Afrika’nın bir ülkesinde öğretmenlik yaparken çok değer verdiğim, kendisine “Siyah İncim” dediğim bir öğrencimden bahsetmek istiyorum.
Büyüklerimizden sürekli şu sözleri duyardık: “Eğer bir insanın kalbini fethetmek istiyorsanız, hâl dilinizle en samimi davranışlarınızı ortaya koyunuz.” Yahut “Hâl ile halledilemeyecek mesele yoktur.” İşte ben de hikmet dolu, rıza esaslı bu sözlerden yola çıkarak neticeyi yakından görmek istedim. Bahsettiğim öğrenciyle ilgilenmeye karar verdim ve çevremdeki arkadaşlara da ilgilenme üslubumuzu dilimin döndüğü kadarıyla anlatmaya çalıştım. Bu öğrenci okulumuz altıncı sınıf öğrencilerinden Pedro’ydu. İlk tanıştığımda sınıfının ve okulun en problemli öğrencilerinden biriydi. Psikolojik açıdan sıkıntılı bir öğrenciydi, konuşma bozukluğu vardı ve okulun eğitim dili olan İngilizceyi de bir türlü öğrenemiyor, çoğu dersinden ancak geçecek kadar not alabiliyordu. Yani kısacası ilk tanıştığımda kendisi umutsuz vakaydı âdeta.
İlk olarak Pedro’yu futbol takımına aldım. Futboldan çok hoşlandığı için ona sevdiği yerden yaklaştım. Zaten onda futbol yeteneği vardı ve epey iyi oynuyordu. Kendisini futbol takımına aldıktan sonra biraz yakınlaşmıştık. Bir süre sonra sözümü dinlemeye başladı, ama bir şeye kafası bozulunca kimseyi dinlemiyordu. Evi bize yakın olduğu için kendisini bizim eve davet etmeye başladım. Beraber çay içiyor, PES oynuyor ve film seyrediyorduk. Artık beni her gördüğü yerde, “Hocam, çay istiyorum”, “Hocam, çikolata istiyorum” diyordu.
Önceleri sadece istemek fiilini öğrenmişti ama bu çocuğun artık vermek, paylaşmak, sevmek gibi fiilleri de öğrenme zamanı gelmişti.
Geçen zaman içinde Pedro epey değişti, aramız çok iyi oldu. Artık eve geldiğinde kendisi için çay yapıyor, dolaptan çikolata alıyor ve sofrayı hazırlıyordu. Ekmek alıp geliyor, beraber samimi bir havada yemek yiyorduk. Evimizin küçük çocuğu olmuştu; markete gidiyor, kapıyı açıyor, sofrayı kaldırıyordu.
Yavaş yavaş derslerine çalışmaya da başlamıştı. Her akşam kitaplarını alıp bize geliyor, beraber ödevlerini yapıyorduk. Türkçeyi seviyor, Türkiye’yi çok merak ediyordu. Konuşma bozukluğu olmasa üç dört ayda dilimizi öğrenebilirdi. Yine de artık Türkçe söylediklerimizi az da olsa anlıyordu.
Pedro’daki değişikliği en net şekilde görmemi sağlayan ve bu yazıyı kaleme almama vesile olan husustan bahsetmek istiyorum: Bu ülkenin yaklaşık %97’si Hristiyan’dı ama dinlerini yaşamasını bilmiyorlardı. İnsanları çok rahattı; gece içki içecek paraları bir de müzik olsun yetiyordu. Maalesef buradaki insanlar, ahlak ve terbiye yönüyle bizden çok farklıydı, ne oturmasını ne de giyinmesini biliyorlardı. Altıncı sınıftaki kız ve erkek öğrencilerin bir kısmı bazı uygunsuz davranışları sebebiyle disipline verilmişti. Ben durumu öğrendikten sonra Pedro’ya ne olduğunu sormuştum. Aldığım cevap beni çok üzmüştü. “Peki, sen ne yaptın Pedro?” diye sorunca, “Ben katılmadım hocam, hiç uygun davranışlarda bulunmuyorlardı” dedi. Hatta kendince bir çözüm adına, bu çocukları okul idaresine şikâyet etmişti. Böyle bir ülkede ve ortamda Pedro’nun ahlak dışı davranışlardan uzak durması beni oldukça etkilemişti.
Birkaç gün içinde bir olay daha olmuştu. Yerli personelden biri bir video klip izliyormuş. Bizim Pedro klipte uygunsuz birkaç sahne görünce gelip bana şikâyet etmiş ve “Hocam bunları izlemek doğru değil” demişti. Kendisine hiçbir zaman sözlü olarak ahlakî bir mesaj vermediğimiz hâlde bu davranışı beni ikinci kez çok derinden etkilemişti.
İnsanların çoğunun içki, dans ve paradan başka doğruları yokken, bu çocukla yaşadığım olaylar beni çok etkilemişti. Pedro’ya evimizi açtık, evladımız gibi davrandık, dilimizle değil hâlimizle ona değerlerimizi vermeye gayret ettik, şekerli çay ve çikolata ikram ettik ve sonunda elhamdülillah şeker gibi bir çocuk oldu. Rabbimiz bütün insanları ve özellikle Pedro’yu en kısa zamanda daha güzel manevi atmosferlere ulaştırsın.