Şu görünen memleket, sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir. Hem öyle bir meşher ki,her bir âlemi o Sultân’a işaret eden ilânnâme ve beyânnâmelerle, hayretengîz faaliyetlerle dopdolu! İşte bu memlekette nihayetsiz bir hikmet, adâlet ve mizan ile iş görüldüğüne bürhân isteyen, bir de su altı dünyasında sergilenen eşsiz masnuâta nazar etmeli.
Denizlerin dibinde çoğumuzun farkında bile olmadığı denizhıyarları, derisi dikenlilerin Holothuroideasınıfından, yumuşak vücutlu omurgasız hayvanlardır. Genellikle uzun silindirik bir yapıda olsalar da, küresel şekillileri de mevcuttur. İki uçta bulunan ağız ile anüs arasında uzayan gövdeleri, salatalık veya patlıcanı hatırlatır. Deniz ekosistemi için büyük önem taşıyan bu canlılar, deniz tabanındaki ölmüş canlıların kalıntısı olan organik yapıdaki biyolojik kütlenin önemli kısmını dönüştürür. Dünyanın hemen hemen bütün denizlerinde yaygın olan denizhıyarlarının henüz 1717 türü tespit edilmiştir. Fakat gelecekte başka türlerinin de keşfedilmesi muhtemeldir.
Deniz hıyarları denizlerin dibinde, karadaki toprak içinde yaşayan solucanların ekolojik vazifesini yapmaktadırlar. Bu çok önemli bir vazifedir. Çürümüş canlıların çok küçük parçalarını sindirim sistemlerine alarak sindirmekte, organik kısmı sindirilmiş inorganik toprağı da tabiata geri kazandırmaktadırlar.
En uzun türün (Synapta maculata) boyu üç metreyi bulurken, en küçük türlerde uzunluk bir santimetreye bile ulaşmaz. Fakat genel olarak, 3 ile 27 cm arasında bir boya sahiptir.
Vücut sıvısı, iç organlar ve vücut duvarı olmak üzere üç ana kısımdan oluşan denizhıyarının, her bir bölümünde ayrı biyolojik önem taşıyan bileşikler bulunmaktadır. Bu canlının ekolojik bir dönüştürücü olmasının yanında, ekonomik değeri de yüksektir. Bunun en önemli iki sebebi vardır. Bunlardan birisi farmakolojik özellikleridir. Meselâ, Amerika ve Asya’da hayvanın vücut duvarından elde edilen tabletler, çeşitli tedavilerde kullanılmaktadır. Avustralya’da, iltihap önleyici ilaç üretiminde bu hayvandan elde edilen bileşiklerden faydalanılmaktadır. İkincisi ise, bazı ülkelerde gıda maddesi olarak sevilmesinden dolayı büyük bir endüstri oluşmuştur. Bu yüzden dalgıçlar ve deniz bilimcileri dışında çoğu insanın tanımadığı, hatta bazılarının bitki zannettiği bu hayvanın avcılığı ile beraber beş katı kadar da yetiştiriciliği ve ticareti yapılmaktadır.
Denizhıyarının en önemli ayırt edici özelliği, yutak veya boğazı çevreleyen kalkerli (CaCO3) halkadır. Bu halka, ağız olarak iş gören açıklığın etrafına dizilmiş dokunaçları hareket ettiren kasların ve vücut boyunca uzanan diğer kasların ön uçları için bir bağlantı ve destek noktasıdır. Canlının, kendisini denizkestanesi, denizyıldızı ve yılanyıldızı gibi diğer derisidikenlilerden ayıran bir özelliği de ağız çevresindeki 10-30 kadar uzun yakalayıcı dokunaçtan oluşan tâcıdır. Bu uzantılar parmaklara, tüylere, şemsiye veya kalkana benzer şekillerde olabilir. Bu yapılar; duyu, dokunma ve hayvanın beslenmesinde gıdaları tanıyıp tutmakla görevlidir. Yavaş yavaş hareket eder ve çevrede yakaladıkları planktonları, çamurdaki organik maddeleri ve özellikle de diatomları ağza taşırlar.
Bu canlının türlerinin % 90’ında bulunan diğer bir önemli özelliği ise, derisinin hemen altında bulunan kalsiyum karbonat plakalarından oluşan iç iskelettir. Bu yapı, küçük kalkerli mikroskobik parçacıklar ve bunları bir arada tutan bağ dokusundan oluşur. Bazı türlerde, bu kireçtaşı parçacıkları genişleyerek düzleştirilmiş plaka benzeri bir yapı teşkil ederler.
Bazı denizhıyarlarında, diğer omurgasızlarda olmayan bir takım organlar yaratılmıştır. Bunlar, vücut boşluğunda uzanan solunum ağacı olarak isimlendirilen organlardır. Solunum organlarının hidrostatik özelliği sayesinde, vücut içerisine su alınıp boşaltılabilir. Suyun içinde erimiş oksijen, bu solunum ağaçlarıyla vücuda alınır ve oksijenin dokulara iletilmesiyle solunum yapılmış olur.
Denizhıyarlarının belirgin bir organ şeklinde beyin ve duyu organları yoktur. Ancak ihtiyaçları olan her şeyden haberdar olacak ölçüde, mükemmel işleyen duyu alma mekanizmaları vardır. Derilerinin içine yayılmış durumdaki sinir uçları yardımıyla, dokunma duyusunu alacak mekanoreseptörler, ışığın varlığını hissedecek fotoreseptörler gibi alıcı duyu hücreleri ihtiyaçlarını görür. Zaten derin ve karanlık yerlerde, görerek, hızlı şekilde avlanma mekanizmaları olmadığından, yüzmeye de gerek duymazlar ve ihtiyaçları olan hareketleri kasları vasıtasıyla yapabilirler. Bazı türlerinde, denizkestanesi ve denizyıldızlarında olduğu gibi, çok sayıda vantuzlu tüp ayak bulunur. Yavaş yavaş hareket etmelerini sağlayan bu ayaklarını duyu organı olarak da kullanırlar.
