HAKİKATİN AYNASI: VASİYETNAME’NİN ÇAĞRISI

Vasiyetnâmeler, ait olduğu kişinin hayat felsefesinin, inanç değerlerinin ve ahlak anlayışının birer aynası gibidir. Bu belgeler, yazarının hayata karşı duruşunu, insani ve ilahi değerler konusundaki hassasiyetlerini ve geride bırakmak istediği mesajları içerir. Bu yönüyle, bir vasiyetnameyi okumak, o kişinin dünyasına açılan bir pencereyi aralamak gibidir.

Bizim Dünyamızda Vasiyet

Kur’ânî bir kavram olarak vasiyet, ilahi taleplerin bir yansıması olarak müminlere rehberlik etmiş ve Müslüman toplumun idrakine farklı buutlarda yansımıştır. Allah Teâlâ’nın zât-ı celâline taalluk eden vasiyetleri, “farz kılma” ve “emretme” bağlamında anlaşılmıştır.[1] Peygamberlerin vasiyetleri de ilahi hitabın gölgesinde, emirle eşdeğer bir ciddiyetle karşılanmıştır.[2] Allah Resulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem); “Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakırlar; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.[3] hadisinin bağlamı düşünüldüğünde, İslam âlimlerinin de vasiyetnameleriyle ümmete rehberlik ettikleri rahatlıkla söylenebilir.

Vasiyetnameler en yalın hâliyle; “vefat eden kişinin, vefatı sonrasında yapılmasını arzuladığı şeyleri hâvi yazılı vesikalar”dır.[4]

Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), vasiyeti dinen meşru kılarken, aynı hadisin siyakında “maddi ve manevi cihetle hayır ve teberru anlayışının kişinin vefatının ardından da devam ettirilebilmesini” gerekçe olarak öne sürdüğü görülmektedir.[5] Böyle olmakla birlikte Peygamberimizin kendi vasiyetleri, maddi zenginliklerden ziyade manevi bir mirasın intikaline dairdir. Ebû Hüreyre’den (radıyallâhu anh) nakledilen “Bize mirasçı olunmaz, geriye bıraktığımız sadakadır.” hadisi[6], peygamberlerin hikmet dolu rehberliğini berrak bir şekilde ortaya koyar. Evet, onun bıraktığı miras, müminlerin hayatını nurlandıran nebevî bir rehberlik; iman, ahlak ve ihsanla örülmüş eşsiz bir manevi değerler manzumesi olmuştur. Onun hayatı, her yönüyle insanlığa bir kılavuzdur. Tavsiyeleri, kimi zaman emir, kimi zaman öğüt, kimi zaman da suskunluğun içindeki hikmetli bir mesaj olarak yankılanır. İşte bu yüzden, onun bıraktığı miras, salt sözlerin ötesinde bir hayat tarzıdır; insanlığı karanlıktan aydınlığa taşıyan bir köprüdür. Vedâ Hutbesi de bu hikemî mirasın en önemli örneklerinden biridir.[7] Zaman ve mekânı aşarak tüm insanlığa hitap eden bu hutbe, aslında bir ahlaki değerler manzumesidir.

Hocaefendi’nin Vasiyetnamesinin Düşündürdükleri

Allah Resulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) izinde bir hayat yaşama gayretiyle ömrünü geçiren Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kamuoyuna yansıyan vasiyetnamesi, sadece bir âlimin son arzularını değil, aynı zamanda onun hayata, insanlara ve ahiret ufkuna dair bakışını yansıtan bir beyannamedir.

Onunla aynı fiziki ortamda bulunma şansına hiç erişememiş ve sesinin sıcaklığına şahit olamamış olmama rağmen, vasiyetnamesinin satırlarıyla yüzleştiğim o ilk an, iç dünyamda tarifi imkânsız fırtınalar koptu. Sanki her kelimesi, ruhumun derinliklerine inen bir yankı, kalbime dokunan bir nağme gibiydi. O satırların arasındaki ince kavrayış, zamanın ötesinden gelen bir ışık huzmesi gibi gözlerimi kamaştırırken, içimdeki hüzün denizinin dalgaları ona eşlik etti. Bu hâlet-i ruhiye içinde, onun vasiyetnamesinin gönlüme üflediklerini, satırlara dökmeyi, varlığıma yüklenmiş bir borç bildim. Zira onun vasiyetnamesi, ömür boyu ilim ve hikmet ile yoğurduğu hayatının, derin dinî idrâkinin, o idrâkten neş’et eden medenî zühdün ve ahiret bilincine dayalı bilumum hassasiyetlerinin kelimelere dökülmüş birer timsali gibi buudumun sınırlarını zorluyordu.

