Hiç düşündünüz mü, şu anda akciğerimize aldığımız bir oksijen molekülü, alyuvarlarımıza bağlanarak organlarımıza ve dokularımıza taşınıyor ve sonrasında karbon dioksit olarak akciğerlerimizden atılıyor. Aynı molekül bir zaman sonra bir bitkiye girip onun yapısında rol alıyor veya farklı bir reaksiyona giren bu oksijen, su molekülünün yapısına giriyor. Aynı oksijen, bazen bir cismin yanmasına katkıda bulunuyor, bazen de demirin paslanmasında rol oynuyor. Herhangi bir demir atomu, milyonlarca yıl tabiatta, toprakta âtıl bir hâlde dururken, sonra kaderin bir tecellisi olarak bir bitkiye giriyor, orada bir vazife alıyor, sonra bir hayvan tarafından yeniliyor. O hayvanın etini yediğimizde aynı demir atomu, vücudumuza giriyor, alyuvarların yapısına katılıyor ve oksijenin dokulara taşınmasında rol oynuyor. Benzer şekilde, içtiğimiz sütle aldığımız bir kalsiyum atomu, kemiklerimize girip vazife görüyor, sonrasında vücudumuzdan ayrılıp bu devr-i daim içerisinde yeni bir yerde, toprakta veya suda yer alıyor. Bazen bir tavuk tarafından alınarak yumurtanın kabuğunda rol veriliyor ve kabuğun dirençli olmasına vesile oluyor. Bu devr-i daim sürekli devam ediyor ve hayret verici bir şekilde bu atomlar, gittikleri yeri hiçbir zaman yadırgamıyor, tembellik etmiyor, “Burası farklı bir yer, ne yapacağım, diğer atomlarla nasıl anlaşacağım, bilemiyorum!” demiyor.
Bediüzzaman Hazretleri, Sözler adlı eserindeki “tahavvülât-ı zerrât” bahsinde, zerrelerin hareketi, dönüşümü, hâl değişikliği ve zaman içerisinde gördükleri vazifelerin hikmetlerini anlatır.[1] Burada verdiği bir misalde, “Tevfik’in göz bebeğinde yerleşen zerre, gözün âsâb-ı muharrike ve hassâse ve şerâyîn ve evride gibi damarlara karşı vaziyet alması” ifadesini kullanır.[2] Talebesi Tevfik’in gözüne giden bir atom (veya en küçük atom altı parçacığı olan zerre), gözü hareket ettiren, hissetmesini, görmesini sağlayan sinirlerle, temiz kan getiren veya kirli kanı gözden akciğerlere taşıyan damarların hepsiyle uyumlu bir şekilde vazifesini yerine getirir.
Görme hâdisesinin gerçekleşmesinde rol oynayan A vitamininin macerasına bakacak olursak, bu vitamin iki farklı form hâlinde yaratılmıştır. Retinol denilen ilk form; et ürünleri, balık, karaciğer, yumurta veya süt ürünlerine depolanmışken, karotenoidler olarak isimlendirilen diğer form ise bitkilere yüklenmiş ve onların sarı, turuncu veya kırmızı renkli görünmelerine vesile olmuştur. Bu bitkilere ait yaprak ve meyvelerin yenilmesi ile alınan karotenoidler, vücudumuzda A vitaminine dönüştürülür. En çok rastlanan cinsi beta-karotendir. A vitamini, yağda çözünen, yapısında 20 karbon ve metil grubunun bulunduğu bir bileşiktir. Ayrıca, bu vitamin, embriyonun gelişiminde ve büyümesinde, bağışıklık sisteminin devamında rol oynar. A vitamininin vücudumuzda hassas bir denge içinde bulunması gerekir; fazla alındığında hâlsizlik, güçsüzlük, kemik ve deri değişiklikleri gibi sağlıksız durumlar ortaya çıkabilir. Diyetle retinol ve beta-karoten şeklinde alınan A vitamini, bağırsaklardan emilir ve yağ damlacıkları şeklinde karaciğerde depolanır. Daha sonra retinal ve retinoik aside dönüşen bu madde, hücrenin çekirdeğine girip özel reseptörlerine direk bağlanarak 500’den fazla genin protein sentezlemesinde vazife alır.[3]
“Retina” denilen, göz arkasında yer alan, ışığı algılayan ve görme ile ilgili verilerin toplanıp beyne iletildiği bölgedeki pigmentlerin oluşumunda bir A vitamin formu olan “retinal” temel rol oynar. Eksikliğinde görülen ilk bulgu gece körlüğüdür. Ayrıca diğer bir form olan “retinoik asit”, normal epitel fonksiyonlarında rol oynar. Ciddi A vitamini eksikliği, Güney Doğu Asya ülkelerindeki küçük çocuklarda sık görülür ve gözün dış kısmı, konjonktiva ve korneada kuruluk, ülser gelişimi ve sonuçta körlüğe sebep olabilir. Göz içerisindeki retinal, opsin proteini ile birleştirilerek, ışığı emen (soğuran), hem karanlıkta görmeyi hem de renkli görmeyi sağlayan rodopsin ve iodopsin sentezlettirilir. Daha sonra birkaç yeni reaksiyonla birlikte ışığın, bir sinir sinyali hâlinde, beyindeki görme merkezine ulaşarak bir görüntü oluşturulması mümkün olur. Normalde, gözümüz karanlığa alışırken, kullanılan A vitamini, retinadaki renkli pigment miktarını ve ışığa hassasiyetini 100.000 kat artırabilir. Genelde 10 dakika içinde bu uyum gelişir, ancak maksimum adaptasyon seviyesine ulaşması iki saati bulabilir. A vitamini eksikliğinde ilk belirti olarak, göz bu uyumu gerçekleştiremez ve gece körlüğü meydana gelir. Daha ciddi A vitamini eksikliğinde ise, gözün dış kısmında yer alan konjonktiva ve korneada şiddetli kuruluk gelişir. Eğer vitamin eksikliği devam ederse korneada ülserler, hasar ve körlük ortaya çıkar.