Müstesna Bir Osmanlı Hanımı: Adile Sultan

Sultan II. Mahmud Han’ın kızı Adile Sultan, 1826’da Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi’nde dünyaya gelmiş ve onun doğumu, beyaz kâğıtlara fermanlar yazdırılmak suretiyle halkın yedi gün şenlik yapmasına vesile kılınmıştır.

Sadece on üç gün emebildiği annesinin erken vefatı üzerine Başkadın Nevfidan Hanım tarafından büyütülen Adile Sultan, çok iyi bir saray eğitimi almış; Tanzimat, Islahat ve I. Meşrutiyet dönemlerini idrak etmiştir. Yirmi yaşına geldiğinde 184. Osmanlı Sadrazamı Tophane Müşiri Mehmed Ali Paşa ile evlenmiştir. Osmanlı tarihinde divanı olan ve şiire meyleden yegâne hanım sultandır. Babası Sultan II. Mahmud da sanatkâr bir şahsiyetti, tanbur çalıp ney üfler ve besteler yapardı.

Nakşibendî tarikatına mensup olan ve Şah-ı Nakşibend adına pek çok defa manzumeler yazarak ruhunu teskine çalışan, samimi hislerini münacatlarında, ilâhilerinde terennüm eden Adile Sultan, hayırseverliği ile meşhur bir hanım sultandır. O, dünya nimetleri içinde yüzünü başka âleme çevirmiş, nefsini terbiye etmekle meşgul olmuştur. Kendisine ödenen maaşları ekseriya hayır işlerine harcayarak pek çok vakıf ve hayratın sahibi olmayı gaye edinmiştir. Zaten Osmanlı tarihi dikkatle incelenip Devlet-i Aliyye’den geriye kalan eserlere bakıldığında, padişah hanımlarının ve kızlarının şahsi imkânlarıyla nice hayır eserleri yaptırdıkları ve bunlardan günümüze ulaşanların hâlâ hizmet ettikleri görülecektir.

Hanedan içinde 19. asırda hayır hizmetleriyle öne çıkan Adile Sultan da hayatı boyunca yoksulları okutmuş; gelinlik kızlara çeyiz yaptırmış, İstanbul’un çeşitli semtlerinde çeşmeden sıbyan mektebine, sarnıçtan namazgâha, camiden itikâf odalarına varıncaya kadar pek çok bina inşa ettirip vakfetmiştir. Nakşîlerin alaka gösterdiği Bâlâ Süleyman Ağa Külliyesi’ni de yeniden yaptırmıştır.

Bu hanım sultan, Kanunî’nin ‘Divan’ına büyük ilgi duymaktadır, onun kabrini sık sık ziyaret eder ve 1890 yılında bu divanı 236 sayfa halinde Divan-ı Muhibbî adıyla neşreder. Sağlığında on dört ayrı vakıf kuran Adile Sultan, 1899 yılında vefat edince, vasiyeti gereği bütün serveti ve eşyaları satılarak yoksullara yardım için harcanır.
Vefat ettiği gün öğle ezanı öncesinde tekfin ve teçhiz işlemleri devam ederken saray hafızlarının sıra ile hüzzam ve hüseynî’den okudukları salâlar, onun için tutulan hüzünlü matem havasına ayrı bir derinlik katmıştır. Soğuk bir kış gününde altı adet saltanat kayığı ile Salıpazarı İskelesi’nden alınan cenaze, hanedan üyelerinin ve sevenlerinin iştirakiyle Eyüp Sultan’a taşınmış ve Hanım Sultan’ın üzerinde desen bulunmayan ince dokunmuş ipek kumaş döşemeler üzerine konulan tabutu, o gün hemen herkesin gözüne vaktiyle gelin olurken çeyizini taşıyan kayıklardan daha ihtişamlı görünmüştür.

Saltanat ailesinden pek az kadına nasip olabilecek bir muhabbet tufanı ile Eyüp Bostan İskelesi’ne cenazenin ulaştığı dakikalarda Eyüp Sultan Camii minarelerinden mukabele usulü fasılasız salâlar okunmuştur. Cenaze namazı kılınacağı sırada caminin iç ve dış avlularından taşan cemaat bütün Eyüp meydanını doldurmuş ve herkes tabutun karşısında saygıyla el bağlamıştır. Namazdan sonra cenaze halkın, ulemanın, dervişlerin, nazırların, mabeyncilerin, Enderun mensuplarının, resmî erkânın, patriklerin, hahambaşının, konsolosların, şehzâde ve damatların iştirakiyle dudaklarda dualar ve merhumenin tasavvufî bir aşkla yazdığı gazeli eşliğinde türbesine götürülüp defnedilmiştir. Bilahare kabrinin üzeri bir sanduka ile kapatılmış ve Sami Efendi’nin sırma işlemeli celî ta’lik hattı ile “Dahilek ya Rasûlallah” yazılı puşide yayılmıştır. Vakfiyesinde, “Eyüp İskelesi’ndeki merkadlerimiz üzerinde mefruş olan sırmalı kadife puşideler harap oldukta derhal tamir oluna” ibaresinin unutulmaması ve vakıf şartlarının hassasiyetle yerine getirilmesi bugünkü ilgililerin üzerine bir vazife olmalıdır.

