Zulme Karşı Durmak

Sözlükte “bir şeyi ona ait olmayan yere koymak” anlamındaki zulüm (zulm) din, ahlâk, hukuk gibi alanlarda terim olarak, “belirlenmiş sınırları çiğneme, haktan bâtıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokma, rızasını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma, zorbalık”, özellikle de “güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama” gibi anlamlarda kullanılır.[1]

İslâm dini, emniyet ve güvenin teminatı olarak, zulmün her türlüsünden müntesiplerini sakındırmış ve bu bağlamda adaletin tesisini esas almıştır. Zulüm, ister şahsen isterse devlet eliyle gerçekleştirilmiş olsun, İslâm’ın temel prensipleri doğrultusunda kesinlikle reddedilmiştir. Bizim inanç atlasımız adalet üzerine kurulu bir toplumsal düzenin inşasını emreder. Hazreti Ömer’in (radıyallâhu anh) bir hac mevsiminde yaptığı şu konuşma, bu ilkenin nasıl uygulandığını gösterir: “Ey insanlar! Ben valilerimi size zulmetsinler diye göndermedim. Onları, aranızda zulme mâni olsunlar diye gönderdim. Haksız muameleye maruz kalan varsa, kalksın ve hakkını alsın.”

Kur’ân’da “Zulüm”

Kur’ân-ı Kerim, zalimlerin akıbeti hakkında Resûlullah’a şu hitaplarda bulunur:

“Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O, sadece onları, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir.”[2]

“… Hıyanet ederek zalim olanlar iflah olmazlar.”[3]

 “… Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.”[4]

“Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandıracak olsaydı dünyada tek canlı bile bırakmazdı. Fakat onları takdir ettiği bir vâdeye kadar bekletir. Vâdeleri gelince ne bir an öne alabilir ne bir an geriye bırakabilirler.”[5]

Bu âyet-i kerimeler, zalimlerin dünya ve ahiretteki kaçınılmaz akıbetlerini açıkça beyan etmektedir. Peygamber Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem) zulümle ilgili birçok uyarıda bulunmuş ve zulümden kaçınılmasını şiddetle tavsiye etmiştir. “Zulümden sakının; çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır.” (Müslim, Birr: 56) hadis-i şerifi, bu uyarılardan biridir.

Kur’ân, bizlere zulüm altında zor zamanlar yaşayan kardeşlerimizin her zaman yanında olmayı emretmektedir. Nitekim şu âyet-i kerime bu konuda çok manidardır: “Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içinde bırakılan: “Ey büyük Rabbimiz! Ahalisi zalim olan şu memleketten bizi kurtarıp çıkar. Tarafından bir sahip gönder, katından bir yardımcı yolla!” diye yalvarıp yakaran bir kısım erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda mücadele etmiyorsunuz?”[6] Günümüzde muavenet ve yardımlaşma anlamında çok manidar olan bu âyet, Mekke’de veya başka bir yerde Müslüman olmuş olup da Medine’ye hicret ederek kendilerini işkenceden kurtaramayan müminlerin ve benzerlerinin feryadını dile getirmekte, hicret ederek, güvenli yerlere ulaşan kimselerin, arkada kalan kardeşleri için mücadele etmeleri gerektiğini bizlere haber vermektedir. Unutmamak gerekir ki zulümle mücadele ne kadar önemli ise zulme karşı koymanın bir başka somut örneği de mazlum için çaba göstermek, hâl, hareket ve tutumlarımızla zalimin işini kolaylaştırmaktan sakınmaktan geçmektedir.

