Gönlüm kırık, ruhum sıkkın bir şekilde Cuma namazını eda etme niyetiyle bir avuç gönül erinin iştirak ettiği bir mekâna gitmiştim. O gün hutbede Hocaefendi’nin yıllar önce âsude bir mekânda yaptığı bir kamptan bahsediliyordu. Hutbeyi okuyan kardeşimin samimi ifadeleriyle dile gelen kelimeler, beni dünya-ukbâ boyutlu bir kamp atmosferine götürdü. Kelimeler, sanki cennetin cuma yamaçlarını resmediyordu. Harflerden müteşekkil bu ifadeler, diyebilirim ki, Üstadımızın eserlerinde bahsettiği o cennet-âsâ baharı zihnime taşıdı.
Hatırladınız mı? Hani Üstadımız, “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz inşallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaklar. Sizden ricam şu ki, mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini, mezar taşı denilen, kemiklerimi misafir eden toprağın kapıcısının başına takınız.”[1] diyordu ya, işte ben de o hutbenin tesiriyle kendimi o cennet-âsâ baharda buldum.
Tüm içeriği görmek için lütfen giriş yapınız ya da abone olunuz.
Abone Ol