Hava çok soğuktu. Uyuyordu delikanlı. Bir ara gözünü açtı. Gözlerini açmasıyla yatağından fırlaması bir olmuştu. Üstelik saat de çok erkendi. Hava hala karanlıktı. Sokağı aydınlatan tek şey sönük ışığına rağmen köşedeki sokak lambasıydı. Hemen lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı ve diğer odada yatan annesiyle kardeşini uyandırmaya gitti: “Anne, kalkın hadi!”
Annesi de heyecanla kalkmıştı. Hemen ardından küçük kardeşi de gözlerini araladı. Evde bir bayram havası vardı sanki. En güzel elbiseyi giymeliydi herkes o gün. O gün perşembeydi. Tam 129 gün olmuştu. 129 gündür her hafta o gün, herkes erkenden kalkar, en güzel kıyafetlerini seçer, ütüler, giyerdi. Her zaman olduğu gibi elini paltosunun iç cebine attı. Kırık, mavi bir tarak çıkardı cebinden. Delikanlı, gözü gibi bakıyor, hiç yanından ayırmıyordu o tarağı. Babasından yadigârdı çünkü o tarak. Hemen saçını taradı, ayakkabılarını sildi. Artık hazırdı.
Evden ayrıldılar. Kalplerinin ritmiyle orantılı olarak ayaklar da hızlı hareket ediyordu. Arabalara binildi, yollar aşıldı. Bir saati aşan bir yolculuğun ardından hedeflerine ulaştılar. Saate 8.00’e yaklaşıyordu. Soğukta sıraya girmiş bir avuç insan vardı. Hepsi de az sonra açılacak kapının önünde, sevdiklerine kavuşmanın hayaliyle bekliyorlardı. Birazdan kapı açıldı. Hep birlikte içeri girdiler. Aynı sıra içeride de devam etti. Bir anda bir ses duyuldu: “H1–H2 koğuşu kalmasın!”
Genç, H3 koğuşu için bekliyordu. Annesi de bir gün önce oğluyla beraber kocası için aldığı kıyafetleri vermek için başka bir sırada bekliyordu. Bir süre sonra sıra kadına gelmişti. Emanet bürosu bu sefer bir zorluk çıkarmamış, hemen hemen bütün kıyafetleri almıştı. Çok sevinmişlerdi.
Bu arada gencin de sırası gelmişti. İçerideki memur, “Kimin için geldin evlat?” diye sordu. “Babam” dedi genç ve hemen kimliklerini uzattı. İşlemi bittikten sonra yan taraftaki göz kontrolüne geçti. Yüksek güvenlikli bir cezaeviydi burası. Göz kontrolünü de yaptırdı ve arka tarafa bulunan annesinin yanına geçip sandalyelerden birine oturdu. Kız kardeşi ise oradaki çocuklarla oynuyordu. Hepsi de mahzundu çocukların. 5–10 yaşında çocuklar… Kucakta ve beşiktekileri saymıyorum bile. Hepsi uzun bir süredir babalarından ayrıydı. Haftada yalnız bir kez babalarını görebiliyorlardı. O da bir camın arkasından.
15–20 dakika geçmişti ki bir anons yapıldı: “İsmini saydıklarım sırayla gelsin!” Kız kardeşi de geldi yanlarına. Öne doğru yanaştılar. İyice kulak kesildiler. İsimlerini duyunca heyecanla hemen detektöre yöneldiler. Aramalar yapıldıktan sonra beklemeye başladılar. Ziyaretçilerin girdiği bina ayrı, tutukluların kaldığı bina ayrıydı. Biraz sonra kapılar açıldı. Kadınlar ve çocuklar önden koşuyorlardı. Erkekler de arkadan geliyordu. Herkes sevdiğini görebilmenin, onlarla konuşabilmenin heyecanıyla ilerliyordu.
Genç, bir görevliye, “Acaba babam ne tarafta?” diye sordu. Görevlinin görüş odasını işaret etmesiyle o tarafa yöneldi. Herkes cam bir perdenin ardından telefonla sevdikleriyle görüşüyordu. Babası annesiyle konuşuyordu. Onu görünce içindeki hasret farklı bir hâl almıştı. Karşısında devasa bir insan duruyordu. Kalbi teslimiyetle dolu bir insan… Yaşadığı onca sıkıntıya rağmen isyan etmeyen, suçsuzluğunu bilen, hukuk karşısında da aklanmayı bekleyen, belanın, musibetin Cenab-ı Hak’tan geldiğine inanan, sabır içinde şükreden devasa bir insan…
Gencin içi duygu yumağıydı. Az sonra bir ses duydu. Annesi, “Gel oğlum, biz konuştuk. Sen de konuş biraz.” diyordu. Hemen ileri atıldı. “Baba” dedi genç. Babası, “Oğlum nasılsın, nasıl gidiyor işlerin, derslerin?” diye sordu. Göz göze geldiler. Genç, babasının ne kadar merhametli bir insan olduğunu biliyordu. Babasının gözlerinde başka bir şey vardı o gün. Sanki yağmur yüklü bir bulut gibiydi. “Elhamdülillah, iyi işte, ne olsun, halimize çok şükür baba.” demekle yetindi genç. İkisi de bir yandan birbirlerine bakıyorlar, bir yandan da gözlerini kaçırıyorlardı. Herkes özlüyordu, ama kimse birbirini üzmek istemiyordu anlaşılan. O güne kadar her hafta gelip giden o genç, o gün farklı bir hâle bürünmüştü. İçinde fırtınalar kopuyordu. Çok şey söylemek istiyor, ama babasının gözlerine bakmakla yetiniyordu sadece. Babası da öyleydi…
“İçimdeki duygu yumağını nasıl ifade edebilirim sana babacığım… Bir hafta geçti aradan, ama o bakışını unutamadım. Nereye baksam o gözleri görüyorum. Seni çok seviyorum babacım, hem de çok…”
Rabbim hepimize hakiki kul olabilmeyi, musibet ve belalara karşı Allah’ın hoşuna gidecek şekilde mukabelede bulunmayı nasip eylesin. Rabbim bizleri tertemiz eylesin, günahlardan arındırsın.
Not: Bu yazı yazıldığında, babam 129 gündür cezaevinde kalıyordu. Tutuklu geçirdiği süre dört yıla yaklaştı. Rabbim babamı ve bütün mahkûmları tez zamanda hürriyetine kavuştursun, garipleri güldürsün.