Ömrünü bir davaya vakfeden her kişi gibi Bediüzzaman da bu mücadelesinde birçok sürgün ve eziyet görmüştür. Mücadelesinin kırılma noktalarından biri ve belki de en önemli kavşak noktasını, Ankara’dan Van’a dönüşüyle ortaya koymuştur. Burada, “Eski Said”den “Yeni Said”e fikrî geçişin ilk adımı olarak inzivaya çekilmiş ve talebe yetiştirmeye başlamıştır.
Ancak, Doğu İsyanları bahane edilerek 1926 yılının şiddetli bir kış mevsimine rastlayan Ramazan ayında, kızaklara bindirilerek önce Trabzon’a, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a götürüldü. Burada, 20 gün süren bir sorgulamanın ardından isyanla ilgisi olmadığı kanaatine varıldı; ancak Ankara’dan gelen emirle Burdur’a zorunlu ikamete tâbi tutulmasına karar verildi. Deniz yoluyla İstanbul’dan çıkarılıp İzmir, Antalya ve Burdur’a doğru bir yolculuğa başladı.[i]
Yolculuk ve Anadolu’daki mücadelesinin başlangıcı ya da Yeni Said’in yeni mücadele yolu bu sürgünle başlamış desek mübalağa yapmış olmayız. Nitekim, önce Burdur, ardından Isparta/Barla, bir müspet hareketin çekirdekten çınara dönüşümünün başlangıcı olacaktır. İstanbul’dan 6 Mayıs 1926’da yola çıkan gemide çok sayıda sürgün bir arada bulunuyordu ve mecburi ikamet yerlerine ulaştırılmaları için başlangıç aşamasında deniz yolu tercih edilmişti. Önce İzmir limanına gelen gemi burada bir kısım sürgünleri bırakmış ve onlar yolculuklarına kara yoluyla devam edeceklerdi. Üstad Hazretlerini 20 Mayıs 1926’da Burdur’a teslim edilmesine kadar geçen yolculuk sürecinde Antalya’ya getirecek olan gemi, İzmir limanında birkaç gün kalmıştır.[ii] Geminin İzmir’de iki ya da üç gün kaldığını öğrenince yine unutulmuş bir hatıranın peşine takılıyorum. Büyük zatların her adımı ayrı bir ufuktur; yolu, izi takip edebilene.
Üstad’ın burada geçirdiği kısa zaman diliminde bile araştırmaya değer bir şeyler bulacağımdan emin olarak kendimi Eşrefpaşa semtinden, İkiçeşmelik’e doğru yürürken buluyorum. Patlıcanlı Yokuşu da denen, farklı dönemlere ait hatıraları barındıran yol üzerinde ilerlerken, sonraki yıllarda Risale-i Nur’un ilk dershanelerinden biri sayılan ve Mustafa Birlik Ağabey’in sonraları hizmete bağışladığı binaya da uğrayarak devam ediyorum.
Burası Mezarlıkbaşı semti, İzmir’in Konak ilçesine bağlı. Burada, şimdilerde Polis Anı Evi denen, o günlerin Mezarlıkbaşı Eski Kececiler Karakol binasını görüyoruz. Üstad ve yanındakilere ilk burada resmi işlem yapılıyor ve farklı yerlere gönderilmek üzere gece kalacakları otele jandarma nezaretinde götürülüyorlar. Üstad’ın o iki gece BüyükAbdülkadir Paşa Oteli’nde kaldığı bilgisi üzerine oteli soruşturuyorum. İlk bilgi, karakol binasının hemen karşısında bulunan şu an katlı otopark olan yer. Burası 80’lerin sonuna kadar otel olarak kalmış, sonraları yıkılmış ve yıllar sonra belediye tarafından otopark haline getirilmiş. Diğer bilgi ise, Üstad’ın burada değil az ilerideki Paşa Konağı Oteli’nde kaldığı yönünde. O günleri hatırlayan yaşlı bir zatın oğlundan edindiğim bir hatıraya göre Üstad otelden bir defa çıkıp İkiçeşmelik Camii’nde bir vakit namaz kılmış. Otelden oraya mesafe yakın olduğundan bu camiye de uğruyorum.
Katlı otopark hayallerimi yıkmış olsa da diğer alternatifin peşine düşüyorum. Mezarlıkbaşı ve Anafartalar Caddesi üzerinden Basmane’ye doğru giden dar, eski bir sokaktan geçerek aradığım binaya varıyorum. Binanın son hâli, “Paşa Konağı Oteli”. Çok eski ve bir hayli yıpranmış bir bina. Bu eski binanın, bundan neredeyse 90 yıl önce Üstad Bediüzzaman’ı iki gün misafir ettiğini düşününce binaya saygım ve ilgim artıyor. Yıkık, metruk hâliyle içimi burkan, boyası ve sıvası dökülmüş bina beni geçmişe yakınlaştırıyor.