Yine Kur’ân-ı Kerim, zalimlere sempati duymayı dahi yasaklamıştır. Zalim, işlemiş olduğu zulüm ve haksızlıklarıyla, ahiretini berbat etmektedir: “Bir de sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati duymayın. Yoksa size ateş dokunur. Aslında sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım görmezsiniz.”[7] Âyet-i kerimenin Arapça ibaresinde yer alan “rükün” kelimesi, “az eğilmek” anlamına gelir ki bu, zalimlere en küçük bir yakınlık göstermenin bile yasaklandığını vurgular. Âlimler, bu yasağın zalimlerin zulmüne rıza göstermeyi, onların fiillerini onaylamayı ve başkalarına da bunu güzel göstermeyi içerdiğini ifade ederler. İnsan bazen kendince makul gerekçelerle zalimin yanında durabilir, ona kalbi ısınabilir. Âyet bu konuda bizleri uyarmakta, zulmüyle yol alanın, yol arkadaşlığını ve ona yakınlık hissetmeyi dahi yasaklamaktadır. Zira zalime sempati duymak, onun zulmüne razı olmak anlamına gelebilir. Bediüzzaman Hazretleri, genel musibetlerin çoğunluğun hatalarından kaynaklandığını ve insanların, zalimlerin yaptıklarına fiilen, zımnen ya da dolaylı yoldan destek vermeleri durumunda, manevî olarak onların zulümlerine ortak olacaklarını, bu sebeple de musibet ve belaların herkesi etkileyebileceğini belirtir.[8]

Hadis-i Şeriflerde “Zulüm”

Zulümle alakalı hadis-i şeriflerde pek çok rivayet vardır. Bunlar arasında özellikle Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadisi, Müslümanlar için son derece önemlidir: “Dinleyin! Benden sonra bir kısım idarecilerin geleceğini işittiniz mi? Kim onların yanına girer, onları destekler ve yalanlarını doğru kabul eder, onların haksızlıklarında onlara yardım ederse benden değildir. Ben de ondan değilim. Bu kimseler havzın başında bana yaklaşamayacaklardır. Her kim de onların yanına girmez, onlarla ilişki içinde olmaz, onların yaptıkları haksızlıklarına yardım etmez ve yalan söylediklerini de kabul etmezse, o kimse benden, ben de ondan sayılırım. İşte o kimse havzın başında bana yaklaşacaktır.”[9]

Bu hadiste, gelecekte zulüm ve haksızlık yapacak bazı idarecilerin geleceği ve bu kişilerin insanları kandırmaya ve zulme meyledecekleri ifade edilmektedir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), onların yalanlarını doğrulayan ve haksızlıklarına yardımcı olan kişiler hakkında “Benden değildir, ben de onlardan değilim.” diyerek, zulme ortak olanları sert bir şekilde uyarmaktadır.

Hadis-i şerif, Müslümanların zulüm karşısında sessiz kalmamaları gerektiğini, bilakis irşad ve nasihat görevlerinden geri durmamaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Din nasihattir; dolayısıyla zalimin zulmüne ve yalanlarına karşı hakiki Müslümanın görevi, onu ıslah etmeye çalışmaktır. Ayrıca hadiste, zulme destek çıkan kimsenin ahirette müminlere Allah’ın lütfu olarak bahşedilecek şefaattan mahrum olacağı anlaşılmaktadır. Allah Resûlü’nün “Zulme arka çıkan kimse benden değildir; ben de ondan değilim.” şeklindeki ifadesi ve bu kişinin Kevser Havuzu’nun başında kendisine yaklaşamayacağına dair beyanları, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bu, Efendimiz’in yolundan sapmış kimselerin ahirette şefaat talebinde bulunmasının zorluğuna işaret etmektedir.

Zulme Destek Çıkmak

Zulme destek çıkmak, Allah’ın gazabına davetiye çıkarmak demektir. Peygamber Efendimiz’in “Bir kimse zulme destek olursa ya da zalime yardım ederse, ondan vazgeçinceye kadar Allah’ın gazabı onun üzerinde olur.”[10] şeklindekibeyanı, bu durumu açıkça ifade eder. Zalim, başkasının hakkını gasp eden, başkalarına haksız yere ceza veren kimsedir. Zulüm hem şahsi hem de toplumsal bir boyuta sahiptir. Şahsi zulüm, kişinin Allah tarafından verilen nimetleri görmezden gelerek bu nimetleri şerre kullanmasıdır.

Zalimin zulmüne son vermek, ona yanlışlarını göstermek, ona yardım etmek demektir. Efendimiz’in “Din kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et.”[11] nebevî beyanı, bu sorumluluğu açıkça ifade etmektedir. Bu hadis, kötülüğü ortadan kaldırmanın bir sorumluluk olduğunu ve Müslümanın bunu yerine getirmesi gerektiğini vurgular. Evet zulümle mücadele edenler adaleti esas tutarak zulümle mücadele edecekler… Bu sorumluluklarını hukuk içinde en güzel şekilde yapacaklardır.

