Bir gâye-i maksûda şitâb eyleyen âdem,
Tutmuşsa bidâyette eğer azmini muhkem,
Er geç bulacak sa’y ile dil-hâhını elbet.
Zîrâ bu şu’un-zâr-ı tecellîde, hakîkat,
Tevfîk, taharrîye, taharrî ona âşık;
Azmin de emel lâzımıdır, gayr-ı müfârık.
Olsun da emel azm ü taharrîye mukàrin;
Tevfîk zuhûr eylemesin sonra… Ne mümkin!
Ba’zen iki üç haybet olur rehzen-i ümmîd…
İnsan o zaman etmelidir azmini teşdîd.
Ye’sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen
Hüsrâna düşersin, çıkamazsın ebediyyen!
Mahkûm olarak ye’se şu bîçâre peder de,
Evlâdını şâyed o karanlık gecelerde,
Vaz geçmiş olaydı aramaktan, ne bulurdu?
Elbet biri candan, biri cânandan olurdu!*

gâye-i maksûd: Erişilmek istenen hedef.
şitab eylemek: Aceleyle gitmek.
bidâyet: Başlangıç.
sa’y: Çalışma.
dil-hâh: Gönlün istediği.
şu’un: İşler.
zâr-ı tecelli: Tecelli perdesi.
tevfîk: Yardım etme. Allah’ın yardımı.
taharrî: Araştırma.
gayr-ı müfârık: Ayrılmaz.
mukarin: Yakın.
haybet: Me’yus ve mahrum olmak.
rehzen-i ümmîd: Ümidin yolunu kesen.
teşdîd: Sağlamlaştırma.

* Safahat, İstanbul: Sütun Yayınları, 2007, s. 59.

Bu yazıyı paylaş