Paylaşabilme

Paylaşma denilince, insanın sahip olduğu maddî ve manevî şeyleri, her canlıya karşılıksız olarak vermesi anlaşılır. Bu, kendisine yettiği kadarını alıp kalanını başkasına vermedir. Hatta kendisine yetmese bile başkalarının hayatî ihtiyaçları için onlara verebilmelidir. Tabiî ki paylaşma, bazen karşılıklı da olabilir. Herkes elinde olanın fazlasını diğerine verir.

Karşılıksız paylaşmaya en güzel örnek zekâttır. Zekât, toplumdaki düzeni sağlar, karşılıklı sevgiyi artırır. Fakirler, zenginlere karşı diş bilemezler, onları kıskanmazlar. Çünkü zekât yoluyla zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını giderirler. Bu durum, asla zenginlerin yukarıdan bakmasına yol açmaz. Çünkü zekât dinin beş esasından biridir ve Allah (celle celâluhu) tarafından zenginlere emredilmiştir.

Her zaman, her şartta, maddî durumu iyi olan insanların, ihtiyacı olan insanları rencide etmeden, onları mihnet altında bırakmadan görüp gözetmeleri bir insanlık görevidir. İnsanın elindeki her şeyi, başta aile fertleri olmak üzere yakın akrabaları, komşuları ve diğer insanlarla paylaşabilmesi ayrı bir güzelliktir. Çünkü bu şekilde bir paylaşım, paylaşanı huzurlu ve mutlu yapar. Böylelikle birbirini sevip sayan insanların oluşturduğu bir huzur toplumu meydana gelir.

“Bir çiftçi, her yıl en kaliteli mısır yetiştiren ödülünü alırmış. Çiftçi, ödül aldığı mısırların tohumlarını da ekmeleri için komşularına dağıtırmış. Bunu öğrenen bir gazeteci röportaj yapmak için çiftliğe gelmiş. Gazeteci çiftçiye sormuş: ‘Seninle her yıl aynı yarışmaya giren komşularına, kaliteli tohumlarından vermeyi nasıl göze alabiliyorsun?’ Çiftçi cevap vermiş: ‘Yoksa bilmiyor musun? Rüzgâr, olgunlaşan mısırlardan polenleri alır ve tarla tarla dağıtır. Eğer komşularım kalitesiz mısır yetiştirirse çapraz tozlaşma sonucu her geçen yıl ürettiğim mısırın kalitesi düşer. Eğer kaliteli mısır yetiştirmek istiyorsam, komşularıma da kaliteli mısır yetiştirmeleri için yardım etmeliyim, bilgilerimi onlarla paylaşmalıyım.’ Hayatımız da böyledir. Hayatlarını anlamlı ve iyi bir şekilde yaşamak isteyenler başkalarının hayatlarını da bu şekilde paylaşarak zenginleştirmelidir. Bir hayatın değeri, dokunduğu hayatlarla ölçülür. Mutluluğu seçenler, başkalarının mutluluğa ulaşmasına yardım etmelidir. Birimizin refaha ulaşması, herkesin refaha ulaşmasına bağlıdır. Bundan dolayı da her konuda paylaşmasını öğrenip bunu bir hayat düsturu hâline getirmek gerekir.”[1]

Kültürler ve Sınırlar

Her insanın yetiştiği bir kültür ortamı vardır. O kültür ortamında o insanın dini, dili, gelenek ve görenekleri vardır. Bundan 20–30 yıl önce “Medeniyetler sınır tanımaz, kültürler sınır tanımak zorundadır.” denilirdi. Yani fizik, kimya, biyoloji ve tıp gibi bilimlerin paylaşılması gerekir. Bunlar her yere sınır tanımadan gidebilir. Ancak “Kültürel değerler her yere gidemez; bir başka toplum bunları sorgulamadan alamaz ve kendi kültürü içinde kalma durumundadır.” gibi bir düşünce söz konusu idi. Artık iletişim ve ulaşım vasıtaları ile dünya bir köy hâline gelmiş, her an, her yerde, herkes karşılıklı görüşebilme yanında, sosyal medya aracılığı ile dünyanın neresinde ne olmuşsa anında haberdar olabilmektedir.

 Herkes ve her şey iç içe geçmiştir. Ülkelerin ve kültürler arasındaki fizikî sınırların fazla bir anlamı kalmamıştır. Farklı diller de öğrenilince, herkes birbirinden her şeyi rahatlıkla alabilir hâle gelmiştir. Her türlü duygu, düşünce ve bilgi, zaman kısıtlaması olmadan her yere rahatlıkla yayılabilmektedir. İşte burada “zamanın çocuğu”, “mekânın çocuğu” olma ihtiyacı hâsıl oldu. Yani içinde bulunduğu zamanı, anlayışları kavrayabilen, yaşadığı toplumun algılarını, özelliklerini bilen, zamanın dilini konuşabilen insanlara ihtiyaç hissedildi. “Ben ille de kendi sınırlarımın, kendi kültürümün ve kendi anlayışımın içinde kalmak istiyorum.” düşüncesi yok oldu, çünkü artık izole kalınamayacağı görüldü.

Bu durum, insanın kendi kültürünü, inançlarını ve âdetlerini bırakması, onların yerlerine başkalarını alması anlamına gelmiyor. Aksine, farklı kültürler arasında paylaşımı getiriyor. Her kültürün başka bir kültürden alacağı, ona vereceği özellikler oluşuyor. İşte böyle bir pazarda, hangi kültür, düşünce ve anlayış güzelse, ona rağbet ediliyor.

