İstişare, kişiler veya heyetler nezdinde bir konunun müzakere edilmesi ve ortak bir karara varılmasıdır.
Dinî ve sosyal hayatın olmazsa olmazları arasında bulunan istişare, ayet ve hadislerle teyit edilmiş önemli bir usuldür. Meselenin bir boyutu da sünnete uyularak yapılan bir istişarenin, adetlerin ibadetlere çevrilmesi kabilinden olmasıdır.
İstişarenin Çeşitleri
Kişilerin şahsîmeseleleriyle ilgili olarak arkadaşlarına ya da büyüklerine danışmasına, onların fikrini almasına istişare denildiği gibi bu kavram; sivil toplum kuruluşlarında, şirketlerde ve devlet mekanizmasında da karşımıza çıkmaktadır.
Sivil toplum kuruluşlarının daha iyi hizmet verebilmesi, ortak akla uygun hareket edilmesi ve katılımcıların rızasının alınması, dolayısıyla vakıf ve hayır işlerinin devamlılığının temini, istişareye bağlı olduğu gibi ticarîkuruluşların AR-GE birimleri de bu mekanizmanın daha profesyonelce işlettirilmesi için oluşturulmuştur.
Devlet mekanizmasında ise istişare bütünüyle belli esaslara bağlanmış, konuyla ilgili müzakere, şûrâ, müsteşar ve benzeri kavramlar bu sistemde karşılıklarını tam anlamıyla bulmuştur.
İstişare zeminine uygun gündemlerin hazırlanması ve fikirlerin artısı ve eksisiyle masaya yatırılması adına yapılan çalışmalar da mevzuların önemle ele alınmasına katkı sağlar. Bu usul, yine ciddi organizasyonlarda alt komisyon ve benzeri kavramlarla ifade edilir.
Bu usul, gerek geçmişte gerek günümüzdeki gelişmiş demokrasilerde katılımcı ve çoğulcu toplumların vazgeçilmez prensiplerindendir. İnsanlar, fikirlerinin alındığı noktalara daha bir önem vermekte; bunu idrak eden kimi yönetimler; toplumun genelini ilgilendiren hamlelerde anket yoluyla insanların görüşlerine başvurmaktadırlar.
Kiminle İstişare Edilir?
İnsanlar şahsîmeselelerinde kendilerini anlayabilecek, geniş ufuklu veya hayat tecrübesi olan kimselerle istişare ederler.
Eğer konu bir uzmanlık sahasına dairse, o sahada söz sahibi ve tecrübeli kimselerle istişare edilmelidir. Sağlıkla ilgili fetvalarda fıkıhçıların, doktorların görüşlerinden nasıl istifade ettikleri cümlenin malumudur.
Şahsiyetleriyle insanların hüsn-ü kabulüne mazhar olan, fikirlerine değer verilebilecek kimseler ise her sahadan insanın akıl danıştığı, görüşlerine değer verdiği kişilerdir.
İstişarenin aynı zamanda bir sünnet olması, ona dair esasların daha da hassasiyetle ele alınmasını gerektirmektedir. Yani onu sosyal ve dinî hayatın ayrılmaz bir parçası olarak görenler, usulüne de bu derece önem vermelidirler. İstişare ettim diyebilmek için birileriyle bir şeyler konuşmak, kişinin kendisini kandırması anlamına da gelebilir. “İstişare sünnet, ammâ müsteşar mümtaz gerek” mısraı, bu hakikati çok güzel özetler.
İstişarenin Maslahat Yönü
Atalarımız, “Danışan dağlar aşar, danışmayan düz ovada şaşar” demişlerdir. “Akıl akıldan üstündür”, “Bin bilsen de bir bilene danış” sözleri de kulağa küpe olacak cinsten nasihatlerdir. Meselelerini bu yolla çözmeye çalışanlar, mesuliyetten kurtuldukları gibi berekete de mazhar olurlar. Alınan kararın ortak olması, isabet halinde şahısların gurura kapılmasını engelleyeceği gibi hataya düşülen durumlarda da muhatapların birbirini suçlamasının önüne geçer. Bu hususta, Kanuni’nin, kabrine fetva kâğıtlarının olduğu sandığın da gömülmesini vasiyet etmesi çok manidardır.
