“Zulme uğradıktan sonra
Allah yolunda hicret edenlere gelince,
elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz.
Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür.
Keşke bilselerdi.”
(Nahl sûresi, 16/41)
Yersizlik: Kaybolan Köklerin Arayışı
Göç, bireylerin yalnızca fizikî bir yer değişikliği değil, aynı zamanda kimlik ve anlam arayışı içinde olduğu bir yolculuktur. Bu süreçte bireyler genellikle kaybettikleri bağları yeniden kurmaya çalışırken yeni bir aidiyet duygusu geliştirmekte zorlanabilirler. Göç eden bir bireyin geçmişle gelecek arasında sıkıştığı bu durumda, özellikle kültürel değerlerin kaybı ve toplumsal bağların yeniden inşası büyük önem taşır. Tarihte benzer olaylara bakıldığında göçmen toplulukların kültürlerini devam ettirme çabaları, travmayı aşma konusunda dikkate değerdir.
“Yersizlik” kelimesi, bir coğrafi aidiyetin ötesinde, insanın varoluşsal temelini kaybetmesini ifade eder. Fiziksel bir göç, mekân ve yurt değişikliğinde birey iç dünyasında derin sarsıntılar yaşar. Yersizlik, yalnızca bir evin ya da memleketin terk edilmesine değil; bireyin aidiyet duygusunun, sosyal bağlarının ve anlam dünyasının da altüst olmasına sebep olabilir. Türkçede “yersiz yurtsuz” ifadesi, bu durumun hem fiziksel hem de psikolojik yönünü kapsar. Göç eden birey, tıpkı köklerinden koparılmış bir ağaç gibi, yeni bir toprağa tutunma çabası içinde hem fizikî hem de ruhî bir mücadele verir.
Son yıllarda yapılan araştırmalara göre, göç eden bireylerde “kronik stres” ve “travma sonrası stres bozukluğu” (TSSB) belirtilerine sıklıkla rastlanıyor. Psikolog Mina Cikara ve ekibinin 2021’de yayımladığı bir çalışma , zorunlu göçün bireylerin psikolojik esnekliğini aşındırdığını ve yeni bir ülkede hayata başlama süreçlerinin onlar için yeniden bir “tehdit” olarak algılandığını gösteriyor. Ayrıca, Birleşmiş Milletler’in 2022 raporuna göre göçmenlerde depresyon, kaygı bozukluğu ve kendine yabancılaşma oranları oldukça yüksek. Bu da göç sürecinin, yalnızca sosyal değil, bireyin kimliğine yönelik bir yaralanma olduğunu ispatlıyor.
Psikiyatrist Boris Cyrulnik, yersizlik hissini “travmanın sessiz dili” olarak tanımlar. Ona göre, bireyin köklerinden koparılması, kimlik krizine ve derin bir aidiyetsizlik duygusuna yol açar (Cyrulnik, 2001). Bu durum, özellikle göçmen bireylerde sıkça görülen depresyon, anksiyete ve kimlik bunalımlarıyla kendini gösterir. Ancak Cyrulnik, bu travmanın dönüştürülebilir olduğunu ve anlam arayışıyla bireyin kendini yeniden inşa edebileceğini savunur. Bu tezin pratik bir yansımasına ashab-ı kiramın Medine’ye hicreti perspektifinden bakılabilir.
Peygamber Efendimiz’in Hicreti ve Medine’de Köklenme
Peygamber Efendimiz’in ve sahabenin hicreti, göçün travmaya sebebiyet vermesi realitesinin yanında hem bu durumdan kurtulma hem de bir misyon ve dayanışma hikâyesine dönüşebileceğinin en güçlü örneklerinden biridir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), sahabeleriyle birlikte Mekke’den Medine’ye hicret ettiklerinde, sadece fiziksel bir yer değişikliği yapmamışlar; aynı zamanda yeni bir içtimai düzenin temellerini atmışlardır. Onlar kayıplarının yasını tutmak yerine, dayanışma ve aktif sabır örnekleriyle hizmetle yeni bir toplumun inşa edilmesine vesile olmuşlardır.
