Nobel Kimya Ödülü ve Müslümanların Kimyaya Katkıları

1901 yılından beri İsveçli kimyager Alfred Nobel’in vasiyeti olarak dağıtılan Nobel ödülleri; fizik, kimya, tıp, ekonomi, edebiyat ve barış kategorilerinde, o yıl yapılan ve alanında ses getiren çalışmalar arasından seçilerek verilmektedir. Kişi veya kuruluşlara verilen ödülleri, İsveç’teki Nobel Vakfı belirlemektedir.

Nobel ödülleri; dünyada, alanında en prestijli ödüllerdir. 2015 yılında kimya alanında Aziz Sancar’a verilen ödül ise; Orhan Pamuktan sonra ikinci defa bir Türk’e ve toplamda on birinci kez bir Müslümana verilmiş oldu. Pakistanlı Fizik âlimi Abdus Salam’dan sonra bilim alanında ikinci defa bir Müslümana ödül verilmesi, sevinç ve heyecana sebep olurken, Müslümanların kimya ilmine katkısını da gündeme getirdi.

Amerikalı felsefeci, tarihçi ve yazar Will Durant’ın “Kimya bir fen olarak Müslümanlar tarafından kurulmuştur denilebilir. Binlerce keşif ve kendilerine ait metotlarla bu ilmin kuruluşuna yardımcı oldular” dediği, mazisi çok eskilere dayanan bu ilme de Altın Çağ’da, Müslümanlar büyük önem vermiştir. Kimyayı teorik bir bilim olmaktan çıkarmış, deney yapılan bir bilim haline getirmişlerdir. Bu bilim dalını sistematik hâle getiren El-Razî bu ilmin önemini, “Ben mütefekkir diye kimya bilene derim”diyerek vurgulamıştır.

Müslümanların kimya ile ilgili birçok buluş ve eseri günümüze kadar gelmiştir. Ünlü Alman oryantalist Dr. Sigrid Hunke ve Meyerhof, kimya ile ilgili olarak Müslümanların Batı dünyasına etkisini şöyle özetliyor: “Müslümanlar, Batılılara kâğıt, sabun, ipek, kumaş boyama, sarraflık, suni gübre, deri tabaklama ve kadife yapmayı öğretti.”

Kimyevi birçok terim bu ilme Müslümanlar tarafından kazandırılmıştır. Müslümanların armağanı olan bazı asit isimleri diğer dillere aynen geçtiği gibi birçok teknik terim de sadece kimyagerler tarafından değil, halk tarafından da kullanılmıştır.

Müslümanların kimyayla ilgili ilmî çalışmaları Cafer-i Sadık ve talebesi Halid bin Yezid’le (ö. 708) başlar. Kimyayla ilgili ilk eser de Halid bin Yezid’e aittir. Daha sonra gelen ve tarihe “İslam kimyasının babası” olarak geçen ve Avrupa’da “Geber” olarak bilinen Cabir bin Hayyan’ın (721–805); bu alandaki çalışmaları ise günümüze kadar gelmiştir.

“Kimyanın Hipokratı”olarak da bilinen, kimyayı simya denilen eski kimyadan ayıran Cabir; çağdaş kimyanın bir özeti mahiyetinde olan ve Batı’nın Lavoisier’e kadar faydalandığı eserler bırakmıştır. Bu eserler genelde Latince ve Fransızcaya çevrilmiştir.

 

Cabir; 8. yüzyılda söylediği ve bütün dünyanın parçalanamaz olarak bildiği atom hakkındaki, “Atomda yoğun bir enerji vardır ve bu enerji, atomun parçalanmasıyla açığa çıkabilir. Bu enerji o kadar büyüktür ki Bağdat’ın altını üstüne getirebilir” mealindeki sözü ile de dikkat çekmiştir.

Cabir’den sonra büyük düşünür Farabî de (780–850) kimyayla ilgili çalışmalar yapmış İlimlerin Sayımıadlı eserinde o güne kadarki kimyayı özetlemiştir. Ayrıca ilk defa hava basıncını ölçme çalışması yapan da odur.

Aynı zamanda bir doktor olan Razî (864–925) ise kimyada deneyciliği sistematize etmiştir. Bilim tarihçisi E. J. Holmyard (1891–1959) gibi bazı bilginlere göre o, modern kimyanın kurucusu olabilecek derecede hizmet vermiştir. Razî’nin kimyayla ilgili yaptığı ilmi çalışmaların bazıları şöyledir: Saf alkolü, sülfürik asidi, antimonu, drastica denilen müshil ilacını üretmeyi, saf su elde etmeyi o başarmıştır. Anestezi için ise afyon ve haşhaşı kullanmış, ilaç olarak cıva terkiplerinden faydalanmıştır. Ayrıca hap şeklinde verilen göz ilacı yapmış, şurup, meyve ve bitki şekerlemeleri hazırlamayı da başarmıştır.

Razî’nin kimyayla ilgili 21 eseri bulunmaktadır. Kitabü’l-Esraradlı eseri 14. yüzyıla kadar Batı’da kimyanın başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır. İslam kültür çevresinin mineraller hakkındaki birikimi, Avrupa’ya Cabir b. Hayyan ve Razî’nin kimyaya dair kitaplarının tercümeleri yoluyla ulaşmıştır.

