Sırrın Vârisi Fethullah Gülen Hocaefendi’ye
Deniz yalnız kayaların nabzında atardı
Şimdi neden durgundur öyle
Yoksa ışığın şavkından mı uzaklaştı
Nerede o? Daha dün burada olan
Ve mest eden kokularla dolan
Suyunun parlaklığı nasıl da kayboldu
Hani çiy tanelerinden ışıklarını içiyordu
Ve hani dallardan sarkan meyveler
Serin dalgalarında seyrediyordu
İki yanında gür ağaçlarla akan
Irmağın sırlı köşkündeyken
Bir anda nasıl olduysa
Onun parıltıları tepelerin ardında
Birden göründü ve yükseldi sonra
Onun ışık hüzmeleri
Sanki güneş ışıklarına binip kayboldu
İki yanda sıra sıra ağaçların elleri boş yürekleri mahzun
Bundandır yine
Sular sahile hüzün şarkılarıyla vurdu
Bana denildi ki
Gürbüz atlar ulaşmışlar sur kapısına
Ve koşmuşlar kişnemelerle dört nala
Atların velvelesi ve tatlı bir hengâme
Ve bana denildi ki
Marmara Denizi’ne girerken görüldü
Akşam vakti o özgür ve saf atlar
Derin izler bıraktılar desenli ayak izleriyle
Yayıldılar kumlara şekiller çizerek
Gür bir ağacın dallarına benzeyen desenlerle
Ey sevgili Boğaziçi
Seni iki yaka arasında yaratan Rabbin aşkına
Sen sevgi mesajlarıyla selam götür benden
Beni de bağrına bas ne olur
Nurdan helezonlar çizen bir mercan gibi
Ya da sadeften çıkmış bir inci tanesi
Ona sunulmuş bir hediye olarak
Olur ya
Belki tanır beni
Ve İstanbul aydınlanır yeniden
İhtişamlı günlerdeki gibi
Bana denildi ki
Geçmişin izlerinden doğup gelmiş
Hayretler içindeyim
Kamaştırmış bütün gözleri
Avludaki güvercinler ağladı
Ve eski sur nasıl çatladı
Terennüm edince hüznünü Eyüp Sultan’ın yavaşça
Lakin hiç kimse önemsemedi onun hüznünü
Birazcık olsun dönmedi yüzünü
O da kayboldu gözlerden ufuklarca
Bana denildi ki
O buraları terk edip gitti
Bir delikanlı onu
İzmir’e doğru atını mahmuzlarken görmüş
Sonra üzüm bağları arasında kaybolmuş
Ama duydum orada yaşıyormuş
Ah, ben burada çilekeş bir zavallı divaneyim
Ne zaman ki ondan yansıyan ışıktan
Bir şule tutsam gözlerimde
Birden bir karanlık alıp götürüyor
Derin bir çaresizlik ellerimde
Bir yaralı yüreğim ben şimdi
Bana sağlam bir yürek kim verir
Kimse yanaşmıyor lakin buna
Kim hasta olanı sağlıklıyla değiştirir ki
Ey sevgili Boğaziçi
Bu rüzgarlar beni kıyılarında dalga dalga parçaladı
Ya da sarstı bir sonbahar titremesi gibi
Tükenmek üzereyim
Nerede beni sana ulaştıracak güzel gemi
Bana denildi ki
Buradan çam ormanları tazeliğinde birisi geçti
Hiç durmadan deniz hüzünlerini yararak ilerledi
Ta ki bir akşam yüksek bir tepeye demir attı
Sonra birden esip geçen bir rüzgâr gibi belirdi
Kendi ufkunun miracına yükseldi
Ve sırlar içinde kaybolup gitti
Bana denildi ki
Hayır o Dardanel’e doğru gitmiş
Orada uyumaz güneşler asla
Ben şimdi
Onun ışığa olan tutkusunu hatırlıyorum
O bir bahçıvan gibi hiç durmadan
Parlayan ışıklarından sabah gülleri topladı
Yazık bana ki orada
Onun ışık hüzmelerini tekrar kaybettim
Bir dalgınlık anımda ben de yittim
Ey sevgili Boğaziçi
Bir gece onu sabah namazını kılarken gördüm
Ta ki Fatih semtine varana kadar
Hemen kalktım ona doğru dört nala koştum
Ve imama dedim ki
Efendim ben onun peşindeyim
Ona ulaşmak istiyorum ne olur bana yol göster
Bana dedi ki: Namazda mı?