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ensar ve Muhacirler arasında kurduğu kardeşlik bağı, bireylerin, topluma kendi yetenekleriyle hizmet ederek anlam bulmalarına vesile olmuştur. Bu kardeşlik modeli, modern göç politikalarına da ilham kaynağı olabilir. Ensar’ın, Medine’ye hicret eden sahabeleri evlerine kabul ederek onlarla tüm imkânlarını paylaşması, günümüzde göçmenlerin topluma entegrasyonu için güçlü bir model sunar. Bu dayanışma modeli, bireylerin yalnızca maddi değil, manevi olarak da güçlenmelerine imkân tanır. Peygamber Efendimiz’in, göç eden bireylere kendi yeteneklerini topluma katkı sunarak kullanmalarını öğütlemesi, anlamlı bir varoluşun temelini oluşturur.
Bu konuya misal teşkil edecek bir diğer husus da Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tacir sahabeleri ticarete yönlendirmesidir. Muhacir esnafın, Medine’ye gelir gelmez pazarın nerede olduğunu sorması ve yeni toplumla kaynaşma gayreti, bu zaviyeden değerlendirilebilir.
Benzer şekilde, İslamiyet’in Malezya ve Endonezya gibi bölgelere ulaşmasında da ticaretle uğraşan Müslümanların dürüstlükleri ve topluma uyum içinde yaşamaları etkili olmuştur. Bu örnekler, ticaretin sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve inanç temelli bir etkileşim alanı olduğunu da göstermektedir.
Bir Tür Terapi: Sosyal Faaliyetler
Bireyin göçün yol açtığı şoktan çıkmasına yardımcı olacak diğer bir faktör ise gerek aynı sıkıntıyı yaşamış diğer göçmenlerle gerekse de geldiği toplumla sadece mekanik değil insan paydasında bir araya gelmeleri ve birlikte sosyal faaliyet yürütmeleri olduğu söylenebilir. Birçok sebebi olmakla birlikte Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine’ye ilk geldiği günlerde yaptığı şu tavsiye sahabenin ilk şoku atlatmasında onlara yol gösterici olmuştur: “Aranızda selâmı yayın. Birbirinize ikramda bulunun ve sıla-i rahimle irtibatınızı koparmayın…” Efendimiz’in burada “sosyalleşme tavsiyesi yaptığı; bireyin göçten dolayı yaşayacağı psikolojik problemleri bu şekilde aşabileceği” söylenebilir.
Başka bir yazının konusu olmakla birlikte Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine’nin yerlileriyle yaptığı Medine Anlaşması, toplumun tüm kesimleriyle kaynaşmaya ve yeni beldenin yurt olarak kabul edilmesine olumlu etki sağlamıştır.
Psikoloji Perspektifinden Göç: Hizmetin İyileştirici Gücü
Göç, yalnızca bir kayıp değildir; aynı zamanda bireyin kendini ve varlığını yeniden tanımladığı bir süreçtir. Viktor Frankl’ın anlam terapisi kuramına göre insan en zor şartlarda bile hayatta kalmak için anlam arayışına ihtiyaç duyar. Hizmet, bu anlam arayışını güçlendiren en etkili yollardan biridir. Frankl’ın teorisine göre, bireyin kendi varlığını başkalarına katkıda bulunarak anlamlandırması, travmanın iyileşmesinde kritik bir rol oynar.
Frankl’ın yaklaşımı, anlam arayışını bireyin iyileşmesi için kritik bir mekanizma olarak görür. Göçmenlerin, yeni bir çevrede anlamlı bir rol üstlenmeleri, topluma aidiyet hissini güçlendirirken aynı zamanda travmalarını da dönüştürmelerine imkân tanır. Örneğin, yerel bir yardım kuruluşunda çalışarak topluma katkıda bulunan bir göçmenin, bu süreçte öz saygısını yeniden kazandığı ve ruhsal olarak güçlendiği gözlemlenmiştir. Hizmet projeleri aynı zamanda, göçmenlerin sosyal bağlar kurarak yalnızlık duygusunu aşmalarını sağlar.
Benzer şekilde, Martin Seligman’ın PERMA modeli, mutluluğun yalnızca ferdî değil, sosyal bağlarla güçlenen bir süreç olduğunu ifade eder ve bunu beş temel bileşenle açıklar.
1. Pozitif Duygular (Positive Emotions): Hizmet yoluyla bireyler, başkalarına yardım etmenin verdiği tatmin duygusunu deneyimler.
