Hâkim-i Mutlak’ın (celle celâluhu) zerre ve diğer unsurlara hükmetmesi, insan ihatasını aşan bir hakikattir. Allah’ın (celle celâluhu) kâinattaki tasarrufuna dikkat ettiğimizde, O’nun sanatının namütenahi olduğunu müşahede ederiz. Araştırmalar ve ilmi buluşlar bu kanaati daha da artırmakta, varlığın yalnızca O’nun (celle celâluhu) esma ve sıfatlarına mazhar olması ciheti ile bir anlam ifade ettiğini bize göstermektedir. Cenab-ı Hak her an yaratmakta ve O’nu tanıyabilmemiz için teshirini göstermektedir. Teshir; itaat ettirme, boyun eğdirip asla isyan edemeyecekleri zelil bir şekilde onları yönetme demektir. Bir an olsun başıboş bırakılmayan varlık, Rabbimizin kudret elinde her an değişip dönüşmekte, hâlden hâle sokularak tahavvül etmektedir.
“Allah (celle celâluhu) evvelâ Kendisinin Rab olduğunu hatırlattıktan sonra, insanları buna şahit tutuyor ve ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye soruyor. Bu soruya muhatap olan bir kimse, ister ruh, ister zerre, ister sperm, ister anne karnında teşekkül etme devresindeki cenin ve isterse esîrî madde olsun, ‘Evet, Rabbimizsin’ diye cevap veriyor.”[1] Fethullah Gülen Hocaefendi, bu konuya açıklık getirerek, müfessir ve âlimlerin bu söz veriliş şeklinin “hayat nefh (üfleme) edildiği anda o insandan alınmış bir sözdür”[2] beyanına ek olarak, elest bezminde, daha atom ve zerrelerden bu sözün alındığını ifade etmektedir. Söz hem ruhlardan hem de zerreden birlikte alınmıştır.[3]
Bütün mevcudat, Allah’a (celle celâluhu) boyun eğmiş, O’nu (celle celâluhu) Rab kabul edip itaat etmiştir. Samediyetin cilvesi olarak her mahlûk, Allah’a muhtaç yaratılmıştır. Mahlûkatın görevi, Rabbü’l-Âleminin (celle celâluhu) Vâhidiyetine ayna olmaktır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri varlığa bu yüzden Ayine-i Samedâniye demiştir. Bu hakikat Risale-i Nur’da şu şekilde ifade edilmektedir: “Hem nasıl ki bu kâinatı, zîruha (ruh sahipleri) hususan insana mükemmel saray hükmüne getiren ve cenneti ve saadet-i ebediyeyi cinlere ve insanlara hazır eden ve en küçük bir zîhayatı (canlıları) unutmayan ve en aciz bir kalbin tatminine ve taltifine çalışan rahmetinin hadsiz genişliğini ve zerrelerden ta seyyarata kadar bütün enva-ı mahlûkatı emirlerine itaat ettiren ve teshir ve tavzif (görevlendirme) eden hakimiyetinin vüs’atini (genişliğini) haber vererek, mucizat ve hüccetleri ile ispat ederler.”[4]
Bir emre tâbi olan zerreler asla kendi başlarına hareket edemezler. Canlılar için elzem olan rızık gibi hakikatler, ancak Rezzak-ı Kerimin merhameti, şefkati ve Rahman-ı Rahimin yed-i kudreti ile gerçekleşebilir.
