Konuşuyorum, O Halde…

İnsana benzetilerek tasarlanan Sophia adlı robota, sosyal medyada, basın ve yayın organlarında büyük bir alaka gösterildi. Robotun gazetelerde boy boy fotoğrafları yayınlanıyor, devlet büyükleri kendisiyle fotoğraflar çektiriyor, televizyonlardaki söyleşileri izleme rekorları kırıyor. Sophia’nın konuşmalarını dinlemek, kendisine sorulan sorulara verdikleri cevapları işitmek için farklı ülkelerde programlar düzenleniyor. Hatta bazı ülkeler kendisine vatandaşlık vermeyi bile gündeme getirdi. Önceki versiyonu sadece bedenin üst kısmından ibaret olan ve bir sehpa üzerine monte edilen robot, biraz daha geliştirilmiş, insan gibi yürüyecek şekilde dizayn edilmiş.

Yürümesinden ziyade insanları hayrete düşüren vasfı, onun bir insan gibi konuşması. Sophia, kesik kesik de olsa, cümleler kurdukça insanların kendisine olan hayranlığı daha da artıyor.

Sophia’nın, kendisine yüklenilen program dâhilinde, belli kelimeleri bir araya getirmek suretiyle soruları cevaplaması, 21. yüzyılda insanoğlunun bilim ve teknikte kat ettiği mesafeyi ve birikimi ortaya koyması açısından takdire şayan bir gelişmedir. Girift programı sayesinde insan kadar olmasa da onun kullandığı kelimelerle konuşabilmektedir.

İnsandan mülhem Sophia, insanoğluna bahşedilen beyan kabiliyetinin ne kadar büyük bir nimet olduğunu, adeta insanların kulağına fısıldamaktadır. Seslerin çıkarılmasından ton ve vurguya kadar insana benzetilmeye çalışılan robot, bize dilin ya da dillerin doğuşu ile ilgili teorileri de tedai ettirmektedir.

Dillerin ortaya çıkması ile ilgili farklı fikirler ortaya atılmıştır.[1]Bunlar:

  1. Yansıma teorisi:

Bazı dilbilimciler dildeki ses taklidi kelimelere bakıp ilk dilin ses taklidi kelimelerden neşet ettiğini ileri sürerler. Zira ilk insanlar tabiatta sesleri taklit ederek ilk kelimeleri keşfederler böylece dilin ortaya çıkma süreci başlar. İlk insanların koyun ve kuzunun sesinden melemek fiilini, bir cismin yere düşmesi sonucunda ise pat diye çıkan sesten patlamak fiilini keşfettiğini, böylece dilin ortaya çıkma sürecinin başladığını iddia ederler.

  1. Ünlem teorisi

Başka bir grup dilbilimci ise, dilin aslında ilk insanların kendilerini dehşete salan bir durum karşısında çıkardığı ünlem vasıflı kelimelerden teşekkül ettiğini ileri sürer. Bu teoriye göre, ormanda yürüyen ilk insanlar, bir yerden darbe aldığında, ya da dehşetli bir sahne ile karşılaştığında çıkardığı seslerden kelimeler kurar böylece dilin ilk kelimeleri de teşekkül etmeye başlar.

  1. İş teorisi

Bu teorinin temelinde biraz emek vardır. Teoriye göre ilk kelimeler çalışan insanların çıkardığı seslerden ortaya çıkmıştır.

  1. Musiki teorisi

Dilin doğuşunu, müziğe dayalı seslere bağlayanlar ise ilk kelimelerin insanların nağmeli sesleri telaffuzu ile ortaya çıktığını iddia ederler.

  1. Semavî kitaplar ve yaratılış anlayışı

Semavî kitaplara göre, dil ve beyan kabiliyeti, insanlara Allah (celle celâluhu) tarafından bahşedilmiş bir nimettir.

