Her yıl bir kurban verdik bunca zaman. Kimiyle sadece buzluklarımızı doldurduk, kimini de ihtiyaç sahiplerine dağıtarak ruhumuzu doyurduk.
Bu bayram birazcık farklı olsun diğerlerinden. Maddesinden mânâsına yol bulsun içimizde kurban. Neyi kurban etmeliyim diye soralım kendimize. En çok sahiplendiğimiz her ne ise onu kurban etmeye niyetlenelim. Cisminin burada kalıp ruhunun Rahman’a ulaşması gibi, feda ettiğimiz şeyin sûreti bizimle kalsın, sîreti semaya ulaşsın. “Sen’in için” diyelim sadece. Sen’in için, Sen’de kendimi bulmak ve kendi hakikatime dokunmak için şu duygumu, düşüncemi, algımı, bakışımı, alışkanlığımı, zaafımı, hırsımı, bağımlılığımı, öfkemi, nefretimi, hiddetimi, hasedimi, tembelliğimi, ümitsizliğimi ya da tükenmişliğimi mecazen öldürmeye niyet ettim. Kurbanlık hayvanların burada can verişi Cennet’e doğuşudur ya bir nevi, biz de kurban ettiğimiz yönlerimizle değişip dönüşerek hakikatin ruhundan yeni bir ben doğurmaya niyet edelim. Öyleyse buyurun, haydi!
Haydi gel! Şimdi kurban olma vakti. Bunca zamandır “öteki” diye anıldığın, hep temkinli yaklaşıldığın yeter! Can kardeşlerin el birliğiyle ittirdiler diye seni kuyuların dibine, karanlıkları ruhuna mesken belleyişin ve daha fazla incinmemek için sınırlarına durmaksızın dikenli teller çekişin yeter! Duyduğuna, gördüğüne, okuduğuna ne elin ne de kalbin yetmediğinde küplere binişin, öfke ve çaresizlikle kendini yiyip bitirişin yeter!
Gel bu kurbanda cesurca devir mahzenlerindeki asırlık çömlekleri. Devir ki görelim benliğini kavuran şu öfkenin ne kadar asitlendiğini. Asit ki sıradan bir üzüm suyunu şifalı bir sirke kılar. Görelim celâl içinde cemalin seni nasıl güzelleştirdiğini…
Haydi dök eteğindeki taşları, saç eleğindeki unları, kır kabuklarını. Aynı böyle yattığın gibi yatağına, yatır öfkeni de yanı başına. İsmail ol o anda, teslimiyet kesil tüm canınla. “Sana geldim” de, “kurban olmaya.” Ne etimin kıymeti var ne budumun. Belki sadece ve sadece bu ruhumun… Baksana, o da öfke dolu baştan ayağa, dipten tavana, dilden dudağa. Ne yapsam dinmedi içimdeki bu fırtına… Bu kış, bu yağmur, bu boran… Bu kırık dökük gemiler, karaya vuran… Bu kimselerin girmeye cesaret edemediği şehir, bu yatağından taşıp giden nehir… Bilirim, hepsi Sana ayan. İşte yalnızca öfkem var, uğruna edebileceğim kurban…
Şimdi, izin ver bıçağımı adınla bileyeyim. İzin ver, öfkemin kulağına eğilip varoluş ve bana geliş sırrını hikâye edeyim. Koca yürekli eski zaman dedeleri gibi, başını okşayayım. Hatta belki bir gece önceden yanında sabahlayayım. Sonra güneş vurunca üzerimize, gözlerinin ta içine bakıp da “Ey benim öfkem!” diyeyim. Seni kurban edeceğim çünkü en çok size ait olan şeyden verin diyor, Yaradan. Dünyanızda en çok yer kaplayandan… Ben seni seçtim çünkü sensin yıllardır içimde yuvalanan. Karıncayı dahi incitemeyecek bir gönülde şimdi fırtınalar koparan…
Öfkem! Bu yüzden kurban ediyorum işte seni ben… Bir kurban derisi soyulur gibi senin canını, cisminden soyarak özüne dokunmaya niyet ediyorum. Ey benim öfkem, korkma ölümden! Çünkü hayatın farklı bir boyutudur ölüm bazen. Bu yüzden seninle yeniden doğmak istiyorum ben. Kimsin, nesin, hangi dağın derininden doğup, hangi okyanusun kıyısına akmaktasın merak ediyorum. Bu deli dolu akışında öfkem, hangi vadilerimden hangi çakıl taşlarımı söküp alıyorsun tanımak istiyorum. Coşkun nehirlerin en büyük meziyetidir alüvyonlar toplamak. Ya benim karakaşlı, gür saçlı öfkem! Sen hangi imtihanımın düzlüğüne bırakacaksın taşıdığın bu verimli toprağı? Ya ben, ben nasıl ekip biçeceğim haritadaki yerini, bu kara parçasını?
Bildir bana öfkem, anlat hikâyeni. Senin rehberliğinde adımlamak istiyorum içimin ayak basılmamış coğrafyasını. Yürümeye gücüm yok, işaret et çukurlarını, tedavi et nasırlarımı… Senden başka varım yok öfkem. Senden başka kayda değer bir yanım yok. Bunca azgın sel, nasıl sal olacak bana? Ben nasıl çıkacağım karaya, anlat! Bunca hırçın yel, nasıl yol olacak bana? Ben nasıl ulaşacağım içimdeki limana, anlat! Bunca fecaat nasıl şecaate dönüşecek, anlat! Bunca yıkım ve ölüm nasıl kutlu bir doğumu müjdeleyecek ruhuma, anlat! Kurban oluşunla anlat! Kınalı başınla, teslim duruşunla… Yaşatmak için bir diğerini, can sunuşunla… Anlat bana öfkem, mecazî ölüşünle, hakiki doğuşunla…