Üstad’ın bu sürgününün şahitlerinden, sonraki dönem milletvekili olmuş, Meclis Başkan Vekilliği de yapmış olan Kinyas Kartal Bey İzmir günlerini şöyle anlatıyor:[iii]
“Yolculuğumuz esnasında, akşamları çeşitli yerlerde konaklıyorduk. Tabii jandarma nezaretinde. Bediüzzaman, geceleri yalnız başına bir odada kalmak istiyordu. Hatta şöyle derdi; ‘Beni yalnız bir odaya bırakın, geceleri kimseyi rahatsız etmek istemiyorum’. Seyda ile yolculuğumuz İzmir’e kadar devam etti. Başında bir kefiye (sarık) vardı. Alırlar, hakaret ederler diye düşünüyordum. Ama herkes saygı duyardı ona. İzmir’de Mezarlıkbaşı semtinde bir otelde, zannediyorum Abdulkadir Paşa Oteli’nde, iki gece kaldık. Sonra bizi Manisa’nın Muradiye kazasına Bediüzzaman’ı da Burdur’a götürdüler. Yolculuk sırasında, özellikle İzmir’de çeşitli sohbetler oluyordu. Kendisi sık sık, ‘Eski Said öldü’ derdi.”
Bu hatırattan açıkça anlıyorum ki Üstad Bediüzzaman İzmir’de kalmış. Mekânı bir solukta geziyorum. Ayak izlerinde dolaşırken yokluk ve sürgüne rağmen, bu bilinmez (ilk kez yolunun düştüğü) şehirde bile dimdik bir Üstad hayal ediyorum. Şam’daki meşhur hutbesinden sonra, Beyrut üzerinden İstanbul’a deniz yoluyla gelirken, 1911 yılında, İzmir Limanı’ndan kısa bir bakışı olduğunu ve şehri o kadar gördüğünü hatırlıyorum.[iv]
Kaldığı odayı öğrenemesem de tek başına kaldığını ve kimseyi rahatsız etmeden ibadet ettiğini o günleri yaşayanların hatıralarından okuyorum. Hatta jandarmanın kapıda beklediği ve gece boyu içeriden yükselen dua seslerini komutanına ilettiğini de aynı şekilde öğreniyorum. Asker bir gün yüzbaşına gelerek şöyle diyor: “Ben bu zatın kapısında bekliyorum. Bundan sonra bekleyemem, çünkü kapısını ben kilitliyorum, kapı açılıyor. Namaza kalkıyor. Sanki kendisiyle beraber binlerce adam namaz kılıyor.”[v]
Birden bir ezan sesi beni kendime getiriyor. Ses, az ileriden, belki Hisar belki Şadırvan Camii’nden geliyor. Sonra başka bir sır geliyor zihnime: Üstad, bu mekânda belki bu camilere nazar etti ve çok geçmeden bu camilerden gür bir sesin yükselişi duyuldu. O bakış, o dinleyiş belki bir tohumdu bu şehre, hatta bu şehrin tohumuyla yeşeren her beldeye.
Binanın o dönemdeki sahibi de ayrı bir güzellik ve heyecan veriyor bana. Sızıntı dergisi ilk çıkmaya başladığında imtiyaz sahibi olan ve Hocaefendi’nin “Kocaman” diye övdüğü Şerafettin Kocaman Beyefendi’nin kayınpederi, bu otelin sahibi imiş o zamanlar.
Bu konuda Abdullah Aymaz Bey şöyle yazıyor:[vi]
“Şerafettin ağabeyin anne tarafından dedesi, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin postacılarındandı. Postacı Abdullah… Yazılan Risaleleri köylere taşımıştı. Tam teyidini yapamamakla beraber, Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul üzerinden deniz yolu ile Antalya’ya götürülürken, kayınpederinin İzmir’deki otelinde bir müddet misafir edilmiş diye işitmiştim.”
Bu otelde başlayan bir tohum, zamanla insanlığın en ücra şehirlerine kadar yayıldı. Bediüzzaman Said Nursi’nin İzmir’de attığı bu tohum, iman hakikatlerinin ve Risale-i Nur’un yayılmasına vesile oldu. İzmir’deki bu kısa ve anlamlı dönem, onun mücadelesinin bir parçası olarak tarihçelerde pek yer almamış olsa da büyük bir öneme sahiptir. Tohumu ekilip bahçıvana emanet edilen yerler sayabileceğimiz bu küçük eski bina, ne büyük göründü gözüme! Buradan sonra Antalya üzerinden Burdur’a geçecek ve “Nurun İlk Kapısı” eserini telif ederek “Yeni Said Devri”ne bu kapıdan girecek, bu Nurlukapıya giden yollardan biri olan İzmir, daha nice kapıların açılmasının ilk adımı hükmünde olacaktı.
Mustafa Birlik Ağabey hatıralarında İzmir ile ilgili Üstad’ın bir tespitini paylaşır: “Kardeşlerim, İzmir, benim nazarımda çok mühimdir… Eğer Ahmet Feyzi ve sizler orada olmasaydınız, benim oraya gelmem lazımdı.”[vii]
Mekâna güç veren O zatın hayatının bir kısa anına dokunmanın sevinci ile veda ediyorum bu binaya. Yine o dar sokaklardan Üstadın ayak izlerini takip ediyorum. O izler nereye götürürse.
[i] Weld, M. F., Bediüzzaman Said Nursi, Entelektüel Biyografisi, s. 240.
[ii] Badıllı, A., Mufassal Tarihçe-i Hayat, cilt 1. s. 720.
[iii] Şahiner, N., Son Şahitler, Cilt 1.
[iv] Bediüzzaman’ın Gittiği, Kaldığı Yerler ve Ziyaretgâhlar, Online Ansiklopedi, www.nurpedia.org.
[v] Bediüzzaman’ın 1926 Sürgünü, www.sakev.org.tr
[vi] Aymaz, A., “Şerafettin Kocaman”, Çağlayan Dergisi, Ağustos 2020.
[vii] Özcan, Ö., Ağabeyler Anlatıyor 3, Nesil Yayınları, 2009.