Tecdîd Yamaçlarından Ruhun Seyri: RUHUN UFKUNA YÜRÜMEK

Din, insan ruhunun derinliklerinde yankılanan anlam arayışının, ilahi bilgi ile yoğrulmuş cevabı ve sonsuzluğa uzanan mukaddes bir köprüdür. Bu köprü, yalnızca zamanın ve mekânın sınırlılığını aşmakla kalmaz; insanı, en yüce hakikatlerin ışığında şekillendirir, ruhunu ebediyetin berrak pınarlarıyla yıkar.

Evet din, kaynağı gereği daima capcanlı ve taze bir cevherdir. Zamanın yıpratıcı etkilerine maruz kalmaz. Ruhu berrak, gönlü arı duru olan kimseler, dinin emirlerini ilk defa duyuyormuş gibi derin bir heyecan ve tazelikle hissedebilirler. Ancak öyle zamanlar olur ki, temsil keyfiyetinden nasibini alamamış bî-idrak kimselerin dinî ve içtimaî hayatta hoyratça bıraktıkları izler; mektepteki gayesizlikle, mihraptaki liyakatsizlikle ve tekkedeki bağnazlıkla birleşerek tasavvur dünyamızda telafisi güç gedikler meydana getirir.

Bu yaralar, vicdanların körelmesine ve gönüllerde hakikatin berraklığını yitirmesine neden olur. Hayatımıza sinsice nüfuz eden ülfet, baş köşeye kurulur ve ruhun derinliklerini besleyen ilahi neşveyi gölgeler. İşte gafletin bu kuşatması altında, insanlık, dinin o saf ve nezih ikliminden gitgide uzaklaşır, kendi özüne yabancılaşır ve ruhunun derinliklerindeki o sonsuz çağrıyı duyamaz hale gelir.

Dini idrakteki bu donukluk aslında tecdit anlayışının da gerekçesini teşkil ediyor gibidir. Islah ve tecdit; aslında dinin özüne veya hakikatine dair değil, onu algılama, anlama, yorumlama ve yaşama biçimlerine yöneliktir. Yenilenmesi gereken, dinin değişmeyen hakikatleri değil; insanın o hakikatlere yaklaşımı ve kavrayışıdır. İşte revizyoner fertlerin misyonu tam da böyle zor ve sıkıntılı dönemlerde ortaya çıkar ve anlam kazanır. Dinî terminolojide müceddid olarak karşılığını bulan bu ıslahçı fertler, hayatlarını dinin hakikatlerine dair yıkılan köprüleri onarmaya, insanla Rabbi arasındaki engelleri kaldırmaya ve bu ilahi hakikatleri çağın diliyle yeniden yorumlamaya kendini adamış kimselerdir. Ve onların mücadelesi, derinlere kök salmış bir binayı yıkıp yeniden inşa etmeye değil, üzeri tozla kaplanmış, temelleri sağlam bir yapıyı aslına uygun şekilde restorasyona sokmaya dairdir.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tecdid ufkunda şekillenen ve onun pırlanta külliyatında hayat bulan “ruhun ufkuna yürümek” tabiri, hem mânâ hem de estetik açısından müstesna bir ifadedir. Bu ifade, insanın manevi yolculuğuna dair en derin hakikatleri, kelimelerle resmedilmiş bir tablo gibi önümüze serer. Hocaefendi’nin üslubu, yalnızca klasik İslam düşüncesinin hikmet dolu derinliklerini değil, Osmanlı edebiyatının estetiğini ve modern Türk edebiyatının tınısını da bünyesinde barındırır. Onun dilinde semboller, tasavvufi remizlerle buluşarak, okuyucunun ruhunu mest eden bir ahenk oluşturur. Veciz ifadeleriyle kalbe hitap eden bu üslup, yalnızca aklı değil, ruhu ve gönlü de harekete geçirir. Tasvir ettiği hakikatler, kelimelerin ötesine geçerek okuyucunun zihin dünyasında ışık saçan birer hikmet yıldızı olur. Dilindeki ince nakışlar; onun nev’i şahsına münhasır yönleriyle okuyucuyu derin bir tefekkür iklimine davet eder. Onun özgünlüğü, kullandığı tabir ve kavramların orijinalliğinde; kuşatıcılığı ise bu tabirlerin mânâ ve muhteva bakımından kazandığı derinlikte kendini gösterir. Bir kavramın bu özellikleri taşıması, onun sanatsal değerini zirveye taşır. İşte Hocaefendi’nin düşünce dünyamıza kazandırdığı “ruhun ufkuna yürümek” gibi nice tabir vardır ki, onun engin dil ve düşünce dünyasının zarif bir tezahürüdür; insanı hem kendi özüne döndürür hem de sonsuzluğun ufuklarında kanatlandırır.