Allah insanoğlunu halk ettikten sonra, ona kullanacağı kelimeleri öğretmiştir: “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek: ‘İddianızda tutarlı iseniz haydi, Bana şunları isimleri ile bir bildirin bakalım!’ dedi.” (Bakara, 2/31).

Günümüzde, teorilerin bahsettiği minvalde, dillerde birçok kelime bulunmaktadır. Fakat sadece bu kelimelerden hareketle bir sonuca varmak elbette mümkün değildir. Zira karşımızda sözünü ettiğimiz robotla kıyaslanamayacak kadar mükemmel bir varlık vardır. Dildeki kelimelerden ziyade, öncelikle o dili konuşan insanın incelenmesi elzemdir.

Dilin doğuşu ile ilgili olarak semavî kitaplarda, insanın yaratıldığı dönemde, ihtiyaca göre bazı kelimelerin ilk insana öğretildiği vurgulanırken, aslında konuşma mucizesine mazhar olan insana dikkat çekilmektedir. Günlük dilde her insan, dilbilimcilerin ses cihazları diye nitelendirdikleri donanıma sahiptir. Konuşma mucizesi, fıtrî bir süreç dâhilinde gerçekleştiğinden insan kendisine bahşedilen nimetinin farkına pek varamaz. Yavrucak, anne karnından itibaren yakınlarından duyduğu kelimeleri adeta bir havuzda biriktirir, zamanı geldiğinde bu kelimelerden bazılarını telaffuz etmeye çalışır. Onların dilinde çoğu zaman su “buu”dur. Ekmek ve açlığını giderecek bütün yiyecekler “mam”dır. İlk kullandığı anlamlı kelime, çoğu zaman, anne, baba ya da dededir. Evin gözbebeği tarafından söylenilen ilk kelime, muhatapları çok sevindirir, ama yavrucağa bahşedilen konuşma yeteneği pek dikkat çekmez.

Ses cihazları vasıtasıyla hiç farkına varmadan, zihnimizin derinliklerinde yer alan kelimeleri belli bir insicamla, dilin gramer ve sözdizimi yapısına uygun olarak peşi sıra sıralayıveririz. Bir anda kurduğumuz cümlelerde dilin kurallarına riayet edilmesi, cümlelerdeki mantık silsilesi, eklerin ve kelimelerin yerli yerinde kullanılması, fiil fail uygunluğu muhteşemdir.

Beyin ve ses aletlerinin senkronize hareket etmesi vesilesiyle konuşma gerçekleşir. Bu süreçteki hız ve uyum harikuladedir. İnsan konuşmak istediğinde, hava ile dolu ciğerler harekete geçer. Ciğerlerden yükselen hava, soluk borusundan yükselir, ses tellerine ulaşır. Ses telleri telaffuz edilecek sese göre şekil alır. Şayet sesler f, ş, h gibi sertse, ses telleri soluk borusunu kapatır. B, c, y gibi yumuşak sesler söz konusuysa, ses telleri soluk borusunun önünü açar ve seslerin rahatça geçmesine imkân verir. Sesin serüveni bununla da bitmez. Bu defa ağız boşluğuna doğru yol almaya devam eder. Eğer ses burunda teşekkül edecekse, ağız yolu, dil tarafından kapanır, yükselen hava buruna yönlendirilir, şayet ses ağız boşluğunda teşekkül edecekse, bu defa dil devreye girer. Ses kalın ünlü ise, dilin arka kısmı, ince ise ön kısmı kabarır. Sesin vasfına göre dil bazen damağa temas eder, bazen dişlere dokunur. Ağızdaki süreç tamamlandıktan sonra dudaklarda sesler son şeklini alır. Dudaklarımız da sesin düz yuvarlak olmasına göre şekil alarak kelimelerin telaffuzunu gerçekleştirir.