İlim ve Ondan Beklenen Gaye
Cenab-ı Hakk’ın (celle celâluhu) kâinatta meydana getirdiği ihtizaz ve tesirin, insanoğlunu tefekküre sevk etmesi gerekir. Hiçbir hadise başıboş ve tesadüfî değildir. Etrafımızdaki eşya ve hadiseler, O’nu (celle celâluhu) tanımamıza vesile olacak birer ayna ve pencere hükmündedir. Bu da kalbî ve ruhî hayatımızın inkişafıyla yakından alâkalıdır. İlim ve ondan beklenen netice doğru olarak değerlendirilmediğinde, insanın bir inkâr dehlizinde kendini kaybetmesi, Mabud-u Hakiki (celle celâluhu) yerine pek çok mabud kabul etmek durumunda kalması ve zerreyi mabud kabul ederek asi ve isyankâr duruma düşmesi muhtemel hale gelebilecektir.[5]
Zerre ve Atomlardan İnsana
Her insan benzer azalara sahip olsa da hiçbir insanın azası bir diğerininki ile aynı değildir. Tek yumurta ikizlerinin bile bazı genlerinin birbirinden farklı olduğu ortaya çıkarılmıştır.[6] Araştırmalar, canlılardaki hücrelerin eşsiz olduğunu göstermektedir.[7] Bu benzersizlik, molekül ve proteinlerin dizilişlerinin ve sayılarının farklı olmasından kaynaklanır. Bu durum, atom ve atom altı parçacıklar için de söz konusudur. Bu konu ile ilgili olarak, hayatı mikroskoplar ve spektroskoplar başında geçmiş üniversitedeki bir hocamız bize, “Her gözlemde alaşımlardaki demir atomunun değişik durumlarına şahit oldum, yalnızca demir elementi için bile bir periyodik tablo oluşturulmalıdır” demişti. Bu ilginç tecrübe, Bediüzzaman Hazretlerinin zerre ile ilgili olarak Risale-i Nur’da bahsettiklerine bir misal oluşturuyordu.
Zerrelerin de insanlar gibi eşsiz yaratıldığını görmekteyiz. Mikro (bir metrenin milyonda biri) âlemden daha küçük alemleri ifade eden femto (bir metrenin katrilyonda biri) âlemde her bir zerre, bozon veya fermiyon olarak adlandırılır. Femto âlemde zerrelerin birbirine hangi durumlarda benzeyip benzemediği incelendiğinde, ilim ve tefekkür adına yeni bir dünyanın kapısının açılması mümkün olabilecektir. Bu yeni bakış açısına göre, eşya ve hadiseler bazen sadece matematik denklem ve formüllerle ifade edilmeye çalışılırken, bazen de düşünce deneyleri ile açıklanmaya çalışılır ve böylece varlığın arkasındaki hakikate ulaşılmaya gayret edilir. Bu hakikatlere, Cenab-ı Hakk’ın (celle celâluhu) isim ve sıfatlarının varlık âlemindeki izdüşümleri olarak bakılabilir. Aklen femto âlemdeki mevcudatın hallerini anlamak zor gözükse bile, en azından bunların mümkün olabileceği fikri kabul edilebilir. Zira femto âlemde, eşya ve hadiselere kuantum fiziği ile bakmaya çalışmak ve determinist kanunların yerine ihtimaliyete dayanan kanun ve prensiplerden bahsetmek gerekir.
Pauli Prensibi
Atomaltı parçacık sayısı 380 civarındadır.[8] Atom ve atom altı boyutlarda, bir atoma ait iki fermiyon (mesela iki elektron), aynı kuantum sayıları takımına sahip olamaz. Bu prensibi ilk olarak 1925 yılında Wolfgang Pauli açıklamıştır ve yapılan deneylerle teorinin doğru olduğunun ortaya çıkması üzerine kendisine 1945 senesinde Nobel Fizik ödülü verilmiştir. Bu teori, Pauli Hariç Tutma Prensibi olarak tarihe geçmiştir.