  1. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vefatından sonra onun, özellikle hayırla yad ettiği kimseler için özel bir nezaketle kullandığı “ruhunun ufkuna yürüdü” tabirini; onun edebî, irfânî ve hikemî derinliğiyle birlikte tefekkür etmeye çalışmak önem arz etmektedir. Bu tabir, sadece bir sözcük öbeği değil, adeta mânânın özüne dokunan bir hikmet tınısı gibidir. Zâhidâne bir marifetle harmanlanmış bu tabir, adeta estetiğin büyüleyici zarafeti ile ince ince dokunmuştur.

Geçmişin İrfanını Geleceğe Taşıyan Din Dili

Geleneğimize dikkatli bir nazarla bakıldığında, nitelikli âlimlerimizin kalemlerinden veya dillerinden dökülen birçok vecizenin aslında dinin temel kaynaklarından süzüldüğü görülür. Zira bu veciz sözler, çoğu kez Kur’ân’daki bir âyete yahut bir hadis-i şerife dayandırılabilecek niteliktedir. Bu yönüyle bu veciz sözlerin; aslında geleneğimizde kök saldıklarını, oradan kuşandıkları feyizle de geleceği kanatları altına aldıklarını hem geçmişin hikmetini hem de yarının ümidini birlikte yüklendiklerini söylemek mümkündür.

Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) Berâ b. Âzib (radıyallâhu anh) tarafından nakledilen ve el-Müsned, Sünenü Ebî Dâvûd gibi güvenilir kaynaklarda, sahîh bir isnatla zikredilen uzunca bir hadis vardır.[i] Allah Resûlü’nün; mü’min ve kâfirin ölümleri esnasında gerçekleşen bir takım ahvâli ayrı ayrı gözler önüne serdiği bu uzunca hadisin bir noktasında şöyle bir anlatım vardır: Mü’min bir kulun dünya ile alakası kesilip, ahirete yönelmeye başladığı zaman kendisine semadan yüzleri güneş gibi parlayan beyaz yüzlü melekler iner. Beraberlerinde de cennet kefenlerinden bir kefen ve cennet kokularından da bir koku bulunur. Nihayet melekler o kişiden gözün görebildiği kadar uzak bir mesafede otururlar. Sonra ölüm meleği gelir ve o kişinin başının yanında oturup, şöyle der: Ey gönül huzuruna ermiş ruh! Allah’tan bir mağfirete ve bir hoşnutluğa gitmek üzere (bedenden) çık! Onun canı, su kabından damlanın akması gibi akarak çıkar. Ölüm meleği de o canı alır…