Efendim, hicranla dolu gönlüm ne olur
Denizlerin sevgisi kalbimi parça parça etti
Efendim ben hastayım, bana yol göster
Bana dedi ki
Ey yüzünü ölüme dönen
Sen misin Fas’tan kalkıp buralara gelen?
Sen misin gözlerinde onun mührünü taşıyan
Evet benim peki o nerede?
Bana dedi ki: Senin nasibin onun peşinde
Ona doğru dur durak bilmeyen yolculuk kaderinde
İşte İstanbul ezanları denizin sinesini uyandırdı
İki yakasını şehrin gözyaşlarıyla bulandırdı
Ve o gitti
Geriye senin gördüğünden başka iz kalmadı
Ve bana dedi ki
Onun derdinden başka derman yok
Yapacağın tek şey şimdi
Bin hüzün atlarına
Çünkü o orada Barla’da yaşıyor
Katran ağacının dallarında aşkını ve hüznünü terennüm ediyor
Ağaçlar arasında kalp inzivasında
Sırlar gölünde gurubun erimesini temaşa ediyor
Ve bana denildi ki
Belki o çoktan kalkmış
Ve gizlice İzmir’e doğru yola koyulmuştur
Sen de düş yollara
Orada Ay ışığındaki gizli harfleri okuyacaksın
Üzüm bağlarının
İncir ve zeytin ağaçlarının satırlarında
Ey saygıdeğer efendim bana yol göster
Ben sefer yıldızlarının arasında şaşırıp kalmışım
Ve bana denildi ki
Ey sevgili Boğaziçi
Belki Van tarafından gelir
Buram buram kokan yollardan
Ruhun süzülüp gelecek içinde hatıralarla
Rüzgârlar için çiçekler saçarken yollara
Ve denildi ki
Isparta’nın ormanlarında bir güzellik var
Kuşları ve yağmurları çeker kendine
Oraya doğru yol al kalbin nefesiyle
Belki Leyla’n, ceylanların sardığı eteklerinde saklıdır
Güzelliğinden gözleri kamaşmış hâlde
Ve bana söylendi
Hayır, belki o Bursa’dadır
Yıldızları ve değerli taşları toplar
Ve karlı tepelerinde
Nûn, kaleme ve onun yazdıklarına yemin olsun ayetini yazar
Ey sevgili Boğaziçi
İşte senin yüce bulutun güzel incileriyle parlıyor
Hüzün şehirlerinin kıyılarına
Parlayan şimşeğin selamını söyle
Ve onlara de ki
Ezan vakti buluşacağız onlarla
Hacılar hurma ağaçlarının arasında ilerlerken
İmam önce tekbir alacak
Ve dört nala koşan atların kişnemeleri yeniden başlayacak
Çeviri:
Dr. Emin O. Uygur
Osman Akça
Fas’ın önde gelen âlimlerinden Prof. Dr. Ferîd El-Ensarî, Risale-i Nur Sempozyumlarına katılmak üzere İstanbul’a gelip gittiği ilk dönemde Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin öğretisinin pratik hayata yansımalarını yeterince göremez. Bunun üzerine bu fikirlerin mimarının bir daha dönmemek üzere gittiğini ifade sadedinde “Son Süvari” isimli bir roman yazar.
Sonraları gıyaben Hocaefendi’yi tanıyınca Risalelerdeki fikriyatın Hizmet Hareketi vasıtasıyla hayata taşındığını müşahede eder ve bu defa “Süvarinin Dönüşü” adlı romanını kaleme alır.
Merhum, El-Ensarî’nin 2006 yılında yazdığı ve burada Türkçeye çevirisini neşrettiğimiz bu şiir Üstad ve Hocaefendi üzerine örgüleniyor. Her üçünün de aziz ruhları şâd olsun!
Şiiri büyük bir vukûfiyetle dilimize kazandıran değerli hocalarımıza tebrik ve teşekkürlerimizi sunarız.