“Güzel günler tekrar gelir mi?” diyoruz sıkıntılı günlerden geçerken. Aslında kötü gibi görünen günler, tahmin ettiğimizin ötesinde güzelliklere vesile oluyor, ama insan, o musibet anlarının ne tür güzelliklere gebe olduğunu görmekte zorlanıyor.
Küçükken ailece kitap okuma saati olan bir evde büyüyen biri olarak diyebilirim ki temiz bir dimağ ile okunan bilgilerin hafızamızda ayrı bir yeri oluyor. Bir gün ailece “sabır” konusunu okurken babamdan “aktif sabır” ifadesini duymuştum. O zamanlar küçük olduğum için tam olarak idrak edememiştim.
Meğer aktif sabır, elimiz kolumuz bağlıyken bile yapabileceklerimizin en iyisini yapmaya çalışmakmış. Bir dönem bizzat o durumdaydım. Medrese-i Yusufiye’de, kaderin hikmetli terbiyesi altına girmiştim.
Musibetlerin üzerimize sağanak sağanak yağdığı o dönemde, düşünmeye başlamıştım kendi kendime. Acaba bu sıkıntılardaki hikmetler nelerdi? Boş boş oturmanın sabretmek olmadığını fark etmiş, “aktif sabır” tabirinin mânâsını iliklerime kadar yaşamıştım.
Medrese-i Yusufiye’de nefis muhasebesi yapmak için epey vaktim vardı. Aynı zamanda orada, aktif olmayan sabrın, insanı depresyona sürükleyebileceğini fark ettim. Yine orada, şeytanın sağdan yaklaşarak bizi “buhranlar anaforu”na sürüklemeye çalıştığına şahit oldum ve “kazanma kuşağında kaybetme” korkusunu yaşadım.
Bu duygular içindeyken şu âyet-i kerime meali ile karşılaştım:
“Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mârûz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçâr oldular, öyle şiddetle
sarsıldılar ki Peygamber ile yanındaki müminler bile ‘Allah’ın vaadettiği yardım ne zaman yetişecek?’ diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214).
Bu durum hepimiz için bir imtihan idi. “Yapacağımızı yaptık.” deyip bir kenarda oturmak yoktu. O dönem, her söylediğimizin hakkını verme dönemiydi âdeta. O yüzden bulunduğumuz yeri, bizim için en uygun hâle getirmek, hepimizin vazifesiydi.
İbadetlerimizi dikkatle ve özenle eda etmeye gayret ediyor, vakit buldukça kendimizi geliştirmeye çalışıyorduk. Satranç oynamayı orada öğrenmiş, çeşitli el nakışlarıyla meşgul olmuştum. İngilizce bilenler, bilmeyenlere ders vermişti. Ramazan ayındaki oruçlar, teravih ve teheccüt namazları, farklı bir kulluk neşvesi içinde eda ediliyordu.