Arkadaşım ve ortağım Murat beyle bir restoranda yemek yiyoruz. Yan masada oturan hemşehrim ve okul arkadaşım Hasan ile selamlaştık. Hal hatır sorduk.
Murat bey araya girerek, “Siz ikiniz aynı okulda okuduğunuz halde nasıl böyle farklı dünyalara ait oldunuz.” diye latife yaptı.
Eğer ben de arkadaşım gibi o okulda sonuna kadar kalsaydım belki ben de onun gibi olurdum.
Lise 2’nin başında okul değiştirmiştim. Benim farklılaşmama vesile olan sebeplerin ilki bu okul değişikliği olmuştu.
Zaman çabuk geçti. Son sınıfa geldim. Üniversite sınavlarına girme vakti geldi. O dönemler de dershaneler öyle yaygın değildi. Büyük şehirlerde olurdu dershaneler. Ona da ancak zengin çocukları gidebilirdi. Hiç bir dershaneye gitmeden ve ciddi bir gayret göstermeden, ilk girişimde, tamamen bir sevk-i İlahi ile Konya’da bir bölüm kazanmıştım. Okul tercihimizde kimse yardımcı olmamıştı.
Sonucu öğrenince hocalarımdan üçü beni çağırdı. Konya’da tanıdığı arkadaşları varmış. Onların yanına gidersem bana kalacak yer konusunda yardımcı olurlarmış. Her biri birer mektup yazıp bir zarf ile tutuşturdu elime. Zarfların üzerinde telefon numaraları da vardı.
Konya’ya gider gitmez bir otele yerleştim. Ertesi gün elimdeki üç mektubun üzerinde kayıtlı olan numaraları aradım. İlk ikisi cevap vermedi. Daha sonraki günlerde de cevap vermediler. En son aradığım kişi telefonu açtı. Bir esnaftı. Gidip tanıştım. Beyaz eşya satan bir esnaf… Çay içerken bir vakıftan ve yurttan bahsetti. Binanın bulunduğu sokağın başında bir kitapçı varmış. O kitapçıdan adresi öğrenebileceğimi söyledi.
Oradan da kitapçıya gittim. Kitapçıdaki abinin güler yüzlülüğü, mütevazılığı ve mübarekliği dikkatimi çekmişti. Tarifi üzerine yurdun kapısını çaldım. Karşımda kocaman bir ayakkabılık… Yerler yeşil halılarla kaplı… Hayret ettim, nereye gelmiştim. Nasıl bir yurt idi burası? Camiye giriyormuş gibi ayakkabılar çıkarılıyordu. Böyle bir şey hiç beklemiyordum.
Merdivenlerden çıkarken şöyle bir başımı kaldırdım. Yukarıda da kolları ve paçaları sıvalı bir görevli vardı. Sonra o görevli beni bir odaya aldı. Odadaki bir kişi kayıtları yapıyordu. İki alternatif sundu bana. Kaloriferli mi, sobalı mı? Biri 80 bin lira, diğeri 60 bin lira. Ben ucuz olanı seçtim. Zaten uzun süreli kalmaya pek niyetim yoktu.
Kayıt yapan zat da nur yüzlü biriydi. Konuşmaları sırasında “gençlere sahip çıkmak”tan bahsediyordu. Yurtların temiz ve seçkin öğrencilerin kalacağı yerler olduğunu söylüyordu.
Zihnimde olup bitenleri değerlendirdim. Kredi Yurtlar Kurumundan bana henüz yurt çıkmamıştı. Otele de param yetmez. Mecbur sabredecektim! En kısa zamanda kafa dengi arkadaşlar bulur bir ev tutardık. Hem ne demekti o “gençlere sahip çıkmak” filan! Neden bana sahip çıkacaklardı ki? Üniversite okumaya gelmişiz. Gezmek, eğlenmek, çevre edinmek hakkımız değil mi? Lise yıllarımda okulda her türlü faaliyetin içinde olmuşum. Bu hobilerimi geliştirmek için üniversite iyi bir fırsattı. Bu hayallerimden vaz mı geçecektim yani.
Hem bana niçin sahip çıkılacaktı? Kendi kendime zaten sahip olabilecek yaştaydım.
Daha sonra yurtta cuma akşamları sohbetler başladı. Beni kayıt yapan kişi sohbet ediyordu, fakat bu sohbet, camideki sohbetlere benzemiyordu. Hoca her türlü soruya cevap veriyordu. Onu takdir etmiyor değildim.
Günün birinde baktım ki ben de namazlarımı kılar olmuşum. Bir sabah buz gibi suyla abdest alıp sabah namazını kılarken yakalamıştım kendimi.
Hele bir gün elime bir kitap geçti. Dilini anlamıyorum. Yine de okuyordum. Bir yere geldim.
Okudum ve durakaldım:
“Meselâ, haram sevmekte, bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok arızalarla o cüz’î lezzet zehirli bir bal hükmüne geçer.” “Ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette, gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffetle, istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir.”
O zamana kadar kimse bana bu konuyu böyle ikna edici olarak anlatmamıştı.
Evet, bu paragrafı okudum ve durakaldım. Artık orada duracaktım. O sohbetleri hiç kaçırmadım. Sonra o yurttan bir eve transfer oldum. Bu eve de o mübarek hoca sık sık geliyordu. Daha sonraki yıllarda da verilen vazifeler gereği o hoca ile sık görüşecektik.
Onu Konya’ya Mevlana Hazretleri çağırmış. Kim bilir, onu çağıran kişi beni de çağırmıştır.
O hocamın Risale bilgisi ve farklı konulara hâkimiyeti, benim gibi birçok arkadaşı Hizmet’e bağlamıştı. Sonraki yıllarda beni yazmaya teşvik etmişti.
O üç mektuptan ilk ikisi, farklı gruplara hitaben yazılmıştı.
Meğer kader kalemi ile yazılmış başka bir mektup daha varmış.