Sentetik İlişkiler

Yeryüzü sakinlerinin kendilerine ait çeşitli ilişki ve iletişim tarzları vardır. İnsan hayatının en önemli konularından olan bu husus, tarih boyunca değişikliklere uğrayarak din, kültür, coğrafya, sosyo-ekonomik çevre gibi faktörlerin etkisiyle farklılıklar göstererek devam etmiştir. İnsanın hem şahsî hem de toplumsal ilişkilerinin niteliği ve niceliği, sosyolojik gelişmelerle doğrudan ilgilidir. Her türlü sosyolojik çevre, kendine ait değerler çerçevesinde, iletişim ve ilişki biçimlerine sahiptir. Toplumun en küçük yapısı olan aile içindeki ilişki ve iletişimden başlayıp mahalle, şehir, ülke ve dünya sakinleri ile kurulan ilişkilere kadar görülen farklılıklarda sosyolojik değerlerin katkısı oldukça önemlidir.

            Modernite, hayatın bir kısmını olumsuz yönde etkilemesine rağmen insan ilişkilerindeki değişikliğe ve yeniliğe önemli katkıda bulunmuştur. Özellikle postmodernite sürecinde şahıslar ve toplumlar arasındaki ilişkiler açısından değerlendirildiğinde sentetik ve sosyo-organik denilebilecek iki temel ilişki ve iletişim biçimini görmekteyiz. Sentetik biçim, çoğunlukla çıkar ve mecburiyet üzerine kurulmuştur. Bu iletişim ve ilişki tarzı hem bireyin hem de toplumun ilerleme ve gelişmesi adına önemli bir engeldir. Sentetik ilişkilerin doğru bir iletişim şekli olmadığı, Ölçü veya Yoldaki Işıklar isimli eserde şu şekilde dile getirilmektedir: “Dostluk, her şeyden evvel bir gönül işidir. Onun riya ve aldatmacalarla elde edileceğini sananlar hep aldanmışlardır. Böylelerinin çevresinde, tabasbus ve yaltaklanmaya aldanmış üç-beş safderûn kimse muvakkaten bir araya gelse de bunların, dostluklarını uzun süre devam ettireceklerine kat’iyen ihtimal verilemez.”[1]

            Diğer bir iletişim ve ilişki biçimi ise sosyo-organik tarzdır. Bu yaklaşım, hayatımızın her safhasında gittikçe önemi artan fıtrî değerlere sahiptir. Saf, katıksız ve beklentisiz şekilde kurulan sosyo-organik ilişki ve iletişim hem bireyin hem de toplumun yapı taşlarını kuvvetlendirecek içeriğe sahiptir.

İnsan hayatında sosyal çevre önemli bir ihtiyaçtır. Sağlam ve uzun vadeli bir sosyal çevre, sentetik seviyedeki ilişkilerle elde edilemez. Başka bir ifadeyle, sosyal çevrenin bu tür ilişkilerle, kendi tüzel ya da bireysel yapısı içindeki insanlara güven vermesi, uzun vadeli birliktelik sağlaması mümkün değildir. Her toplumda insanların sosyalleştiği küçük veya büyük tematik gruplar bulunur. Bu grupları oluşturan insanların hangi istek, amaç, çıkar, beklenti, motivasyon veya mecburiyet altında orada bulundukları oldukça önemlidir. Çünkü mecburiyet faktörü kalkıp, çıkarlar gözetilmeyip beklentiler karşılanmadığı zaman sosyal gruptaki üyeler arasında ciddi bir güvensizlik doğar ve grubun dağılması kaçınılmaz hâle gelebilir. Nitekim bu tür grupların hızlı bir şekilde büyüdükleri gibi aynı şekilde küçülüp yok oldukları bir realitedir.

Sentetik ilişkinin kendini etkin bir şekilde hissettirdiği çevrelerde, insanlar genellikle birbirlerine insanî ölçekte ve “göz hizasında” bakmaktan çekinir duruma gelirler. Aksi hâlde çıkar ve iktidarlarının zayıflayıp zarar göreceğini düşünürler.

Herhangi bir ortak değer merkezli en küçük sosyal gruptan en geniş toplumsal yapıya kadar, insanlar arasında kuvvetli bir bağın oluşumunda, sosyo-organik ilişkilerin büyük bir etkisi bulunmaktadır. Yeter ki toplumu oluşturan bireylerin arasında çıkar ve mecburiyet odaklı bir birliktelik olmasın. Ancak ne yazık ki çoğu defa çok iyi niyetlerle bir araya gelen ve çok güzel değerler üreten çeşitli topluluk ve gruplarda, ideal birliğinin getirdiği sosyo-organik ilişkinin, zamanla çeşitli gerekçelerle zedelenerek yerini sentetik ilişkilere bıraktığı görülmektedir. Önceleri bir ibadet neşvesi içinde bir araya gelip ortak idealler çerçevesinde toplumsal problemlere çözüm arayan insanlar, zamanla “ideal yorgunu” hâline geldiklerinde, önceki beklentisizlik duygusu yerini zorunlu ve sentetik bir ilişkiye terk eder. Bu süreç, iyilik merkezli ve istekle yapılan faydalı işlerde bireyleri zamanla gönülsüz, zorunlu olarak bazı faaliyetlere ya da bürokratik toplantılara katılmaktan öte bir fonksiyonu olmadığı fikrine sürüklemektedir.