2. Bağlanma (Engagement): Göçmenler, hizmetle bir amaca bağlanarak kendi potansiyellerini gerçekleştirebilirler.
3. İlişkiler (Relationships): Hizmet projeleri, bireylerin toplumsal bağlar kurmasını ve yalnızlık hissini aşmasını sağlar.
4. Anlam (Meaning): Başkalarına hizmet, bireyin hayatında anlam bulmasına yardımcı olur.
5. Başarı (Accomplishment): Hizmet, bireylerin katkıda bulundukları projelerle kendilerini faydalı ve anlamlı hissetmelerini sağlar.
Fransız psikolog Isabelle Filliozat ise göçmenlerin yaşadığı yersizlik ve kimlik çatışmalarının çocuklar üzerindeki etkilerini şu sözlerle açıklar: “Bir çocuk, ebeveyninin kimlik krizini hisseder. Göçmen aileler, kökleriyle bağlarını yeniden kurmadıkça çocuklarına sağlam bir temel sunamaz.” Bu bağlamda hizmet, yalnızca bireysel iyileşme değil, aynı zamanda aile içi dayanışmanın ve çocukların sağlıklı gelişiminin de bir aracı hâline gelir.
Travmanın Epigenetik Yansımaları
Epigenetik araştırmalar, travmanın genetik düzeyde nesiller boyu aktarılabildiğini ortaya koymaktadır. Göç eden ebeveynlerin yaşadığı kaygı ve yersizlik, yalnızca bireyle sınırlı kalmayıp; çocuklarını ve hatta torunlarını da etkileyebilir. Harvard Üniversitesi’nin bir çalışması, göçmen çocukların genellikle iki kültür arasında sıkışmışlık hissettiklerini ve bu durumun kimlik krizlerine yol açtığını göstermiştir.
Örneğin, Dias ve Ressler tarafından 2013 yılında yapılan bir fare deneyinde, travmaya maruz bırakılan farelerin, stres yanıtlarını düzenleyen genetik işaretlerin değişime uğradığı ve bu değişimlerin sonraki nesillere aktarıldığı gözlemlenmiştir. Bu tür araştırmalar, travmanın yalnızca bireyi değil, onun torunlarını dahi etkileyebileceğini ortaya koymaktadır. Fransız psikanalist Marie Rose Moro, göçmen çocuklar üzerine yaptığı çalışmalarda, bu çocukların kimlik çatışmalarını aşmalarında ebeveynlerin kökleriyle bağlarını güçlendirmesinin önemini vurgular. Moro’ya göre, “Göç travmasının zincirlerini kırmak, ancak bireyin kendi geçmişiyle yüzleşmesiyle mümkündür”
Çarpıcı Bir Hikâye: Hizmetle İyileşmek
2016 yılında Türkiye’deki siyasi baskıların artmasıyla birlikte Merve, ailesinden ve alışık olduğu çevresinden ayrılarak Fransa’ya göç etmek zorunda kaldı. 31 yaşında bu bilinmezliğe adım atan Merve, kendisini yalnızlık ve çaresizlik içinde buldu. Sosyal çevresinden kopmuş, yeni bir toplumda kendine yer bulmaya çalışan biri olarak, bu dönemde ciddi anlamda umutsuzluk ve yabancılaşma yaşadı.
Ancak, Hizmet Hareketi ile olan bağlantısını sürdürmesi, Merve için bir dönüm noktası oldu. Hareketin Fransa’daki gönüllüleri, ona manevi ve sosyal destek sağladı. Bu dayanışma ortamı, Merve’nin hayata yeniden tutunmasını kolaylaştırdı. Arkadaşlarının tavsiyesi üzerine, her zaman ilgisini çeken ebru sanatını öğrenmeye karar verdi. Başlangıçta bir terapi yöntemi olarak gördüğü bu uğraş, kısa sürede hem iç huzuruna hem de sosyal bağlar kurmasına vesile oldu.
Merve, düzenli olarak bir ebru kursuna katıldı ve bu sanat dalında ustalaştı. Daha sonra, ebru sanatını paylaşmanın Fransız toplumuyla diyalog kurmanın bir aracı olabileceğini fark etti. Yerel derneklerle iş birliği yaparak atölyeler ve sergiler düzenlemeye başladı. Bu etkinlikler, Merve’nin hem kendi kültürünü tanıtmasını hem de Fransız toplumu ile güçlü bağlar kurmasını sağladı. Eserleri ve hikayesi, katılımcılar üzerinde derin etki bıraktı. İnsanlar onun sanatının yanı sıra hikayesine de hayranlık duydu.