  1. Geleneğe Bağlılık

Medeniyet havzamıza kök salmış olan diğer vasiyetnamelerde olduğu gibi, Hocaefendi’nin vasiyetnamesinde de önemli bir veçhe dikkat çeker: geleneğe bağlılık. Ancak mahruti bir nazarla baktığınızda, o geleneğe bağlılığın; geleceğin vizyonunda tüllendiğini anlayabilirsiniz.

O, besmele ile başladığı vasiyetine her an aşkıyla tutuştuğu Rabbini (celle celâluhu) şahit tutmuştur. Ardından, olmazsa olmazı hamdele ve salvele ile devam etmiştir. Akabinde ise derinlikli bir ifade dikkatleri çekmektedir: “Âl ve ashâbına kemâl-i Nebî kadrince salât-ü selam olsun.” Evet, “âl”, Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ailesini, yani ehlibeytini temsil etmektedir. “ashâb” ise O’nun (s.a.s) sahabelerini, yani onu gören, ona iman eden ve onunla beraber olan müminleri ifade eder. Bu siyaktaki vurucu nokta ise, “kemâl-i Nebî kadrince” ifadesidir. Aslında bu ifade “Peygamber’in yüce derecesine, makamına yakışır şekilde” gibi bir anlama delalet etmektedir. Ve bu, tam da geleneğin vukûfiyetine sahip bir âlim tarafından ifade edilebilecek bir nüktedir.

  1. Sadelik

Hakikat ehli âlimlerin vasiyetleri, süslü ifadelerden uzak, sade ve özlü bir üslup taşır. Duygusal abartılardan ve retorik zenginliklerden kaçınılarak yazılan bu metinler, içerdikleri anlam ve hikmet sayesinde derin bir etki bırakır. Sadelik, bu vasiyetlerin her seviyedeki okuyucu tarafından kolayca idrâk edilmesini sağlar. Ve bu vasiyetnamelerin etkisi de tam da buradan gelir. Kelimeler ve cümleler, doğrudan doğruya hedeflenen anlamı yansıtmak üzere kullanılır. Edebiyat kaygısı gütmez. Ama bu edebî kaygısızlık, haddizatında edebî bir değer ifade eder! Muhterem Hoceefendi’nin vasiyetnamesinde sizi karşılayan “Erzurumlu Fethullah” ifadesi adeta ene’lerin duvarına çarpan bir sadelik meltemi gibidir.

Sadelik, haddizatında Fethullah Gülen Hocaefendi’yi tanımlayan önemli hasletlerden bir tanesidir. Vefatının ardından onun hakkında taziyeler yayımlayan Doğulu ve Batılı düşünürlerin ağız birliği etmişçesine ifade ettikleri hususlardan biri, onun itidalli sadeliğidir. Ve bu vasiyetname, adetâ asr-ı saadetin safvetini andıran bir hülasa gibidir.

Nice insanlar vardır ki, kelamlarının gönüllerde makes bulup bulmamasını önemsemeden, süslü sözlerle belâgatte yarışır. Oysa asıl gaye, her kelimenin Rabbin rızasına uygun bir minvalde terennüm edilmesidir. Tesir, fuzuli güzelliklerde değil, ilahi kabulde saklıdır. Rabb razı olduğunda, kırık dökük sözler dahi gönüllere şifa olur; aksi hâlde, fasih ve beliğ nutuklar dahi sessiz bir yankıdan öteye geçemez.

  1. Rabbani Mesaj Yüklü Detaylar

Rabbani âlimlerin vasiyetleri, belirli bir dönemin ötesine geçen evrensel mesajlar içerir. Bu metinlerde sabır, tevekkül, tevazu, merhamet ve ahiret bilinci gibi kavramlar; zamanın sınırlarını aşarak her dönem için geçerli olacak şekilde kaleme alınır.[8]

Hocaefendi’nin vasiyetnamesi, modern zamanlar için adeta hikmetli bir nasihat görevi görmektedir. Vasiyetnamesinde yer bulan, “en aşağı bezden bir kefenle” dünyaya veda etme talebini ilk okuduğumda kalbimde hissettiğim sancıyı ve beynimde ona eşlik eden hafakanları hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum! İşte benim hissettiğim ama tanımlamakta zorluk çektiğim o duyguya neden olan, tam da burada kendisini tanımlamak için kıvrandığım şeydir! Bu küçük gibi görünen detayda, dünyaya bakışındaki derin tevazuu ve ahirete yönelişindeki sarsılmaz teslimiyeti yakalayabilirsiniz.

Bu vasiyet, çağımızın madde odaklı yaşam tarzına karşı sessiz ama güçlü bir uyarı, hakikatli bir ders niteliğindedir. Ahireti merkeze alan bir hayatın ve Allah’a mutlak bir teslimiyetin çağrısıdır. Hocaefendi’nin bu son dersinde, aslında her birimizin kendi iç yolculuğuna dair önemli bir mesaj vardır: Sade, samimi ve derin bir imanla yaşamak ve dünya malını değil, ahiret yurdunu kazanmaya çalışmak.