[4] Güney Doğu Asya’daki çocuklarda sık görülen bu tablo, her yıl yaklaşık 350.000 çocukta körlük gelişmesine sebep olmaktadır. Özellikle Sahra Altı Afrika ve Güney Doğu Asya’da, düşük ve orta seviyede geliri olan ailelere mensup, beş yaşından küçük 190 milyon çocuk, A vitamini eksikliğinden etkilenmektedir.[5] Sonuçta, göze giren şuursuz ve akılsız atomların farklı kombinasyonlarıyla oluşturulan bir vitamin, yıllarca süren araştırmalar neticesinde ancak mekanizması kısmen anlaşılabilen görme olayında, kendisine biçilen rolü kusursuz bir biçimde oynamaktadır. Bediüzzaman Hazretleri bu durumu anlatırken, zerrelerin hareketlerinin tesadüf oyuncağı ve mânâsız bir hareket olmadığını, her bir zerrenin, hareketinin başlangıcında, hâl diliyle “Bismillah”, vazifesinin sonunda ise, “Elhamdülillah”dediğini ifade eder.[6] Zira zerreler, mahiyetleriyle kıyas edilemeyecek işleri, ancak Cenab-ı Hakk’ın kudretine dayanarak yapabilirler ve ortaya çıkan harikulade sonuçlar için kendilerini istihdam eden Yaradan’a manen hamd ederler.
Üstad Hazretlerinin işaret ettiği başka bir husus, zerrelerin de insanlar gibi bir kaderi olduğudur: “Şu tahavvülât-ı zerrât dahi, gayet âli hikmetler için kaderin çizdiği hudut üzerine kudretin verdiği evâmir-i tekviniyeye göre hassas bir mizân-ı ilmi ile cevelân ediyorlar.” Demek ki zerrelerin bütün hareketleri, ilm-i İlâhî ile, zaman kaydı olmadan bilinmektedir. Zaman içinde akıp giden veya zaman sayfasına yazılarak görülür hâle gelen bütün zerrelerin, ne zaman, nereye girip çıkacakları, hangi vazifeyi yerine getirecekleri, diğer zerrelerle nasıl etkileşecekleri, her şeyi kuşatan İlâhî ilim tarafından tespit edilmiştir. Bu durumda bütün mevcudat gibi her bir zerrenin de bir kaderinin olduğunu ve bütün hareketlerini bu kadere göre yaptığını söyleyebiliriz. Emir altındaki askerler veya memurlar gibi, bu zerrelerin de kendileri için takdir edilen ölçüleri ve sınırları aşmalarının mümkün olmadığını ifade edebiliriz.
Zerreler nasıl oluyor da hiç durmuyor, devamlı hareket ediyorlar? “Otuzuncu Lem’a”da, Cenab-ı Hakk’ın “Kayyum” isminin, bütün kâinatla ve bütün zerrelerin hareketleriyle irtibatlı olduğu ve Kayyumiyet alâkasının bir an bile kesilmesiyle kâinatın mahvolacağı ifade edilmektedir. Zira zerreler, bütün faaliyetlerinde, Kayyum ismiyle ayakta durur, varlıklarını devam ettirirler. Yeryüzündeki ve gökyüzündeki bütün mevcudat Kayyum ismi ile varlıklarını devam ettirirler. Zerreler de hadsiz dilleriyle Kayyumiyet sırrını ilan ederler.[7]
Bütün bu hareketlilik içinde, belki de zerreler için kemâlâta ulaştıkları nokta, canlı bir organizmaya girerek ism-i âzâm olarak zikredilen diğer bir isim olan “Hayy” isminin cilvelerine mazhar olmalarıdır. Hayat sahibi varlıklar, zaman içerisinde seyahat eden zerrelere birer mektep, kışla veya bir terbiye yeri gibi fonksiyon görmektedir. A vitamini veya demir atomu örneğinde olduğu gibi, zerreler, Hayy ismine mazhar olunca nuranileşir, diğer zerrelerle uyum içinde çalışır ve nizamı korurlar; âdeta bir eğitim alırlar.[8]
Dünyadaki zerreler israf edilmeyecek, âhiret âleminde yeniden kullanılacaktır. Belki bu dünyada tâbi oldukları kanunlar değişecek ve başka bir keyfiyet kazanacaklardır, ancak vazifeleri, o âlemin şartlarına uygun bir şekilde devam edecektir.[9]
Dipnotlar
[1] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 596–608.
[2] A.g.e. s. 603.
[3] “Vitamin A and Carotenoids”, ods.od.nih.gov/factsheets/VitaminA-HealthProfessional/
[4] “Vitamin A”, en.wikipedia.org/wiki/Vitamin_A
[5] G. A. Stevens ve ark. “Trends and mortality effects of vitamin A deficiency in children in 138 low-income and middle-income countries between 1991 and 2013: a pooled analysis of population-based surveys”, Lancet Glob Health, 2015.
[6] Nursî, Sözler, s. 596.
[7] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 428.
[8] A.g.e. s. 409; Nursî, Sözler, s. 543.
[9] Nursî, Sözler, s. 606.