            Bu tür sosyolojik problemler, sivil toplum hareketlerinde olduğu gibi siyasi bir toplum olan devletler için de geçerlidir. Evvelce çok sağlam temeller üzerinde kurulan siyasi toplum hareketlerinden, zamanla bir devlet hâline gelenler olmuştur. Osmanlı Devleti bu konuda en güzel örneklerden biridir. İlk zamanlar Beylik hâlinde yalın, insanî ve çoğu zaman beklentisiz bir topluluk iken “Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye” (imparatorluk) olduktan sonra bazı yöneticiler, zarurî kabul edilen sentetik ilişkilerin vazgeçilemeyeceğine inanıp eski saffetini yitirdiği dönemler olmuştur. Bu tehlikeli siyasi ve sosyolojik problemler, sadece Osmanlı Devleti için geçerli değildir. Böylesi problemler ancak siyasal toplumun oluşturduğu politik sistem, gelenek hâline gelmiş kurumlar ve birey-devlet ilişkisinin iyi bir şekilde organize edilmesi ile çözülebilmektedir.

            Gerçekten küçük bir topluluk iken sosyo-organik bir şekilde hedeflenen “beklentisiz idealizm”, zamanın ezici çarklarının oluşturduğu sosyolojik gelişmeler doğrultusunda nasıl zorunlu bir sentetik ilişki ve iletişime evrilir? Bu problemin çözümünde siyasal tedbirlerden başka etik ve ahlakî değerler etkili olabilir mi? Eğer cevap “evet” ise, alınacak önlemler var mıdır?

Birey, grup ve devlet oluşumları ile ilişkiler hakkında teorileri olan Machiavelli, Locke, Hobbe ve Rousseau gibi düşünürler, idealist düşüncenin iktidar olduğu bir sistemde bile bürokrasinin vazgeçilemeyecek bir unsur olduğunu, bazıları da dikey ve hiyerarşik bir çatışmanın zarurî olduğunu belirtmektedirler. Bu bağlamda Locke, devletin olmadığı yerde savaşın kaçınılmaz olduğunu savunur. Rousseau, toplumsal özgürlük ve eşitliğin, insanı mutlu eden en önemli faktörlerden olduğunu belirtir. Machiavelli ve Hobbe ise devletin meşruluğunun toplumdan kaynaklandığını ileri sürerek, bu meşruluğun da dünyevî esaslar üzerine yerleşmesini savunmuşlardır.

Sosyo-organik ilişkiler bağlamında Kur’ân-ı Kerim’de ulvî kıstaslar bulunmaktadır. Mesela Hazreti Musa (aleyhisselâm), Firavun’u uyarmak için görevlendirildiğinde, “Haydi kardeşinle birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni anmakta gevşeklik göstermeyiniz. Gidin Firavun’a, zira o iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir.” (Tâ Hâ, 20/42–44) İlahî emri gelmiş ve kendini ilah olarak gören Firavun’la bile insanî ölçüler içinde bir konuşma üslubu salık verilmiştir. Yine Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) hitaben, “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile.” (Al-i İmran, 3/159) buyurularak insanlarla iletişimde organik bir yöntem konulmaktadır.

Diğer yandan beklentisiz idealizmde de her zaman sentetik ilişkilere dönüşme tehlikesi vardır. Tüm semavî dinlerde ve İslam Medeniyetinde oluşan etik, nezaket, nezafet ve benzeri değerler, eğitimli tasavvuf uzmanlarınca sürdürülebilir bir hayat tarzına çekilmiş ve zamanla meydana gelen sentetik ilişkilere birtakım çareler üretilmiştir. Referansını doğrudan İslam’ın temel kaynaklarından alan Yunus Emre, Mevlânâ, Aziz Mahmut Hüdaî ve Bediüzzaman Said Nursî gibi sevgi temelli ahlak teorileri bulunan mutasavvıflar, sevgi dilinin yüksek bir derecesi olan “muhabbetullah” ilkesi ile insan ilişkilerinde “göz hizası” prensibini benimsemişlerdir. Bu model; insanın sosyal ve bireysel ilişkilerinde bireysel farklılıkları öne çıkarma düşüncesinde olmadan saf, temiz, içtenlikle ve beklentisiz bir ilişki ve iletişim modelidir. Bu model ile kişiler, hangi sıfat ile bir sosyal grubun içinde olursa olsun sentetik ilişkiden uzak, içten ve samimi bir iletişim kurabilirler. Sızıntı dergisinin Eylül 2002 sayısında, sevgi dilini kullananların “gönül insanı” sıfatı ile isimlendirildiği makalede, “Gönül insanı herkese hâl ve gönül diliyle bir şeyler fısıldar, çevrelerine hep sevgi mırıldanır, karşılaştıkları ruhları sevgiye uyarır ve yürür, sinelere sevgiden tahtlar kurarlar.[2] denilerek bu metodun önemi vurgulanmış olmaktadır.