Hocaefendi’nin, benim tercüme verirken “gözün görebildiği kadar uzak bir mesafe” olarak tanımladığım حَتَّى يَجْلِسُوا مِنْهُ مَدَّ الْبَصَرِ nebevî ifadesinden haberdar olduğu ve hadis-i şerifte ifade buyurulan o ufku nitelikli bir tanımlama ile gelecek nesillere taşıdığı anlaşılmaktadır. Evet, onun anlatımlarında semboller ve tasavvufî kavramlar sıkça yer alır. Dînî-tasavvufî gelenekte kullanılan ve en üst mertebesi “bekâ billah” olarak tanımlanabilecek “ruhun âlem-i berzahtaki sırlı yolculuğunu”, muasır bir dille buluşturmuştur. O bu kullanımla ruhun yolculuğunu, kendinin ilahi hakikate olan hasreti ve içsel arayışı ile mezcederek, modern bir bağlama taşımıştır. Semboller aracılığıyla, okuyucunun veya dinleyicinin kendi iç dünyasında bir yolculuk yapmasını amaçlamıştır.

Derin Anlam Katmanları ve Veciz İfade Gücü

Hocaefendi’nin üslubu, anlam katmanlarının zenginliğiyle gönüllerde iz bırakır. İlk bakışta sade ve anlaşılır görünen ifadeleri, derinlemesine düşünüldüğünde çok boyutlu ve çağlar üstü bir derinlik sunar. Her kelime, bir cevher gibi işlenmiş; her cümle, ruh ve akıl için ayrı bir mânâ âlemi açan veciz bir anahtar olmuştur. Onun sözleri, hem ilim erbabının kalbine hitap eden incelikte hem de gönlü manevi arayışla yanıp tutuşan herkes için erişilebilir bir hikmetle bezenmiştir. Bu, onun dilini sadece bir ifade aracı olmaktan çıkarıp, insan ruhunun derinliklerine işleyen bir tefekkür aynasına dönüştürür.

Bu bağlamda bu tabir, kişinin dünya hayatını tamamladığını ve yepyeni bir yolculuğa koyulduğunu ifade eder. Öyle ya, hayatı da ölümü de yaratan Allah’tır. Dinî perspektife göre insan ruhu dünyadaki görevini tamamladığında yeni bir boyuta geçer. Bu anlamda, “ruhunun ufkuna yürümek,” dünya hayatının ruh için bir son değil, daha yüksek ve ebedî bir yaşamın başlangıcı olduğunu tanımlar. Hocaefendi’nin bu ifadeyi kullanarak; dünya hayatının bir süreç olduğunu ve her ruhun mahiyetindeki câmiiyyet itibarıyla, ebedî yurdu hedefleyen bir bekâ yolculuğunu deneyimleyeceğini dikkatlere sunmak istiyor gibidir.

Şiirsellik ve İç Ahenk

Hocaefendi’nin dili, klasik edebiyatın şiirsel tınılarını muhataplarıyle buluşturur. Dili, Arapça ve Osmanlı Türkçesinden izler taşısa da ağırlaştırılmış bir anlatımdan da uzaktır. Anlatımı, bir yandan şiirsel bir akıcılık barındırırken, diğer yandan dinleyicinin veya okuyucunun gönlünde bir tesir bırakmayı amaçlar. Mesela, ancak başarılı şairlerde görebileceğiniz üzere; aynı terkib içinde, “rûh” gibi insanoğlu için bilinmezlikler içeren çok buudlu bir kavramı, o enginlikle ahenk oluşturabilecek “ufuk” kelimesiyle mezcetmesi, muhatabın içsel bir ritim yakalamasına yardım eder. Ruhun bekâ yolculuğu, sınırının ötesinde kalan, ulaşılması arzu edilen bir hedef olarak kullanılırken, burada ruhun nihai yolculuğuna işaret eder. “Yürümek” ise zorlayıcı bir uğraş ya da ızdırap dolu bir kaybedişten ziyade bilinçli, iradi ve hazırlıklı bir geçişi ifade eder. Bu ifade, diğer ölüm tanımlarından farklı olarak, ölümün yıkıcı veya sonlayıcı bir olay olmadığını; ruh için yeni bir başlangıç ve hayat olarak algılandığını vurgular.

