Zulümlerden ve adaletsizliklerden şikâyetçi olmayanımız neredeyse yoktur. Adaletin dünyada tesis edilmesi gerektiğine inanırız, ama bunu sadece güç sahiplerinden bekleyemeyiz. Mazlum ve zayıfların da yapması gereken önemli işlerin olduğunu görmezlikten gelemeyiz. Adaletin iki ayağı vardır: güç sahipleri ve mazlumlar. Mazlum hakkını arayacak ki adalet ayakta kalabilsin.
Haklı olduğuna inananların haklarını aramalarını Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) teşvik etmiştir. Hayat-ı seniyyelerinin son dönemlerinde, “Ey insanlar! Belki aranızda benden hak iddiasında bulunan kişiler çıkabilir. Kimin sırtına vurduysam, iste sırtım, gelsin vursun! Kime hakaret etmiş ya da onurunu incitmişsem, işte şerefim, gelsin intikamını alsın. Kimin malını almışsam, iste malım, alsın ve benden bir itiraz gelecek diye asla çekinmesin! Zira itiraz etmek benim âdetim değildir. Gerçekten, benim yanımda sizin en değerli olanınız, hakkını istemeyi bilen ya da ondan vazgeçendir. Böylece Rabbimin huzuruna yüzüm ak olarak çıkabileceğim”[1]buyurmuştur.
Sahabe efendilerimizin, Efendiler Efendisine (sallallahu aleyhi vesellem) göstermiş olduğu saygı, haklı olanın hakkını aramasına ve haklılığını ifade etmesine engel olabilirdi. Hâlbuki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkını arayanlara kızmazdı. Hatta onun nazarında hakkını arayanlar daha sevimliydi. Çünkü bazen hayâ gibi saygı da, büyük gördüklerimize karşı bazı gerçeklerin ifade edilmesine engel olabilir. Bu bakımdan ilme mâni olan bir tavrı ortadan kaldırmak ve cesaretlendirmek için Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi vesellem) bazı kadınların hayâlarının ilme engel olmadığını beğenerek ifade etmiştir. Çünkü ilim öğrenmek kadınların da erkeklerin de hakkıydı. Bu saygılarından dolayı sahabe çoğu zaman ona karşı soru dahi sormaya çekinirlerdi. Hazreti Ali (radıyallâhu anh) diyor ki; “Edebimizden soru soramazdık. Bedevilerden birileri gelse de soru sorsa diye beklerdik.”
Edep ve saygı, insanın hakkını aramasına engel olmamalıdır. Kuran-ı Kerim’de, “Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez” (Ahzab, 33/53) buyrulmuştur. “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanın” düsturuna göre gerçek müminlerin tavrı da böyle olmalıdır. Hakka olan saygı, şahıslara olan saygıdan daha büyüktür.
Gürbüz Azak, Menderes’in bir sözünü şöyle aktarır: “Benim milletim beni sever diyor Menderes. Ancak, devlet sevgisinden dolayı sokaklara çıkıp da eylem yapmaz. Çok sevdikleri Başvekilleri olan benim mağduriyetime rağmen sokağa çıkmazlar.”[2]Hâlbuki devlet adamları layüsel (sorgulanamaz) değildir. Böyle yapıldığı takdirde, kötü niyetli devlet adamlarının, vatandaşların haklarını gasp etmelerine zemin hazırlanmış olur.
Devlet adamlarının yanlışları karşısında hakkımızı aramak devletin özüne uygun bir hareket olduğundan devleti yıpratmaz; bilakis özün ortaya çıkmasını sağlar. Devletin adamlarından ziyade, devleti devlet yapan hukukîkurallar önemlidir. İslam’ın ahlâk anlayışına dair kurallar da din adamlarından daha önemlidir. Şahısların yanlışlarına karşı hak aramak, dini ve devleti ret, tenkit ve başkaldırma olarak anlaşıldığında, mazlumun hakkını araması ve elde etmesi mümkün olmamaktadır.
Ses çıkarmak, haksızlık karşısında hakkımızı aramak veya hakkını arayanlara destek olmak, her inananın üzerinde bir vecibedir.
Adaletsizliklerden şikâyet ettiğimiz kadar hakkımızı aramak için yapmamız gerekenleri yapabildik mi? Hakkımızı aramak, hakkımızı gasp edenin bir mânâda cezalandırılması anlamına gelecektir. Ne din ne de hukuka dayalı devlet, hakkımızın aranmasına engeldir. Bilakis, din veya devlet adına hareket ettiklerini söyleyenlerin işlediği cürümlere karşı hak mücadelesi, dinin ruhuna ve devletin yapısına güç katar.
Haklı olduğu halde hakkını aramayanların, şikâyet etmeye hakları yoktur. Haklı olanlar, hakkına sahip çıkanlardır.
Dipnotlar
[1]Ahmed ibn Hanbel, Müsned, III, 33.
[2]Gürbüz Azak, Ben Adnan Menderes Yani Astığınız Adam. İstanbul: Emre Yayınları, 2006.