Merve’nin bu dönüşüm yolculuğu, göçün yarattığı zorlukların hizmet yoluyla nasıl bir iyileşme sürecine dönüştürülebileceğini gösteriyor. Hizmet Hareketi’nin ortaya koyduğu “hizmet ederek iyileşmek” anlayışı, Merve’nin hayatında somut bir şekilde karşılık buldu. Sanat aracılığıyla hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir dönüşüm sağladı.
Yersizlikten ‘Anlam’a ve Köklülüğe: Çözüm Önerileri
Göçmenlerin yersizlik hissini aşabilmeleri için bir dizi strateji hayata geçirilebilir. Bunların başında, ferdî ya da grup terapileri ile sunulan psikolojik destek gelir; zira bu sayede travmalar paylaşılır, duygusal yük hafifler. Buna ek olarak, hizmet projeleri, göçmenlerin toplum içinde kendilerini değerli ve faydalı hissetmelerine imkân tanır. Öte yandan, kültürel farkındalık eğitimleri, uyum sürecini kolaylaştırırken bireylerin kendi kimliklerini korumalarına da yardımcı olur. Aynı şekilde, toplum temelli etkinlikler, yerel halkla anlamlı bağlar kurulmasını sağlayarak ön yargıları azaltır ve entegrasyonu güçlendirir. Son olarak, aile destek programları, ebeveynler ve çocukların bu süreci birlikte ve daha sağlıklı bir şekilde atlatmalarını destekler.
Sonuç: Göçten Güçlenmeye
Göç, bireyde derin travmalara yol açabilir; ancak anlam arayışı ve hizmet, bu travmayı köklülüğe dönüştürmenin güçlü araçlarıdır. Hizmet, bireyin başkalarına katkı sunmasının yanı sıra, kendi kimliğini yeniden inşa etmesine de imkân tanır. Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hicreti, göçün dayanışma ve misyonla nasıl bir güç kaynağına dönüşebileceğini göstermektedir. Gerçek aidiyet, yalnızca fizikî bir yer edinmekle değil; anlam bulmak ve değer katmakla mümkündür. Bireyin kendi köklerine bağlı kalarak göç ettiği beldede çiçek açması “asimile olmadan entegre olmasıyla” mümkündür. Böylece hem göçün negatif etkilerini azaltacak hem de geldiği coğrafyadaki kültürel zenginliğe katkı sağlamış olacaktır.
Kaynaklar
1. United Nations. (2022). Global migration report. New York: United Nations Publications.
2. International Organization for Migration (IOM). (2024). World Migration Report 2024. Geneva: IOM Publications.
Dipnotlar
[1] Cikara, M., & Coauthors. (2021). “The psychological impact of forced migration: A study of resilience and adaptation.” Psychological Review, 128(3), 450–467.
[1] Cyrulnik, B. (2001). Un merveilleux malheur. Paris: Odile Jacob.
[1] Anthony Reid, Southeast Asia in the Age of Commerce, 1450–1680, Volume Two: Expansion and Crisis, Yale University Press, 1993.
[1] İbn-i Mâce, At’ıme 1.
[1] Frankl, V. E. (1985). Man’s Search for Meaning. New York: Washington Square Press.
[1] Seligman, M. E. P. (2011). Flourish: A Visionary New Understanding of Happiness and Well-being. New York: Free Press.
[1] Filliozat, I. (2014). Les chemins de la résilience. Paris: JC Lattès.
[1] Harvard University. (2023). “Identity crises in migrant children: A longitudinal study.” Journal of Child Psychology and Psychiatry, 64(2), 210–224.
[1] Dias, B. G., & Ressler, K. J. (2014). “Parental olfactory experience influences behavior and neural structure in subsequent generations.” Nature Neuroscience, 17(1), 89–96. https://doi.org/10.1038/nn.3594
[1] Moro, M. R. (2015). Traverser les frontières: Psychothérapie des enfants et des adolescents migrants. Paris: La Découverte.