikân Kadı Şemseddin, Tercüme-i Vefeyâtü’l-A’yân, c. 5, s. 187.

Bu yazıyı paylaş