İstişarede Muhataplara Düşen
Hiyerarşi, istişare ortamındaki fikir teatisine yansımaz. İstişare esnasında her fikir, eşit seviyede ele alınır.
Öne sürülen fikirler, tecrübe sahibi fertler nezdinde daha önceden bilinen, gözlemlenen hususlarsa ve bunların neticesi isabetli görülmüyorsa da katılımcı düşüncenin akîm hale gelmemesi adına bunlar maslahat yönüyle masaya yatırılmalı, “Olmaz öyle şey!” kabilinden kestirip atmalarla şahıslar istişareden soğutulmamalıdır.
Mevzular görüşülürken, “Ben biliyorum” havasına girilmemeli, “İnsanların en iyi bileni”nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabı ile nasıl müşavere ettiği nazara alınmalıdır. Bilenlerin bildikleri ise usulü ile nazarlara sunulmalı ki insanlar, bir kıymet ifade eden o tecrübelerden mahrum kalmasınlar.
Bir fikri müzakere etme adına gerçekleşen toplanmaların; fertlerin çiçek açması, gençlerin yetişmesi ve yetişirken geleceğe da hazırlanması, kabiliyetlerin keşfi ve inkişafı, tecrübelerin aktarımı, fikir çilesi çekenlerin şevklerinin kırılmaması gibi yönleri de vardır.
Fertlerin fikirleri geçersizse, çözüm vaat etmiyorsa ya da maslahata uygun değilse, bu durum kendilerine ikna edici bir şekilde, gerekirse geçmişte yaşanan örnekleriyle anlatılmalıdır. Bunu yaparken geçmişteki denemeler esnasında şartların olgunlaşıp olgunlaşmadığı, muhatapların yeni fikirlere hazır olup olmadığı da gözden ırak tutulmamalıdır.
İstişare ortamı, büyüklerin küçükleri idare ettiği, her dediklerine tamam dedikleri bir zemin de değildir. Fikrin sahibi kim olursa olsun, kabul veya reddedilmesine hazır olmalıdır. Bir fikir kabul edilmemişse, ya vakti gelmemiştir, ya mesele iyi izah edilmemiştir, ya somut örneklerle konu muhatapların zihinlerinde anlaşılır hale getirilmemiştir ya da fikir umumîolarak kabule mazhar olmamıştır.
Kabiliyetlerin Köreltilmemesinin Önemi
İstişarenin bir başka önemli boyutu da kabiliyetleri itibarı ile yönlendirilmesi gereken inanların önlerinin kapanmaması, hayırlı istikamette teşvik edilmeleridir. Edebiyat, müzik, güzel sanatlar, mimari veya başka bir sahada hayatına yön vermek isteyenlere “Buna ne gerek var?” demek yerine o sahalarda nasıl bir yol izlemeleri gerektiği ifade edilmeli; ferdî hareket etme bataklığına düşmelerine fırsat verilmemelidir.
İstişare Usulüne Dair
Konu, çeşitli yönleri düşünülerek olgunlaştırılmış şekilde istişareye taşınmalıdır. Hazırlık yapılmadığı takdirde çok değerli fikir ve projeler muhataplar tarafından ciddiye alınmayabilir ya da uygulanabilirliği sorgulanabilir.
Fikrin sahibi, “Dediğim dedik…” havasına girmese de gündemine sahip çıkmalı, onda isabet görüyorsa, muhatapları ikna etmek için çaba sarf etmelidir.
“Uygun zaman ve mevsim mi?” sorusuna önceden çalışılmalı, bu husus hesaba katılmadan değerli fikirlerin ziyan olmasına zemin hazırlanmamalıdır.
