Ömrünü Kur’ân ve iman hizmetine adayan Üstad Bediüzzaman, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı askerlerine moral vermiş, talebeleriyle kurduğu milis kuvvetiyle muharebelere iştirak etmiştir. Talebelerini şehit veren Bediüzzaman Hazretleri, yaralı olarak Bitlis’te Rus askerlerine esir düşmüş ve Van, Culfa, Tiflis, Kologrif ve Kostroma güzergâhındaki esir kamplarında belli bir zaman geçirmiştir.
Üstad Bediüzzaman’ın Culfa hatıraları kaynaklarda pek yer almaz. Bu yüzden yine bilinmezlik deryasında keşfe çıkmanın heyecanı kaplamıştı içimi.
Yolumuz Nahçıvan’a düşüyor. Bir gece Hasret köprüsünden geçerek Nahçıvan’a giriyoruz. 1990’lı yıllarda buraları ziyaret eden ilk Hizmet erlerini, en zor günlerinde kardeşlerini yalnız bırakmayan fedakâr Anadolu insanlarını hatırlıyoruz.
Bir gece istirahat ettikten sonra, Nahçıvan’dan Ordubad’a devam ediyoruz. Mihmandarımız ömrünün büyük bölümünü burada geçirmiş; bir takkeden çekilen kâğıtta yazılan yerin muhaciri… Bu diyarlarda sanki konuşmadığı kişi, bilmediği köy kalmamış.
İşte geldik Culfa’ya. Aras Nehri, Culfa’yı ikiye ayırmış: Nahçıvan Culfası ve İran Culfası. Üstad’ın 1916 yılında kaldığı esir kampına geçiyoruz. Mihmandarımızın bulduğu bir yaşlının dedikleri, Türkiye Türkçesiyle şu şekilde: “Büyüklerimden işitmiştim: ‘Buraya bir zat getirildi. Köylüler namını biliyorlar idi. Camide Kur’ân tefsiri yapıyor idi. Köylü çok etkilendi ve esir kampının komutanına özel ricada bulundular. Köyün içinde serbest gezsin ve camide tefsir dersi yapsın diye… Hatta köylü imza toplamış; firar ederse bütün mesuliyeti üzerlerine almışlar. Bu zat bir ay boyunca köyde bulundu. Hangi kapıyı çalsan onu tanıyan, bilen insanları görürdün.’”
1905 yılında Nahçıvan’da doğan Latif Hüseyinzade’nin Ahmet Özer’e anlattığı bir hatırası ise kaynaklarda, günümüz Türkçesiyle şu şekilde geçiyor:
“Biz mescitte oturuyorduk. Dediler ki 15–16 Türkiyeli esiri Yerevan yolu ile Culfa’ya getiriyorlar, birazdan mescide gelecekler. Mescide geldiklerinde gördük ki başlarında ak sargı ve fes var. Aralarında biri vardı; adı Said Nursî idi. Bizim adamlar ona ‘Fahri’d-devran Bediüzzaman’ diyorlardı. O geldikten sonra halk mescitte toplanmaya başladı. O da halka Kur’ân hakikatlerini anlatırdı. Hatta bir defa, yanlış hatırlamıyorsam, Er-Rahman sûresinin ilk âyetlerini tefsir ederek dinimizin akla ne kadar uygun olduğunu ispat etti.
O, Kur’ân müsabakaları yaptırırdı. Bu müsabakaların birine ben de iştirak ettim.
Bediüzzaman Said Nursî ve yanındaki esirler mescidin yanındaki hücrede bir aya yakın kaldılar.”[i]
Üstad, orada bir ay kaldıktan sonra Kostroma’ya doğru götürülürken bir gece de Ordubad’daki bir binada kalır. Biz de Ordubad’a doğru yola çıkıyoruz.
Ordubad’daki bir okulda alıyoruz soluğu. İkram edilen çayları yudumlarken anlatılan hatıraları ve okunan şiirleri dinleyip eski bir yatakhane binasına doğru yürüyoruz. Bu binada asılı bir çerçevede şu ifadeleri okuyoruz: “Üstad, Culfa-Kostroma yolunda bir gece bu odada misafir oldu.” Oradaki yaşlıların hatırlarında ve Rus askerî arşivlerinde de bu bilgi yer alıyor.
Derken oradan da ayrılma zamanı geliyor. Öğretmenler bizi bir hediye ile uğurluyor: “Bu şehrin koz mürebbesi (ceviz reçeli) meşhurdur, buyurun.”
Sımsıkı sarılıyorum kavanoza. “Ağzın şeker, şerbet yesin.” diyenlerin duası ve “koz mürebbesi” ile bağrında heyecan verici hatıraları saklayan beldeye veda ediyoruz.
[i] Ahmet Özer, “Bediüzzaman’ın Esaret Yolculuğunda İkinci Durak: Culfa”, Sızıntı, Aralık 1996.