 Öte yandan, insanların zulme sessiz kalmak suretiyle zalime dolaylı destek olması da muhtemeldir. Günümüzde zulüm altında inleyen kardeşlerimizin sesi olmak, onların mağduriyetlerini duyurmak ve bu mağduriyetleri gidermek için çalışan kurum ve kişilerle iş birliği içinde olmak, bizler için çok önemlidir. Zalimin zulmü altında adeta inim inim inleyen kardeşlerimiz mazlum bir şekilde bizlerden destek beklerken, onların maddeten-manen yanlarında olmak yerine, mevcut hizmet ortamlarından kopmak, hicret edilen ülkelerde rahat ve rehavete kapılarak hizmet duygu düşüncesinden uzak kalmakla da -Allah muhafaza- zalimin işini kolaylaştırmış olabiliriz.

Başka bir yazının konusu olmakla birlikte şunu da eklemek gerekir ki zulüm; despot bir idarecinin halkına cevretmesinden tutun da evde eşlerin birbirlerinin hakkına girerek zulme kapı aralamaları da dahil olmak üzere çok geneldir, hayatın bütün alanlarını içine alır. Bu sebeple kıyametin karanlıklarından bir kesit olan zulmün her çeşidinden uzak kalmak gerekir. İdarecinin çalışanlarının hakkına girmesi, eşler arasında hak hukukun çiğnenmesi, komşuların aralarındaki zulme meyilli davranışları, hizmet kervanında koşturan kimselerin iradi veya gayr-i iradi kardeşlerinin hakkına cevretmesi, gıybet ve su-i zanlarla beraber koşturduğumuz kardeşlerimizin haklarına girilmesi ve buna benzer kimi zaman hayatın içinde kaybolan bu tür tutum ve davranışlar zulme dair somut bazı örneklerdir. Unutulmamalıdır ki en büyük zulüm Allah’a karşı yapılandır. Allah’a karşı yapılan isyan nasıl en büyük zulüm ise, Allah’ın sanatı olan insana, durumu, konumu ve sebebi ne olursa olsun zulmetmek, hak katında çok büyük bir mesuliyettir.

Zulme karşı durmak, İslâm’ın temel ahlaki prensiplerinden biridir. Kur’ân ve sünnet, zulmü her türlü ortamda kınamış ve zulme karşı çıkmanın ahlaki bir yükümlülük olduğunu vurgulamıştır. Bir mazlumun gözyaşının dökülmesine sebep olmak, Allah katında büyük bir mesuliyettir. Bu nedenle, zulme karşı çıkmak ve adaletin tesisini sağlamak, her Müslümanın görevidir. Zulmü cihana haykırmak, kardeşlerimizin maddî-manevî yanlarında olmak, her daim muavenet duygu ve düşüncesi ile metafizik gerilim hâlinde bulunmak günümüzün önemli sorumluluklarındandır. Özellikle günümüzde, maddî-manevî desteğe muhtaç olan kardeşlerimizin yanında olmak, dini dili ırkı ne olursa olsun zulmün her çeşidiyle mücadele etmek gerekir.

Evet, “Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı var; bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk’ın divanı var.” sözü bir taraftan zulmedenlerin akıbetini diğer taraftan da zulme sessiz kalanların suç ortaklığını kulaklara fısıldar. Zira “Zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zalim olur.” hakikati zulmün şeriklerine çok şey haykırıyor.

Dipnotlar

[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 44, s. 510-511.

[2] İbrahim sûresi, 14/42.

[3] Yusuf, 12/23.

[4] Bakara, 2/258.

[5] Nahl, 16/61.

[6] Nisa, 4/75.

[7] Hûd, 11/113.

[8] Bediüzzaman, S. Nursî, Sözler, On Dördüncü Söz’ün Zeyli.

[9] Müslim, Birr, 56.

[10] Ebû Dâvûd, Hadis No: 4320.

[11] Buhari, Mezalim, 4.

Bu yazıyı paylaş