Adile Sultan’ın türbesi, İstanbul’un kalbi Eyüp Sultan’da, Bostan İskelesi Sokağı’nın başında, tarihi Hüsrev Paşa Kütüphanesi’nin karşısındadır. Dıştan pek zarif görünen iki daireli türbe, Sadrazam Hüsrev Paşa, Halil Rıfat Paşa ve Mahmud Celaleddin Efendi türbelerinin de içinde bulunduğu yapılar grubunun bir bölümüdür. Bir ucu Haliç’e, diğer ucu Eyüp Sultan Camii’nin avlusuna çıkan Bostan İskelesi Sokağı, Osmanlılar döneminde Cülus Yolu olarak bilinmektedir. İstanbul’un fethinden sonra tahta çıkan padişahların, saltanatlarının ilk cuma gününde cuma namazına Eyüp’e gelerek bu yol üzerinden caminin avlusuna girmeleri ve orada devlet erkânının ve ulemanın huzurunda Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) ya da dört halifeden birine ait kılıcı kuşanmaları Osmanlı tarihinin çok önemli hadiselerindendir. Taklid-i Seyf Merasimi diye adlandırılan hadise, Fatih Sultan Mehmed’den Sultan Vahideddin’e kadar bütün Osmanlı padişahları tarafından tatbik edilmiştir.

Adile Sultan, hem Eyüp’ün manevi havasından istifade etmek hem de ihtimal böylesine önemli bir hadisenin başlangıç noktasında bulunmak istediği için türbesini vefatından tam elli yıl önce 1849’da buraya yaptırmıştır. Sarı Afyon mermerinden inşa edilmiş olan türbe, çapraz tonozla örtülü dikdörtgen planlıdır. Duvarlarında barok tarzı kalem işlerinin bulunduğu türbede, Adile Sultan’ın haricinde; eşi Mehmed Ali Paşa, çocukları Hayriye Hanım, Sıdıka, Aliye ve İsmail; yan odada Sultan V. Murad’ın eşi Re’san Hanım ile kızı Aliyye Hanım yatmaktadır. II. Mahmud’un en uzun ömürlü çocuğu olan Adile Sultan’ın bütün aile efradı kendisinden önce vefat etmiştir. Sıdıka, Aliye ve İsmail bebekken, büyük kızı Hayriye Hanım ise 1869’da 22 yaşında tüberkülozdan vefat etmiştir. Büyük kızından bir yıl önce de eşi Mehmed Ali Paşa hayatını kaybetmiştir. Eşinin ve büyük kızının defnedilişini gören, kardeşi Sultan Abdülaziz’in intihar perdesi altında katledilişi karşısında yüreği parçalanan ve trajik bir mersiye yazarak hislerini anlatan Adile Sultan, vefatından on beş gün evvel de kız kardeşini toprağa vermiştir. Bu durum ondaki ölüm hassasiyetinin inkişafına vesile olduğu gibi, ölümü dervişane bir teslimiyetle kucaklamasına zemin hazırlamıştır.

Adile Sultan’ın dini bütün bir Osmanlı hanımı olduğu ve Ramazan aylarında Eyüp Sultan’da, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) mihmandarı Ebâ Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin manevi huzurunda itikâfa girdiği bilinmektedir. Son yıllarda gerçekleştirilen Eyüp Sultan Türbesi’ndeki restorasyon çalışmaları bu konuda yeni bilgiler ortaya çıkarmıştır. Tarihimizin göz bebeği olan türbede, dualar ve salâvatlar eşliğinde hassasiyetle yürütülen, tıpkı zamanında ecdadımızın yaptığı gibi besmelesiz bir çivi bile çakılmamaya özen gösterilen yenileme faaliyetleri sırasında, önü kapalı olduğundan dolayı daha önce farkına varılmayan bir oda bulunmuştur. Burayı Adile Sultan’ın Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek için yaptırdığı kaynaklarda yer almakla birlikte, odanın türbeye bakan duvarında bir dolap olduğundan içine şimdiye kadar girilememiştir. Dolap söküldüğünde arkasında inşaat tuğlası ile örülmüş bir odacıkla karşılaşılmış ve bu mekânın ancak bir kişinin namaz kılacağı büyüklükte, şahane altıgen tuğlalarla döşenmiş bir ‘çilehane’ olduğu anlaşılmıştır. Geçmişte cülus merasimleri burada yapıldığına göre, ‘Herhâlde padişahın haremi merasimi bu odadan izliyordu’ diye düşünülmüş ve arşiv fotoğraflarında görülen ahşap kafesin yeniden oraya konulmasına restorasyon ekibi tarafından karar verilmiştir.