 Herkesin bu duruma kendini hazırlaması ve belli ölçüler içinde bunlara açık olmasında fayda vardır. Bir taraftan kendisindeki güzellikleri, öncelikle davranışlarıyla, sonra sözleriyle anlatması, bunların alıcısını araması gerektiği gibi, diğer kültürlerden, anlayışlardan da neyi, ne kadar, nasıl alması gerektiğini bilip buna da açık olması gerekmektedir.

Aynı şekilde kendi dinimizdeki ve kültürümüzdeki özellikleri; ahlakî, hukukî ve insanî yollarla ve asla zorlama olmadan, neticeyi karşıdaki insanların iradelerine bırakmak şartıyla, uygun usul ve üslupla, zamanın ve mekânın diliyle anlatma ve verme yollarını bulmamız mühim bir vazifedir.

 Bu çerçevede, özellikle dünyanın her yerinde yaşamaya başlamış olan bizler, güzel, doğru ve faydalı düşünce ve davranış biçimlerini almaya, okuyarak, dinleyerek ve pratiğini yaparak edindiğimiz güzellikleri ve davranış biçimlerini de vermeye, onlarla paylaşmaya, bir an önce kendimizi alıştırmamız gerekiyor. Yani asimile olmadan entegre olmaya ihtiyacımız var.

Geldiğimiz yeni ülkelerde, birlikte yaşadığımız insanların, bizlere kucak açmaları yanında, bizim de bu toplumlara, insanî açıdan nasıl daha faydalı olabiliriz, daha önce edindiğimiz hangi tecrübeleri paylaşabiliriz düşüncesi içinde olmamız, insan olmamızın bir gereğidir.

Ortak İnsanî Değerler

Bu toplumlarda kurallara riayet, yalan söylememe, yardımlaşma, nizam, intizam, temizlik, şeffaflık, düşünceye saygı ve insanca yaşama gibi insanî vasıfları gördük, görüyoruz. Belki daha önce bunları biz de yapıyorduk, bunların teoriğini biliyorduk. Değişik sebeplerden dolayı belki unuttuklarımız, tam pratiğe geçiremediklerimiz olmuştu. Bu vesilesiyle bunları yeniden hatırladık, bilmediklerimizi öğrenmiş olduk. Bizden sonra gelecek nesillerimiz de bu güzellikleri öğrenecekler, alacaklar ve yaşayacaklar.

Başta kendi ülkemizde olmak üzere, dünyanın hemen her yerinde, 40 yılı aşan bir zaman dilimi içinde, yukarıda sayılan özellikler ve güzellikler de dâhil olmak üzere, çok farklı kültürlerdeki insanlarla birlikte yaşamayı, sahip olduğumuz her şeyi paylaşabilmeyi öğrendik. “Herkesi kendi konumunda kabul edelim.” ve “İlgi sahamız dışında kimse kalmasın.” gibi prensiplerden hareketle farklılıkları zenginlik kabul ederek bu insanlarla birlikte huzur için yaşamamız, gönül verdiğimiz değerler gereğidir.

İyi niyetlerle açılmış olan eğitim müesseselerinde yeni yetişen nesle insanî değerlerin verildiği, bundan sonra da verilmeye devam edileceği bir süreçten de geçiyoruz. Dünyanın her yerinde açılmış eğitim müesseselerinden mezun olanlar, bulundukları yerlerde güzel temsillerde bulunuyorlar. Sosyal medya aracılığıyla bu güzellikler, farklı dillerde paylaşılabilir. Bu gelişmeler, insanlara faydalı örnekler teşkil edebilir.

Allah (celle celâluhu) herkesi farklı bir fıtratta yaratmış. Her bir fıtratın ve vicdanın, kendisine göre faydalı yanları vardır. İnsanları, tek tipleştirmeye gayret etme yerine, her bir fıtrattan istişareler yoluyla istifade etme yolları bulmak daha makuldür.

 Herkesin kendi konumunda kabul edildiği, farklılıklara saygı duyulduğu, canlıların korunduğu, yaşanılabilir ve sürdürülebilir bir dünyayı geleceğin nesillerine miras olarak bırakmak, insanı hem bu dünyada hem de öbür dünyada mutlu edecektir.

 O zaman gerek bu konularda gerekse başka konularda bildiğimiz ve tecrübe ettiğimiz bu güzellikleri niye başka insanlarla paylaşmayalım ki? Dünyanın en gelişmiş ülkelerindeki biri bin yapan insanlara bu tecrübelerimizi niye aktarmayalım ki? Bunları öğrenen bu insanlar, belki de kendi imkânları ve etki sınırları içinde, bu güzellikleri yaşamaya başlayacaklar, geliştirecekler ve insanlara faydalı olmaya çalışacaklardır. Aynı şekilde bizler de onlardan aldığımız bazı güzellikleri yaşamaya, yaşatmaya devam ederek gerçekten insan olmanın özelliğini ve güzelliğini sergilemeye gayret edeceğiz. Dünyanın neredeyse 180 ülkesinde bu duygu ve düşüncelerle, 40 yıldan beri açılmış olan eğitim müesseselerinde okuyan, buralardan mezun olan, farklı dil, kültür, millet ve dinden gençlerin, Uluslararası Dil ve Kültür Festivali’nde söyledikleri “Yeni Bir Dünya” şarkısında geçen, “Hep birlikte yeni bir dünya kuruyoruz.” ifadesi de işte bu paylaşmanın somut bir örneğini gösteriyor.

İnsanlık adına yapmamız gereken çok işimiz, almamız gereken çok yolumuz var. Başka şeylere ne vaktimiz ne de harcayacak enerjimiz var. Yolumuz açık olsun.

Dipnot

[1] Evren Dede, “Neden elindeki kaliteli tohumları dağıtıyorsun?”, medium.com/@evrendede/neden-elindeki-kaliteli-tohumlar-dağıtıyorsun-6157562f64c7

Bu yazıyı paylaş