  1. yüzyılda yaşayan meşhur Endülüslü doktor Ebu’l-Kasım ez-Zehravî (963–1013) ise damıtma için otomatik bir soba icat etmiş ayrıca boynuzlu imbik, cam borular gibi deneylerde kullanılmak üzere kaplar yapmıştır.

Yine Müslüman kimyacılardan Beşir, Kindî, Ebu’l-Kasım el-Kaşî, Mesleme bin Macrıtî, İbn-i Sina, Beyrunî ve İbnü’l-Hatip de kimyayla ilgilenmiş ve bu ilmin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Osmanlıda ise Derviş Mustafa, El-Kimya;İznikli Ali Bey, Keşfü’l-Esraradlı eserleriyle kimya ilmine katkıda bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde ise 1943 yılında kurulan Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’yle birlikte modern kimya öğretimine başlanmıştır.

Yakın geçmişimize kimya ile ilgili başarılarıyla damgasını vuran ise Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’dur (1935–2015). 1964 senesinde, Yale Üniversitesi’nde teorik kimya bölümünü kuran Sinanoğlu; Yale’deki görevi boyunca, “Atom ve Moleküllerin Çok-Elektron Teorisi”, “Çözgeniter Kuramı”, “Kimyasal Tepkime Mekanizmaları Kuramı”, “Mikrotermodinamik” ve “Değerlik Kabuğu Etkileşim Kuramı”çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Birçok ulusal ve uluslararası bilim ödülüne1layık görülen Sinanoğlu, ayrıca Nobel ödülü için iki defa aday gösterilmiştir.

Prof. Dr. Aziz Sancar’a verilen Nobel ödülüne dönecek olursak; 2015 yılı Nobel Kimya Ödülü, kanser tedavisinde “ritmik saat” buluşunu yaparak dünya çapında üne kavuşan Prof. Dr. Sancar ve meslektaşlarının2“hücrenin DNA’sını nasıl onardığı ve genetik bilgisini koruduğunu” ortaya koyan araştırmaları sebebiyle kendisine layık görüldü. Sancar, “hücrenin DNA’sı üzerinde oluşan morötesi zararı onarmasını sağlayan mekanizmayı haritalandırmasıyla” bu ekibe dâhil edildi.

Sancar’ın bu başarısı göstermiştir ki; ilme gereken ehemmiyet verildiği ve imkânlar sağlandığı zaman bizim insanımız da ilmî çalışmalarda örnek gösterilecek, gurur duyulacak çalışmalara imza atabilmektedir. Rönesans’ta Batılıların İslam mirası olan ilmi eserleri tercüme edip kendilerine bir başlangıç yaparak ve ivme kazandırarak yakaladıkları teknolojik ve ilmî seviyeye ortak olabiliriz.

 

“Tarihin sayfalarını geri çevirip bilimde dünyaya bir defa daha öncülük edebilir miyiz?” sorusuna “Evet” cevabını veren Prof. Dr. Abdus Salam4bunun için bir kısım sebeplerin yerine getirilmesi gerektiğini söylüyor. Her şeyden önce cemiyetin bunu bir gaye olarak benimsemesi, ilme dört elle sarılması lüzumunu ortaya koyuyor. Ayrıca şunları ekliyor: “Müslümanlar Kur’an’ın mükerrer emirlerine uymalı. Din ve fen ilimlerini bir bütün olarak düşünmeli, ilim arayışının evrenselliğine dikkat etmeli ve ilme uluslararası bir mahiyet kazandırmalı.”

 

Abdus Salam, aşağılık kompleksinden kurtulmak gerektiğini, geçmişimizin geleceğe ümitle baktıracak derecede parlak olduğunu ve bugünün cihadının ilimde üstünlük sağlamakla gerçekleşeceğini belirtiyor. Ona göre ilimde Rönesans muhakkak gerçekleştirilmelidir. Bunun için fıtratımızdaki merak duygusundan faydalanabiliriz. Bu bizim için mühim bir şevk kaynağıdır.

Dipnotlar

  1. 1966’da “TÜBİTAK Bilim Ödülü”nü, 1973’te Kimya dalında “Alexander von Humboldt Research Award’ı ve 1975’te ‘International Outstanding Scientist Award of Japan” ödüllerini kazandı.
  2. Thomas Lindahl ve  Paul Modrich.
  3. 1969-MD, Summa Cum Laude, 1984-NSF Presidential Young Investigator Award, 1995-NIH MERIT Award, 2004-American Academy of Arts and Sciences, 2005-National Academy of Sciences, USA, 2006-Turkish Academy of Sciences, 2007-Turkish Koç Award, 2009-University of Texas at Dallas “Distinguished Alumni Award” ve 2014 yılında ise “Distinguished Visiting Professor–Academia Sinica” ödüllerine layık görüldü.
  4. Mehmet Said Mutlu, “Nobel Ödüllü Abdüsselam,” Sızıntı, Ağustos 2007.

Kaynaklar

  • Orhan Apillioğlu, Kimya O’nu Anlatıyor, ‘Kimyanın Hikâyesi’, Muştu Yayınları, 2013.
  • Şaban Döğen, Müslüman İlim Öncüleri Serisi, Muştu Yayınları, 2014.
  • Ahmet Işık, “Kimyanın Kurucusu: Cabir Bin Hayyan,” Sızıntı, Ekim 2009.

Yusuf Karaosmanoğlu, Ebû Bekir er-Razi, Sızıntı, Nisan, 2015

Bu yazıyı paylaş