Bizim bildiğimiz yapıda bir göz, kulak ve beyinden mahrum olmalarını hiçbir zaman bir eksiklik olarak görmemiz söz konusu değildir. Aksi durumda böyle kompleks organlar deniz dibindeki temizlik memuru olan bir hayvan için israf olurdu. Bütün mahlûkatının sonsuz ihtiyacını karşılayan Kerîm-i Mutlak, yarattığı her varlığa korunmasına yönelik bazı sistemler de vermiştir. Denizhıyarlarının en dikkat çekici özelliği de, tehlikeye karşı kullandıkları birbirinden orijinal stratejilerde saklıdır. Hızlı hareket edemeyen bu canlılara verilmiş olan savunma sistemleri, onlar için hususi bir ikramken bizlere de engin bir tefekkür ufku açar.
Savunma Sistemleri
Meselâ, mercan resiflerinde yaşayan bazı denizhıyarı türleri, korunmak için kaslarını sıkarak bazı iç organlarını anüslerinden dışarı, saldırganın üstüne fışkırtırlar. Başta solunum ağaçları veya bağırsakları olmak üzere, önce fırlatacakları organları esneterek uzatırlar. Yapışkan hâle getirdikten sonra da, anüsten dışarı atarlar. Bu sırada her tarafı denizhıyarının yapışkan organlarıyla kaplanan yırtıcı hayvan şaşkınlığa düşer, hatta bir süre kör kalabilir. Denizhıyarının kaybettiği iç organlar ise, birkaç hafta içinde yeniden (rejenerasyon)yaratılır. Hayatı kurtulan hayvan, kaybettiği organları yenilenene kadar geçen sürede, gövde boşluğuna aldığı deniz suyu ile solunuma devam eder.
Holothuria sanctoritürü denizhıyarlarının savunma mekanizması da, oldukça sıra dışıdır. Bu mekanizmanın temel aktörü, canlının “Cuvier organı”dır. Bu organ, âdeta bir cephanelik gibi donatılmıştır. Hayvan kendisini tehlikede hissettiğinde, Cuvier organındaki tüpçükleri ortama ağ şeklinde bırakır. Savunmada cephane gibi kullanılan bu tüpçükler, yüksek yapışma gücüne sahip olarak yaratılmıştır. Denizhıyarı kendisine verilen bu mekanizma sayesinde, bir balık veya yengeci kolaylıkla tesirsiz hâle getirebilir.
Bunun dışında denizhıyarına verilen diğer bir tesirli korunma metodu, birçok canlıda olduğu gibi kimyevî savunmadır. Bazı türlerin salgıladığı toksik kimyevî çorba, diğer canlılar için büyük tehlike oluşturur. Bazılarının derisinde bulunan toksik (zehirli) maddeler de, onları avlamak isteyen canlılar için caydırıcı bir faktör olarak yaratılmıştır.
Deniz ve okyanus tabanlarının bu donanımlı sakinlerinde karşılaşılan en orijinal özellik ise, vücudunu âdeta sıvılaştırarak derecede yumuşatarak daracık geçitlerden geçebilme hususiyetidir. Canlı; kendisine sunulan muhteşem nörolojik kontrol mekanizması sayesinde, katı olan doku yapısını peltemsi-akışkan bir yapıya dönüştürüp daha sonra tekrar katı hâle getirebilir. Bu olayın gerçekleşmesinde dokularındaki kolajen adı verilen özel bağ dokusu lifleri vazifeli kılınmıştır. Hayvanın vücut duvarını teşkil eden dokunun % 70’i bu kolajen isimli proteinden yapılmıştır. Denizhıyarı, vücut duvarlarının her yanını kuşatan bu kolajen bağ dokusu tabakasını kasları vasıtasıyla sıkıp gevşetebilme kabiliyet ile yaratılmıştır. Gerektiğinde gövde çok kasılır, bazen de gevşeyerek yumuşak bir hâl alır. Bu mekanizma sayesinde küçük bir çatlaktan âdeta akar ve sonrasında yine kolajen liflerini kullanarak tekrar eski haline dönebilir. Bu durum karşısında şaşkına dönen düşmanlarından da, saklanmış ve korunmuş olur.Özellikle Stichopus chloronotustürü denizhıyarlarının yırtıcı bir canlı tarafından saldırıya uğradığında, bağ dokusundaki bu özelliği gösterebilme kabiliyeti incelenmiş ve bu özel dokunun, canlıya çok hususi bir savunma mekanizması olarak verildiği ifade edilmiştir.
Deniz Hıyarlarında gördüğümüz gibi, her canlıya ihtiyacı kadar, ekolojik dengedeki vazifesini yerine getirecek kadar duyu organı, sinir sistemi ve korunma mekanizmaları verilmiştir. Bütün bunlar tesadüfen, kendi kendine ortaya çıkabilecek tercihler olmayıp ancak sınırsız bir ilim, kudret ve irade ile mümkündür. Bu öyle bir ilim, kudret ve iradedir ki, sivrisineğin gözü ile Güneş ışığının münasebetini bilir ve ona göre bir göz verir, solucana da toprak içindeki karanlığı algılayacak kadar ışık alıcı hücreler verir. Ne israf edilir, ne de eksik bırakılır. Her şey kusursuz bir şekilde yerine getirilir.