Atom altı parçacıkların kendilerine özgü hareket denklemleri, manyetik durumları ile ifade edilirler. Pauli 1924’te ortaya attığı teorisinde, bir atoma ait elektronlardan hiç birisinin aynı anda, aynı kuantum durumunu paylaşamayacağını söylemiştir. Yani, aynı atomdaki iki elektron; manyetiklik, hareket, konum, hız gibi fizikî hususiyetleri aynı durumda paylaşamazlar.[9]
Pauli, o ana kadar tanımlanan üç kuantum sayısına (esas, tâli ve manyetik kuantum sayıları) ilave olarak, bir fermiyonun (mesela elektronun) spini ile ilgili bir kuantum sayısı daha tanımlamıştır. Spin kuantum sayısı, elektronun kendi ekseni etrafında dönmesi ile ilgilidir. Zira bir elektron atom çekirdeğinin etrafında döndüğü gibi kendi ekseni etrafında da dönmektedir. Pauli Prensibine göre, bir yörüngede spini 1/2 olan bir elektron varsa, aynı yörüngeye spini ancak -1/2 olan bir elektron yerleşebilir. Saat yönünde dönen bir elektronun spinini 1/2 olarak kabul edersek, saat yönünün tersi yönünde dönen bir elektronun spini -1/2 olacaktır. Böylece Pauli ile birlikte atom altı parçacıklar için dört kuantum sayısı tanımlanmış ve diğer üç kuantum sayısı aynı olsa bile, spin kuantum sayıları farklı olan elektronların aynı yörüngede dolanabilecekleri ifade edilmeye başlanmıştır.
Pauli Prensibi, atomların bire bir aynı olmadığını gösterir. Bu prensip katı kristallerde, yani günlük kullandığımız malzemelerde de geçerlidir. Element denen maddeyi oluşturan cevherlerin farklı olması, periyodik tabloda farklı elementlerin bulunması, Pauli Prensibi ile açıklanır. Bu prensip ile süper iletkenlerle ilgili önemli özellikler keşfedilmiştir.
1927 yılında, Alman fizikçi Karl Werner Heisenberg, Pauli Prensibine dayanarak, bir parçacığın konumu ve momentumu gibi fizikî hususiyetlerinin aynı anda ölçülemeyeceğini ve bu sonuçların kesin olmayan ihtimaliyet ve istatistiklerle ifade edileceğini ortaya koydu.[10]
Makro âlem dediğimiz ve içinde yaşadığımız uzayda da bu eşsizlik kendini gösterir. Sadece nötronlardan oluşan yıldızlara nötron yıldızı denilmektedir. Nötron yıldızı çok yoğundur: Kütlesi Güneşinkinin 2–3 katı, fakat çapı yalnızca 10 km civarındadır. Bir nötron yıldızının çökerek kara deliğe dönüşmesi kuvvetle muhtemel gözükmesine rağmen gerçekte durum böyle değildir. Bu durum araştırıldığında, aynı pozisyonu paylaşamayan nötronların çökmeyi engellediği ve yıldızın bu şekilde dengede kaldığı keşfedilmiştir.[11] Rabbimizin bu ve diğer kanunları vesilesiyle kâinat çökmeden dengede kalmaktadır. Zerrenin kendini idare etmesi söz konusu olamaz.
Dipnotlar
[1] M. Fethullah Gülen, Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 53.
[2] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili-IV, İstanbul: Azim Dağıtım Yayınları, 1992, s. 167–175.
[3] Gülen, a.g.e., s. 129.
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Asâ-yı Musa, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 202.
[5] Mehmet Emin Şeker, “Kur’an’da Heisenberg Belirsizlik İlkesi: Fatır Suresi (35) 13. Ayetin Anlattıkları,” Kelam Araştırmaları, 11-1, 2013, s. 479–480.
[6] www.scientificamerican.com/article/identical-twins-exhibit-d/
[7] www.cnnturk.com/2009/bilim.teknoloji/bilim/07/16/her.hucrenin.dnasi.ayni.degilmis/535253.0/index.html
[8] pdg.lbl.gov/2017/listings/contents_listings.html
[9] en.wikipedia.org/wiki/Wolfgang_Pauli
[10] hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/hbase/uncer.html
[11] hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/hbase/pauli.html