Şiire Merakı

Adile Sultan’ın önemli vasıflarından biri de Osmanlı hanedanından “Divan” tertip etmiş tek kadın şair olmasıdır. Divan ve tekke edebiyatını iyi bilen Adile Sultan, aruz’un yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Şiire olan merakı münasebetiyle, ‘Muhibbî’ mahlasıyla şiir yazan Kanunî Sultan Süleyman’ın Divan’ının neşredilmesini sağlamıştır. Onun şiirlerinde yakınlarını peş peşe kaybetmenin hüznünü görmek mümkündür. Yunus Emre, Fuzûlî ve Şeyh Gâlip gibi meşhur şairlerin tesiriyle kaleme aldığı şiirlerinde bu hüzün atmosferi yoğun bir şekilde kendini göstermektedir.

Gazel
Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek
Âşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek

Aşk nâz ü şîve evvel gösterir âşıklara
Âşık ol demde ona cânı fedâ etmek gerek

Âşıkın ancak murâdı dostunun maksâdudur
Çekse de bin derd ü mihnet hep sebât etmek gerek

Arzâ-yı dü-cihândan geçmedir aşka nişân
Terk-i cân edip reh-i cânâna azm etmek gerek

Âftâb-âsâ bilip her zerresin nâr-ı safâ
Her belâ dosttan gelir kim merhabâ etmek gerek

Havf-ı a’dâ eylemez olan müsellah aşk ile
Yanmadan Hakka erilmez pertev-i tevhîd gerek

Nefsle cehd et tecellî eylesin aşk-ı Hudâ
Beyt-i kalbi Âdile ma’mâr ü pâk etmek gerek

Hayır ve Hasenata Düşkünlüğü

İstanbul’da Osmanlı döneminde yaptırdığı eserlerle adından söz ettiren isimlerden biri de Adile Sultan’dır. On dört vakıf kurarak bu vazifesini yerine getirmiştir. Sahip olduğu ekonomik gücü kurduğu vakıflar aracılığıyla toplumun hizmetine sunmuştur. Sarayını her tabakadan insana, bilhassa kadınlara açmış; onların dertleriyle ilgilenmiş, görgü ve bilgilerinin artmasını sağlamıştır. Bu gayretleri halk tarafından büyük bir ilgi ile takip edilmiş ve halkın sevgisine mazhar olmuştur.

Adile Sultan’ın dört çocuğundan üçü, daha küçük yaşlardayken ölmüştür. Kızı Hayriye Sultan tüberküloz hastalığına yakalanmış olduğundan onun dinlenmesi için İstanbul’da Validebağ Sanatoryumu’nu yaptırmıştır. Kızı ve eşinin de ölümü onu çok etkilemiş ve 1869’dan sonra kendisini hayır işlerine adamıştır. O, bir kadın eğitim gönüllüsü ve aynı zamanda “Adile Sultan” adıyla bilinen kız mektebinin de banisidir.

Ecdadımızı hayırlı taraflarıyla yâd etme ve gelecek nesillere aktarma mülahazasıyla hareket ettiğimiz takdirde tarihimiz bizim için eşsiz bir hazine kıymetindedir. Bu hazinenin milletimizin kültür ve irfan dünyasının zenginleştirilmesi adına kullanılması çok önemlidir. Bu çerçevede neslimizin nazarlarını çevireceğimiz; hayatlarını kitaplara, filmlere, tiyatroya aktarabileceğimiz nice ecdadımız bulunmaktadır. İşte bunlardan biri de Adile Sultan’dır. Dinî hayatında ortaya koyduğu ciddi hassasiyetin yanında, fikir ve sanat sahalarında da hanedan mensupları arasında kendine özel bir yer edinen bu annemizi bu vesile ile rahmetle anıyor ve neslimizin kendisine örnek alacağı insanlar halkasına onu da dâhil etmesini temenni ediyoruz.

Kaynaklar

Doç. Dr. İskender Pala (1997). Tarih ve Medeniyet Dergisi, Aralık, sayı: 45.

Elif Naci (1965). “Türk Sarayında Müstesna Bir Prenses: Adile Sultan”, Hayat Tarih Mecmuası, yıl I, cilt II, sayı: 10, İstanbul.

Hikmet Özdemir (1996). Adile Sultan Divanı, Ankara.

Çağatay Uluçay (1985). Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara.

Nuriye Akman (2013). “Ne bitmez restorasyonmuş kardeşim” Zaman, 14 Temmuz.

Bu yazıyı paylaş