Zavod Çöreği

2009 yılında, Matematik Öğretmenliği bölümünde okumak için Azerbaycan’a gitmiştim. Daha birinci sınıfta olmama rağmen biraz öğretmenliğe olan ilgim biraz da tecrübe kazanmak için özel bir kolejde gönüllü olarak belletmenlik yapmaya, öğrencilere dersler vermeye başlamıştım. Şehir merkezinin biraz kenarında bulunan bu kolej, Rus yapımı eski bir okulun restore edilmesiyle modern bir çehreye kavuşturulmuş, eğitim sevdalısı, samimi ve sevgi dolu kadrosuyla ideal bir eğitim yuvasıydı. Üniversiteye gitmek için yaklaşık 15 dakika yürüyor, ardından da metroya biniyordum.

Kolejle metro durağı arasında, hemen kolejin arka sokağında, her gün kurulan meşhur bir halk pazarı vardı. Akla gelen her türlü ihtiyacın bulunabileceği, oldukça büyük ve kalabalık bir pazar… Bu pazarda, yaz kış demeden, küçücük bir tezgâhta “zavod çöreği” (fırın ekmeği) satarak geçimini sağlamaya çalışan, 80 yaşında bir teyze vardı. Bu teyze, masum yüzlü ve çehresinden tebessüm hiç eksik olmayan Rus asıllı bir Müslüman hanımefendiydi.

Yaz aylarında şartlar pek zor olmadığından teyze dikkatimi çekmemişti. Fakat bir kış günü üniversiteye giderken, çiseleyen yağmurun altında, kalın kıyafetlere bürünmüş, ekmek satarken fark ettim onu. Teyzenin bütün zorluklara rağmen kararlılığı ve gayreti beni derinden etkilemişti.

Kar kış demeden onu çalışmaya sevk eden sebep neydi acaba?

Çok merak etmiş fakat cesaretimi toparlayıp bir türlü soramamış, üzüntülü bir halde yoluma devam etmiştim. Onun bu hali gözümün önünden gitmiyor, bir yandan da ona yardım eli nasıl uzatabilirim diye yollar arıyordum.

Aynı gün okuldan döndükten sonra, Adem isminde belletmen bir arkadaşa danışmak geldi aklıma. Kendisine teyzeden bahsettim ve “Ne yapabiliriz?” diye sordum. Adem, teyzeyi tanıdığını ve kendisinin de daha önce yardım teklifinde bulunduğunu, fakat teyzenin bunu kabul etmediğini söyledi.

Ertesi gün okula giderken teyzenin yanına gidip biraz para vererek yardımcı olmak istedim. Teyze kabul etmemiş, ben de mahcup olmuştum. Kendisiyle daha açık konuşmaya karar verdim ve bu soğukta niçin bu işe devam ettiğini sordum. Kendinden emin bir ses tonuyla geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olduğunu ifade etti. Günde ne kadar kazandığını sordum. Söylediği miktarı, her gün evine gidip kendisine teslim edeceğimi söyledim ve artık sıcak evinde beklemesini rica ettim.

Teyze şu cevabı verdi: “Eğer elim ayağım hâlâ sağlamsa ve Rabbim bana buraya gelecek gücü, kuvveti veriyorsa, ben çalışmadan o parayı alamam. Bunu Rabbime karşı saygısızlık sayar ve O’nun, bunun hesabını bana sormasından korkarım!”

Teyzenin aşkı, şevki ve tevekkülü beni derinden etkilemiş ve ona olan merhametimi, sevgiye ve saygıya dönüştürmüştü. Artık her fırsatta teyzeyi ziyaret edip elini öpüyor, dua istiyor ve destek olmak için ekmek alıyordum. Soğuğun iliklere işlediği bir kış günü, aynı güzergâhta ilerlerken teyzeyi yerinde görememiştim. Belki işi vardır deyip geçmiştim. Fakat bu hâl üç dört gün devam edince, yakındaki fırından sebebini sormuş ve teyzenin hasta olduğunu öğrenmiştim.

Çok üzülmüştüm. Adem kardeşimiz ve bazı öğrencilerimizle birlikte aramızda para toplamış; biraz alışveriş yapıp fırından aldığımız adrese doğru yola düşmüştük. Eve ulaştığımızda hane sakinlerinden biri kapıyı açmış, durumu anlatınca bizi içeri davet etmişti. Ardından teyzenin istirahat ettiği odaya geçmiştik. Hasta ve bitkin olduğu yüzünden belli oluyordu. Bizi görünce doğrulmak istemişti, fakat rahat olmasını rica etmiştik.

Bizi gördüğüne o kadar sevinmişti ki gözyaşlarını tutamamıştı. Sürekli dua ediyor ve minnettarlığını dile getiriyordu. Hâl hatır sorduktan sonra daha samimi bir ortam oluşmuş ve bize ailesinden bahsetmişti. Gelini ve torunu ile birlikte yaşıyordu. Oğlu, bir iftira yüzünden Rusya’da hapse düşmüştü. Yakında çıkacağını anlatırken gözleri parlıyordu. Allah’ın her şeyi gördüğünü ve bildiğini, O’nun yardımıyla bu badireleri atlatacaklarını söylüyor ve evdekilere iman ve ümit aşılıyordu.

Sağlığı biraz düzelince bütün zorluklara rağmen tekrar çalışmaya başlamıştı. Her görüşmemizde bize ve bizi yetiştirenlere dualar ediyordu. Aradan biraz vakit geçince tekrar ziyaretine gitmiştim. Tam ayrılmak üzereyken elimi tutmuş, yaşlı gözlerle şunları söylemişti: “Hesen! Allah bir, ben ötelere sizden önce gideceğim. Zira çok yaşlandım. Belki de yakında giderim. Gittiğim zaman şayet Allah bana buraları sorarsa, O’na ‘Orada Hesen ve Adem var!’ diyecek, sizi anlatacak ve bana çok yardım ettiler diyeceğim.”

Teyzenin o hâli beni çok duygulandırmıştı. Ayrılırken gözlerim yağmur yüklü bulutlar gibiydi. İnsanların dertlerini paylaşmak, hâl ve hatırlarını sormak ve destek olmak; dostluklar doğuran, samimi dualara vesile olan ne değerli hazinelermiş! Hüznüm ve sevincim birbirine karışmıştı…

Yaz tatilinden sonra tekrar teyzeyi görmeye gittim. Fakat yerinde yoktu. Hastalandığını düşünüp Adem ile birlikte evine gittik. Bu sefer kapıyı, bahsettiği oğlu açmış ve daha kim olduğumuzu söylemeden, ‘Siz Adem ve Hesen’siniz, değil mi?’ diyerek bizi davet etmişti. Teyzenin ötelere yolculuğa çıktığını anlamıştık. Giderken de geleceğimizi tahmin ederek oğluna bizleri detaylı şekilde anlatmış ve son emaneti olan selamını bırakmıştı.

 

Bu yazıyı paylaş