  1. Dünyalıksız Bir Vasiyetname

O, ardında servet ya da zenginlik olarak tanımlanabilecek bir miras bırakmamıştır. Maddi dünyaya dair her şeyden feragat eden Hocaefendi’nin, en yakınları olan kardeşlerine ve yeğenlerine dahi dünyalık adına bir şey bırakmaması bilinçli bir tercihtir.

Dünyayı sadece geçici bir konaklama yeri olarak görenlerin gerçek mirası, bıraktıkları malda değil, taşıdıkları mananın derinliğinde saklıdır. Bunun için onların artlarında bıraktıkları eserlerine, yetiştirdikleri nesillere ve yüreklerde inşa ettikleri yüce gayelere hakşinas bir nazarla bakabilmek gerekir.

  1. Tasadduk Vurgusu

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vasiyetnamesinde, terekesinde bulunan kitap teliflerinin ya da hatıra niteliği taşıyan bazı eşyalarının “sevap beklemeksizin” hakiki veya hükmî şahıslara tasadduk edilmesini istemesi, onun geleneğimizdeki sadaka anlayışıyla ne kadar barışık olduğunu göstermektedir.

Bu isteği, deruni âlimlerin tasadduka bakış açılarıyla da uyum içinde olup, dünyaya yüz çevirmeyi salık veren ve ahirete yönelik kazanımları ön plana çıkaran bir tavırdır. Hocaefendi’nin buradaki “sevap beklemeksizin” ifadesi, tasadduku yalnızca Allah rızasını kazanmak için, samimiyetle ve karşılık beklemeksizin yapma gayesini göstermektedir. Hikmetli âlimler, tasadduk ve sadaka konusunda oldukça cömert olmaları ve dünya malına karşı güçlü bir zühd hâli taşımalarıyla tanınırlar. O, bu tavrıyla, malın bir sahibiyet vesilesi değil, bir imtihan sebebi olduğuna nazarları celbediyor gibidir.

Sonuç olarak, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin on yıllar önce yazdığı ve yanından hiç ayırmadığı anlaşılan vasiyetnamesi, sessiz kelimelerle yükselen bir ahiret nağmesi gibidir. Her bir satırı, madde çağının karanlık patikalarına savrulan insanlığı bir nefis muhasebesine davet ediyor gibidir. Bu vasiyet, tevazunun sükûnetinde saklı bir ihtişam taşımaktadır.

Kendisi için zümrütten saraylar inşa etmeye hazır olanların hayranlıkla izlediği o hakikat eri, bütün o dünyalıkları elinin tersiyle itmiş, yönünü sadece rızâ-i ilâhî ufkuna çevirmiştir. Altından tahtların cazibesine değil, yüksek ahlakın ve derin hikmetin doruklarına yönelmiş, dünya nimetlerini değil, ebedi saadeti tercih eden bir irfan rehberi olarak yaşamıştır.

Onun vasiyeti ne kuru bir miras paylaşımıdır ne de bir dünyevi hesaplaşma. Aksine, bu vasiyet, dünyaya veda ederken ardında bıraktığı manevi bir miras, çağlar ötesine uzanan rabbani bir mesajdır. “Sade yaşa, samimi ol, derin bir imanla hayat sür ve yalnızca Rızâ-i Bârî’yi ara!” diyen bu dingin çağrı, maddeyi değil manayı hedefleyenler için bir rehber, bir ışık ve son bir ders niteliğindedir.

Dipnotlar

[1] Bkz. En‘am, 6/151.

[2] Bkz. Bakara, 2/132.

[3] Tirmizî, “İlim”, 19

[4] Bkz. M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, II, 147, 471, 472.

[5] İbn Mâce, “Vesâyâ”, 5.

[6] Müslim, “Cihâd”, 56.

[7] Bkz. Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, II, 31-33.

[8] Sühreverdiyye’nin pîri Şihâbüddîn es-Sühreverdî’nin (ö. 632/1234) oğluna ve müridlerine yaptığı vasiyetlerden oluşan birkaç varaklık bir risâle buna örnek olarak verilebilir. (Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 428/4). Üslubu ve içeriği, Sühreverdî’nin bulunmadığı ya da hayatta olmayacağı bir döneme yönelik mesajlar içermektedir. Sühreverdî, bu metinde bazı ayetlere (Âl-i İmran 3/3; Ankebut 29/64; Enfal 8/45; Bakara 2/132) işaret etmiş ve vasiyetini dua, hamd ve salât-ü selâm ile sonlandırmıştır.

 

Bu yazıyı paylaş