Her konuştuğumuzda bu süreci arızasız bir şekilde gerçekleştiririz. Biz bir sesin teşekkül sürecini anlatıncaya kadar ortalama hızla konuşan birisi, bize bir günde yaşadıklarının özetini iki dakikada anlatıverir. Bahsedilen vetireden habersiz peşi sıra yüzlerce cümle kurarız. Ama bu seslerin teşekkülündeki suhuletten ve rahatlıktan olsa gerek, çoğu zaman bu olağanüstü hadisenin farkına bile varmayız. Elbette telaffuz edilen kelimelerin farklılık arz etmesi, insan seslerinin bir çiçek bahçesi gibi farklı farklı renklerde olması başka bir sanat harikasıdır.

Diğer taraftan insanın kelimelere ve cümlelere duygularını katması, sözle hissin izdivacı, konuşmalara farklı mânâlar katmaktadır. “Evet” edatını, içerisinde bulunduğumuz halet-i ruhiyeye göre çok farklı ton, vurgu ve ritimle telaffuz ederiz. Nikâh masasındaki mutlu bir çiftin söylediği “Evet”, ilkokul sırasındaki yumurcakların öğretmenlerinin, “Ödevinizi yaptınız mı çocuklar?” sorusuna karşılık söyledikleri “Evet”, dersin sonunda konuyu özetlemek için cümlenin başında öğretmenin kullandığı “Evet”, yine yaramaz bir çocuğa annesinin “Bunu sen mi yaptın?” sorusuna cevap olarak söylediği “Evet”in renkleri, tonları ve vurguları farklı farklıdır. Bu satırları okurken “Evet”leri tonlarına göre, hiç fark etmeden ve fazla bir zahmet çekmeden, zihninizde canlandırmanız ise insana bahşedilen başka bir nimeti, tahayyül nimetini göstermektedir.

Sophia’nın konuşmasına hayran olan insanlar ondan daha olağanüstü bir dizayna sahiptir. İnsanın sadece konuşması bile ele alınsa, karşımıza ahsen-i takvim lütfuna mazhar olmuş, âlemin göz bebeği bir varlık çıkacaktır.

Konuşmak insanoğlunun hasletlerinden sadece birisidir. İnsanoğlu ete kemiğe bürünüp insan olarak arz-ı endam etse de onun sevmesi, gülmesi ve ağlaması, hatıra ve hayallerini kelamla anlatması, sanat-ı ilahiyi gösteren en büyük burhanlardandır.

Kopyası Sophia ile insanın konuşması karşılaştırıldığında, karşımıza kıyası mümkün olmayan muhteşem bir sanat eseri çıkmaktadır. Hele dünyanın yedi ikliminde, lehçeleri ile birlikte binlerce dilde insanların konuşması, duygularını ifade etmesi, konuştuklarını yazıya geçirip kendisinden sonra gelen nesillere aktarması, dili oluşturan kelimeleri disipline edip nazım ve nesirde harikalar ortaya koyması, daha da ileri gidip güftelere beste yapıp insanın bam teline dokunacak kıvama getirmesi, ahsen-i takvim mertebesine mazhar olan insanın donanımını göstermektedir. Elbette insanın bu güzelliklerin farkında olması ve bahsedilen kabiliyetleri tefekkür edebilecek evsafta yaratılması, onu bambaşka bir boyuta taşımaktadır.

Konuşması, hitabeti, nazım ve nesirde ortaya koyduğu mükemmel eserlerle karşımıza paha biçilmez bir varlık, insan çıkmaktadır. Her yönüyle âlemin baş tacı olan insanın, âlemin gözbebeği olarak nitelendirilmesi boşuna değildir. Binlerce letaifle donatılmış bir insanın haksız yere canına kıyılması, bütün insanları öldürmek kadar büyük bir cürümdür. Bize düşen de rengi, dili, dini, ırkı ne olursa olsun, Sani’in mükemmel eseri olan insana, en az robot Sophia kadar, saygıyla yaklaşmak olsa gerek.

Dipnot

[1]Demirci, Kerim, Türkoloji İçin Dilbilim: Konular Kavramlar Teoriler, Ankara: Anı Yayıncılık, 2014, s. 20.

Bu yazıyı paylaş