Okuyucuya Hitap Eden Samimi ve Öğretici Ton

  1. Fethullah Gülen Hocaefendi, bir yol gösterici ve bir hikmet erbabı mürşit olarak seslenir. Aslında onu hiçbir zaman öyle bir iddiası ya da beklentisi olmasa da muhatapları onun edebî dünyasında gezinirken bir mürşidin samimiyetini ve kucaklayışını hissederler. O her ne kadar irşâdî bir üslup kullansa da karşısındaki kişinin duygu dünyasını dikkate alma hassasiyetinden de geri kalmaz. Bu üslup, okuyucuyu rahatsız etmeden, yargılamadan kendi iç dünyasına yönelmeye teşvik eder. “Falanca kişi ruhunun ufkuna yürüdü.” derken; “Aman dikkat edin, ahiret hayatı var, hesap-kitap var, kendinizi o yolculuğa hazırlayın.” der gibidir. Öğreticilik, didaktiklikten uzak ve daha çok, bir öğretmenin içtenlikle öğrencisinin ruhunu okşamasına benzer.

Benzer Bir Kullanım Olarak “Ruhun Derece-i Hayatı”

“Ruhun derece-i hayatı” ifadesi, ruhun sahip olduğu varoluşsal derinlikleri ve ruhani hayatın çeşitli katmanlarını ima eder.[ii] İslamî maneviyatta ruhun dereceleri, insanın Allah’a olan yakınlığına ve içsel olgunluğuna göre yükselir. Ruh manevi bir vüsat kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır. Bu vüsat onun hedeflerini ve ideallerini destekler. Onun sonsuzluk arayışı da yine bu vüsat kabiliyetine râcidir. Bu bağlamda, “ruhunun ufkuna yürümek” ifadesi, kişinin imtihanlarla dolu dünya hayatını geride bırakarak asıl hedefe, yani sonsuzluğa yönelişini tanımlar. Ruh, bedenin eşliğinde hayat derecelerini bir bir kat eder ve ölüm hakikatiyle birlikte bedenden sıyrılır ve yeni bir yolculuğa yelken açar. Bu yolculuk bu ifadede “ufuk” olarak tabir edilen insan idrakinin ötesindeki bir aşamadır. Bu aşamalar, ruhun kabiliyetlerinin zirveye ulaşması, kişinin kendi içindeki özüne yaklaşması ve nihayetinde Allah’ın huzuruna varmasını temsil eder.

Dünya-Ukbâ Dengesi Bağlamında Ruhun Yolculuğu

İnsan, ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Bu birliktelik, yüce yaratıcının rolleri halk etmesiyle bir ahenge kavuşmuştur. Bu denge doğrultusunda beden fenaya taliptir. Ruh ise bekayı arzular. Ruhun berzah yolculuğundaki vuslatının sınırlarını belirleyecek olan ise dünya hayatında tecrübe ettiği imtihanlardır. Yani her bir insanın ruhu, tabiri caizse dünya hayatındaki karnesine göre ahiret hayatında kendi ruhunun ufkuna yürüyecektir. “Men cehede vecede.”darb-ı meseli muvacehesinde kişi dünya hayatında ne kadar cehd ve gayret ediyorsa, o derecede ruhunun ufkunu yüceltecektir.

Sonuç olarak, M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hayatının her aşamasında kendini gösteren “tecdîd” anlayışı, onun dilinde ve kavramlarında da yankısını bulur. O, sadece bilgi aktaran bir öğretici değil, muhataplarının iç dünyasında derin bir yankı uyandıran, düşünce ve ruhsal yolculuklara kapı aralayan bir ıslahçıdır. Bu yönüyle, onun tecdit ufku, bir fikirden öte, insan ruhunu inşa eden bir diriliş çağrısıdır

[i] el-Müsned, Ahmed b. Hanbel, IV, 287, 288.

[ii] Bkz. Lem’alar, On Yedinci Lem’a, On Dördüncü Nota) “Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun.”

Bu yazıyı paylaş