            Kendini insanlık için çalışmaya adayan ve “himmeti millet olan” insanların olduğu sosyal çevrelerde, umuma faydalı ve birlikte yapılan işlere, sentetik ilişkinin belirleyicisi olan protokol ve kurallarının bulaşmasına kesinlikle izin verilmemelidir. Böyle bir toplumun her seviyeden bireyleri, sosyal çevreyle herhangi bir statü gözetmeden içten ve samimi bir ilişki kurmalıdır. Sadece ihtiyaç olduğu zaman müracaat edilen sentetik ilişkinin bir sonucu olarak değil, Anadolu kültüründe görüldüğü gibi, hâl hatır sormak, imkânlar doğrultusunda sosyal çevreleri ziyaret etmek ve dostlukların çeşitli gerekçelerle kalıcılığını sağlamak gerekir. En azından modern iletişim araçlarıyla ilişki ve iletişimin devamının sağlanması bireysel ve toplumsal bağların kuvvetlendirilmesine olumlu katkılar sağlayacağı da hatırdan çıkarılmamalıdır. Birlikte yapılan aktivitelerde emredici dilden uzaklığı ifade eden göz hizası prensibinin uygulanması, o çevre ya da topluluğun bireyler arası eşitliğini ön plana çıkarır ve onların sosyal bağlarını da kuvvetlendirir. Öte yandan gerekirse bu tür sosyal çevrelerdeki bireylerin birbiriyle ve çevreyle aralarındaki muhtemel uyumsuzluklar ve problemlerin çözülmesi için uzmanlardan yardım alınmalıdır.

            Hâsılı, ortak değerler paydası altında toplanan insanların kurmuş oldukları sivil toplum kuruluşlarının en temel ilkelerinden biri, sahip olunması gereken sosyo-organik iletişim ve ilişkidir. Bu tür sosyal grup ve gönüllü sivil toplum kuruluşları hem kendi aralarında hem de başka toplumlarla iletişim ve ilişki kurmak durumundadır. Bununla birlikte potansiyel problemlerin çözüm kümesinden biri olarak, bürokrasinin oluşturduğu sentetik ilişkilere fırsat vermeden saf, yalın, beklentisiz, kuşatıcı ve kapsayıcı olan sosyo-organik ilişkiler tercih edilmelidir. Bu iletişim tarzını şöyle özetleyebiliriz: Halkla ilişkilerde “evrensel bir dil kullanılmalıdır ki, o evrensel dil de hâl dilidir. İnsanlığın İftihar Tablosu’ndan sahabeye, sahabeden günümüze kadar bütün gönül sultanları hep bu dili kullanarak kalbleri fethetmişlerdir.”[3]

Dipnotlar

[1] M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 140–141.

[2] M. Fethullah Gülen, “Günümüzün Kara Sevdalıları”, Sızıntı, Eylül 2002.

[3] M. Fethullah Gülen, Fikir Atlası (Fasıldan Fasıla-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 105.

 

Kaynaklar

  1. Giddens, Sosyoloji, Haz. Hüseyin Özel, Cemal Güzel, Ankara: Ayraç Yayınları, 2000.

Aydın Dilara, “Organik Dayanışma ve Sentetik Dayanışma Nedir?” www.sosyologer.com

Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, “İhlas Risalesi”, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010.

  1. Eroğul, Devlet Nedir?, İstanbul: Yordam Kitap, 2014.
  2. Dreyius, Bürokrasinin İcadı, Çev. Işık Ergüden, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.
  3. Dubiel, Yeni Muhafazakârlık Nedir?, Çev. Erol Özbek, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998.

Hasan Yaylı, “Sentetik Düşünceden Ekolojik Düşünceye: Yeni Bir İnsan-Doğa İlişkisi Tasarımının Doğuşu”, Journal of Economy Culture and Society, 34/67–82, 2006.

Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, İstanbul: Oda Yayınları, 2015.

John Locke, An Essay Concerning Human Understanding, İstanbul: Gece Kitaplığı 2021.

  1. Fethullah Gülen, “2003 Kürsüleri”, fgulen.com/tr/eserleri/kursu-akademi-yazilari/2003-kursuleri

Niccolo Machiavelli, Prens, İstanbul: Anahtar Kitaplar Yayınevi, 1994.

Bu yazıyı paylaş