Ne zindanlar olur hâil, ne menfâlar, ne makteller…
Yürürsün sedd-i râhın olsa hattâ âhenîn eller.
Yıkar bârû-yi istibdâdı bir âsûde tedbîrin;
Semâlardan inen te’yîdisin gûyâ ki takdîrin!
Taharrîden usanmazsın, teâlîden teâlîye
Atıldıkça, atılsam şimdi, dersin, başka âtîye!
Senin en şanlı eyyâmında, en mes’ûd hâlinde,
Bir istikbâl-i dûra-dûr vardır hep hayâlinde.
O istikbâledir şevkin, odur ma’şûk-i vicdânın,
O kudsî neşvenin şeydâ-yı bî-ârâmıdır cânın.
O şevkin dâim ilcâsıyle seyrin ıztırârîdir;
Terakkî meyli artık fıtratında rûh-i sârîdir!
Bütün esrâr-ı hilkatten haberdâr olmak istersin,
Bu gaybistân-ı hîçâ-hîçten kurtulmak istersin!
—–
hâil: Engel.
menfâ: Sürgün yeri.
maktel: Öldürülme yeri.
sedd-i râh: Yol kesme.
âhenîn: Demirden yapılmış.
bârû: Sur.
âsûde: Sakin, sessiz.
taharrî: Arama, araştırma.
teâlî: Yükselme.
âtî: Gelecek.
eyyâm: Günler.
dûra-dûr: Uzaktan uzağa.
ma’şûk: Âşık olunan kimse.
neşve: Sevinç.
şeydâ: Kendini duygularının coşkunluğuna bırakmış kimse.
bî-ârâm: Durup dinlenmeyen.
ilcâ: Zorlama, dürtü.
ıztırârî: Mecbûrî.
terakkî: İlerleme, gelişme.
sârî: Yayılan, sirâyet eden.
esrâr-ı hilkat: Yaratılış sırları.
gaybistân-ı hîçâ-hîç: Hiç olmayan görünmezler ülkesi.
Safahat, İstanbul: Sütun Yayınları, 2007, s. 65.