İnsanlık tarihinin hemen her döneminde hak ile batılın, doğru ile yanlışın mücadelesi görülmüştür. Allah tarafından insanlara bir hidayet rehberi olarak gönderilen peygamberlerle (aleyhimüsselâm) o devrin talihsizleri amansız bir mücadeleye kalkışmış, onların izlerini takip eden hak dostlarına da aynı zulmü reva görmüşlerdir. Ancak zulüm dönemleri, zalimin âhireti adına çok korkunç bir kayıp olmakla beraber, aynı davaya gönül vermiş kimseler açısından bir imtihan özelliği taşımaktadır. Asr-ı Saadet’te, üç yıl süren çileli boykot döneminde, masum kimseler, insafsız zalimlerin baskıları altında eziyet görürken, o dönem konumları itibarıyla bu boykota tâbi tutulamayan Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) gibi, sahavetin timsali kimseler de ellerindeki bütün imkânları seferber etmişlerdir.
İslamî literatürde sıklıkla yer alan “cihat”, sadece harp meydanlarında savaşmak anlamına gelmez. Cihat, Allah (celle celâluhu) yolunda ve insanlığın faydasına yapılacak bütün faaliyetleri içine alan, çok geniş bir kavramdır ve “kişinin kendi nefsini terbiye için harcadığı çaba dâhil, ilim ehlinin ilmiyle, sağlıklı olanın hizmetiyle, varlıklı olanın malıyla, Müslümanların şeref ve onurunun korunması için harcadıkları ceht ve gayretin adıdır.”[1] Her devrin kendine has gayret ve mücahede yöntemi olabilir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde farklı konularda yapılan mücahedelerde görüldüğü gibi, günümüzde de sahip olduklarını ortak insanî değerlere hizmet yolunda harcamak, bu uğurda yapılan faaliyetlere sponsor olmak, mazlum ve mağdurların yardımına koşmak ve onlara karşı yapılan hukuksuzlukları dört bir yanda duyurmak da bir mücahede ve gayret örneğidir.
Günümüzün en önemli mücahede yöntemleri arasında muavenet ve yardımlaşma yer almaktadır. İnsan, hayatını sürdürmek için başkalarına muhtaçtır. Peki muavenet adına neler yapabiliriz? Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
Maddî destekte bulunmak: Kur’ân’da infakla alâkalı onlarca âyet vardır. Namaz emrinin hemen peşinde infak emri yer alır; bu durum, infakın önemini ve konumunu gösterir. Mazlum ve mağdurlara sahip çıkmak, Allah’ın lütuf ve ikramlarını, rahmetini ve hoşnutluğunu celbedecek önemli bir vesiledir. Bu açıdan ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşan kişilerin Allah yolunda olduklarını söylemek mümkündür.
“Himmet” de Asr-ı Saadet’ten beri süregelen bir uygulamadır. Bugün adı biraz değişerek “muavenet” olmuştur. Hangi unvanla olursa olsun mağdurların yardımına koşmak üzerimize bir borçtur.[2]
Kumbaralarında biriktirdiklerini mağdur ve mazlumlara bağışlayan çocuklarımız, kendileri yardıma muhtaç olduğu hâlde, kardeşlerini önceleyen îsar kahramanları, insanlığın yaralarına merhem olabilmek için bulundukları ülkelerde yardım organizasyonları yapan sivil toplum kuruluşları ve muavenet için evini açan, gönlü yüce bahtiyarlar, gelecek adına bizim için ümit kaynağı olmaktadır.
Kapılarımızı açmak: Desteğe muhtaç kardeşlerimizi evlerimize davet etmek, onların bulunduğu zorlu ortamlardan bir nebze de olsa uzaklaşmalarına, sıcak bir yuva görmelerine vesile olacaktır.
Dua etmek: Darda kalanlara ve onlara yardım etmek için gayret eden kardeşlerimize dua etmek, onların moral ve motivasyonlarını artırmaya çalışmak ve onların gayretlerine ortak olmak için çaba göstermek, muavenetin önemli bir yanını oluşturur.
Hasbıhâl etmek: Kardeşlerimizin yalnızlıklarını hâl hatır sorarak gidermeye çalışmak mühim bir mesuliyettir. Kardeşlerimiz farklı boyutlarda imtihanlar yaşamaktadır. Yüreklerin onlar için attığını hissettirmek, uhuvvet gereğidir.
Ümitleri şahlandırmak: “Gittiğimiz her yere bir kâse ümit götürmek” bir vecibedir. Ümitsiz kalan insan çabuk solar. Yaşanılan imtihanların üstesinden gelebilmemiz için hem ümitli olmamız hem de etrafımıza ümit aşılamamız gerekmektedir.
“Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf, 12/87). “Rabbinin rahmetinden, hak yoldan sapanlardan başka kim ümit keser ki?” (Hicr, 15/56) âyetlerinde buyurulduğu gibi, ümit; imanın gereği olan bir haslettir. İnançlı insan ümitli olur, etrafına ümit aşılar.