İstişare ile İlgili Handikaplar
İnsanlarla meseleleri beraber çözmek için oluşturulan meclisler, bereketli ortamlardır. Böylesi önemli meclislerde fikir ileri sürenler bunu nefisleri hesabına değil, umumun maslahatı için yapmalıdır. Dolayısıyla burada yapılacak olan şey başkalarına fikirlerini dayatmak değildir. Bu husustaki yersiz ısrar ve şiddetli üslup, muhataplarda ters tepkilere sebep olabilir ve nefisler devreye girer. Fikir ileri sürmek, muhatabı çizgisine çekme gayreti değil, bilakis fikri umuma mâl etme ameliyesidir. Ancak belli bir bilgi ve tecrübe birikimine sahip şahıslar, alınacak kararın hatalı olduğuna veya olumsuz durumlara yol açma riski bulunduğuna eminse, bu kimseler için heyeti ikna etmeye çalışmak da bir vecibe olsa gerektir.
Öne sürülen her fikrin sahibine değer verilmelidir. Kişi kendince orijinal bir fikir ürettiğini düşünse ve muhataplar bunun böyle olmadığını bilseler de muhataba nezaketle yaklaşmalılar; onun bir daha ortaya fikir atma şevkini kırmamalıdırlar.
İstişare ettim vehmiyle nefsini tatmin etmek de işin bir başka boyutudur. “Sekiz kişiye danış, sonra kendi bildiğini yap” benzeri görüşler, kişilerin ortak akla riayet etme eğilimi kazanmasını önler.
“Biz bunu daha önce denedik, olmadı” şeklindeki tepkiler; gerçekleştirilecek hamlelerin önündeki en önemli engellerden biridir. Ortaya atılan fikrin önünü bu yolla kapamak isteyenlere uygun bir üslupla müspet tepki verilmeli ve meselenin enine boyuna tartışılması adına fikir sahibine fırsat verilmelidir.
İstişareden Sonra
Ortak bir karara varıldıysa, bundan sonra karar sahipleri aynı istikamette davranmalı, kendi görüşleri genel kararın gölgesinde kalsa bile onu gündeme getirmemelidirler.
Alınmış karara muhalefet, kişinin o heyete katılmaya ehil olmadığının delilidir. Zira bugün başkasının, yarın da onun fikri kabul görebilir. Bu durum, istişare mekanizmasının özünde mevcuttur.
İstişare kararının isabetli ya da isabetsiz olması zamanla anlaşılır. Karar isabetsizse veya elde edilen randımanın artırılması söz konusuysa, alınan ilk karar yine şûrâ kararıyla değiştirilmelidir.
Kararda isabet edilmediyse, muhataplar eleştirilmemelidir, “Ben demiştim” gibi ham tavırlara girilmemelidir.
Tecrübelerden İstifade
Seleflerin tecrübelerinden istifade edilmeli, benzer durumlarda nasıl hareket edilmesi gerektiği adına onların tavır ve kararları yolumuzu aydınlatmalıdır. Bu durumda tecrübeleri aynen alma veya onları yeni şartlara göre uyarlama da önemli bir ölçüdür. Mazi peteğinden süzülen tecrübe balının tadı, görüş birliğiyle isabet edenlerin damağında kalacaktır.
Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hendek Harbi’ndeki savunma stratejisini müzakereye açması ve Selman-ı Farisî’nin (radıyallâhu anh) fikrine göre amel etmesi, savaş öncesi seçtiği yeri ashabından birinin görüşüne göre değiştirmesi, İfk hadisesinde ashabının kadın ve erkekleriyle fikir teatisinde bulunması, Uhud öncesi ashabının gençlerinin görüşünü dikkate alması, Hudeybiye’de zevcesinin görüşüyle amel etmesi, Efendimizden (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra Benî Saîde Sakifesi’nde ashabın halife seçimi, mezhep imamlarının ilim meclislerinde fıkhîmeseleleri vuzuha kavuşturma adına çektikleri fikir çileleri ve müspet anlamdaki münazaraları, devlet idarecilerinin muhterem şahsiyetlerin görüşlerine verdikleri değer bizler için ölçü olmalıdır.
Dinin temel prensiplerinden biri olan bu uygulama, müminlerin bir şiarı olarak devam edecek; onu ihmal edenler kaybederken onunla amel edenler ise, hadisin ifadesiyle, hüsrana uğramayacaklardır.