Kuvve-i maneviyeyi kırmamak: Moralleri bozacak her türlü söz ve eylemden kaçınmak da muavenetin bir buudunu oluşturur. Fecr sûresinde, insanın şu tavırlarına dikkat çekilir: “Rabbi, insanı denemek için ikram ve değer verip, nimetlere gark edince o, ‘Rabbim bana değer verdi.’ der. Ama yine denemek için nasibini daraltınca o, ‘Rabbim beni zelil, perişan etti.’ der!” (Fecr, 89/15–16). Allah yolunda yapılan gayretlerde, âdeta manevî bir şirkette ortaklık söz konusudur. Bir şirkette ortaklık sadece kârda olmaz; zor zamanlarda da bu ortaklıktan hissemize düşene razı olmak, bu zorlu sürecin atlatılması için elimizden geleni yapmak, adanmışlık gereğidir. Uhuvveti bozacak söylemlerde bulunmaya, teyit edilmemiş bilgileri yayarak kardeşlerimizin moral ve motivasyonlarını bozmaya hakkımız yoktur.
Mağduriyetleri duyurmak: Mazlumların sesini duyurmak, onlara maddî destek olmak kadar önemlidir. Uluslararası seviyede insan haklarını gündeme getiren kurumlar ve medya kuruluşları, gerekli desteği hak etmektedir. Nitekim günümüzde pek çok ülkede bu anlamda faaliyetler yapılmakta, dünyanın her yerindeki din ve insanlık kardeşlerimizin sesi ve soluğu olunmaya gayret edilmektedir.
Izdırap duymak: En büyük muavenet vesilelerinden biri çekilen ızdıraplardır. Izdırap duymak, İlahî inayete davetiyedir. Cenab-ı Hak, muztar kulları için gönülden dertlenenlere umulmadık vesileler ihsan eder.
İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Ashab-ı Kirâm efendilerimiz, Mekke’den ayrıldıktan sonra, arkada bıraktığı kardeşlerini asla unutmamış, zalimin zulmü altında yaşayan, bütün güç ve kuvvetlerini sarf edip de bir türlü Mekke’den çıkamayan kardeşleri için mahzun bir şekilde hep dua etmiştir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Kurtar Allah’ım! Kurtar Allah’ım! Hapsedilen, işkence gören, ezilen müminleri kurtar Allah’ım! Allah’ım, İbn Ebî Rabîa’ya necat lütfet. Allah’ım, Seleme ibn Hişâm’ı halâs eyle. Allah’ım, Velid ibn Velid’i felâha eriştir. Allah’ım, Mekke’deki diğer mustaz’af müminleri kurtar!” diye hüzünlü bir şekilde dua etmiştir.[3]
Mücahedenin günümüzdeki önemli bir buudunu muavenet ve yardımlaşma oluşturmaktadır. Sarp yokuşu aşabilmek bu konuda gayretlerimize bağlıdır. Kur’ân’da “Sarp yokuş, bilir misin nedir?” (Beled, 90/12) buyurulmuş ve akabinde sarp yokuşu aşmanın yolları mealen bize şöyle talim edilmiştir: Köleleri özgürlüklerine kavuşturmak, her türlü tutsaklık ve sömürü zincirini kırıp atarak insanları boyunduruklardan kurtarmak, zor zamanlarda bir yetimi yahut acizlik ve çaresizlik içinde kalmış bir yoksulu doyurmak, gönülden iman edip birbirine sabır ve şefkat dersi vermek, sarp yokuşu aşmanın yollarındandır. (Beled, 90/12–17).
Zalimin zulmünden kaçıp güvenli ülkelere ulaşan kimseleri bekleyen bir tehlike, dünya hayatına meyledip sorumluluklarını aksatmalarıdır. Hicret çok kıymetlidir, ama hicret ettikten sonra kıvamı korumak, Allah yolunda mücahede ederken heva ve hevese mağlup olmamak da önemlidir.
Bu vesileyle meşhur bir âyet-i kerimenin mealini hatırlayalım: “De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resûlü’nden ve O’nun yolunda mücahede etmekten daha sevimli ve önemli ise, o hâlde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.” (Tevbe, 9/24).
Cenab-ı Hak, darda kalmış herkese ferec ihsan eylesin. Bizleri de bu zor zamanlarda, üzerimize düşen sorumlulukları tam anlamıyla yerine getirmeye muvaffak kılsın.
Dipnotlar
[1] Hamza Aktan, “Kur’an ve Sünnet Işığında Terör ve İntihar Eylemleri”, Yeni Ümit, 2004, sayı: 63, s. 25
[2] M. Fethullah Gülen, “Kurbet Yolculuğu, Güzergâh Emniyeti ve Muâvenet”, herkul.org/bamteli/kurbet-yolculugu-guzergah-emniyeti-ve-muavenet/
[3] Buhârî, Eẕân, 128, Cihâd, 98, Da’avât, 58; Müslim, Mesâcid, 294–295.