Deizm Bataklığı

Son yıllarda deizmin bir virüs salgını gibi yaygınlaştığı görülüyor. Yaratıcının varlığını inkâr etmeyip O’nun iradesini, vahyi, nübüvveti ve dini kabul etmeme manasına gelen deizm, doğrudan iman hakikatleriyle mübareze ediyor. Helal haram gözetmeyen, kulluğu kendine yakıştırmayan, günah işlemekten çekinmeyen fertler için bu akım cazip geliyor.

Yapılan araştırmalar, Türkiye’deki gençliğin deizminden etkilendiğini gösteriyor. Avrupa’nın asırlardır tesirinde kaldığı deizmin küresel etkileri hissediliyor.
Türkiye’de yapılan araştırmalarda, kendilerine yöneltilen, “Allah’ın (celle celâluhu) varlığına ve birliğine, bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?” sorusuna, “Evet, Allah’ın bizi yarattığına inanıyorum, ama her şeye karıştığını düşünmüyorum.” şeklinde cevap verenlerin oranı %6 civarında.[1] Bu cevabı verenlerin çoğu gençlerden oluşuyor.

Sokak röportajlarında verilen cevaplar da benzer nitelikte. “Niçin deistsiniz?” şeklindeki soruya, “Bir Yaratıcıya inanıyorum. Yokluktan hiç bir şey var olamaz. Onun dışında hiç bir şeye inanmak zorunda değilim. Yapacağım şeyleri ben belirlerim.” şeklinde cevap veriliyor.[2] Kendisine mikrofon uzatılan başka bir deist ise özetle şunları söylüyor: “Doğruyu da yanlışı da bilen benim. Dine ihtiyaç yok. Kur’ân hiç okumadım.”[3]

Deizmin en önemli sebepleri arasında ilmî yetersizliğin gösterilmesi dikkat çekiyor. İslam adına sergilenen kötü temsiller, İslam’ın modern hayata ayak uyduramaması iddiası da diğer saikler arasında sıralanıyor.
Deizm, Allah’ın (celle celâluhu) mutlak, muhit ve münezzeh sıfatlarını kabul etmez. Teolog John Orr, deizmin Tanrı’nın yarattığı âleme müdahale etmediğini öne sürdüğüne dikkat çeker.[4] Felsefe tarihçileri bu düşüncelerin temeline iner ve deizmi Aristo’ya kadar götürür. Aristo’nun Tanrı tasavvuruna göre “İlk Muharrik”, tıpkı kendisi gibi ezelî olan maddeye hareket vermekte, ancak âlemde olup bitenleri bilmemektedir![5]

Deizmle Cenab-ı Hakk’ın rızıklandırma, terbiye etme, cezalandırma, mükâfatlandırma, yeniden diriltme, hidayete erdirme gibi fiilleri ve onların dayandığı isim ve sıfatları inkâr edilmiş olur. Neticede karşımıza isim ve sıfatları belli olmayan, Fransız tarihçi Henri Daniel-Rops’un ifadesiyle, “meçhul bir Yaratıcı”[6] ve hevesata tâbi insan aklının ürettiği bir hayat felsefesi çıkar.

Güneş Ziya Verir

İbn-i Arabi Hazretleri, Hâdi isminin tecellisinin birinci ve azami derecedeki mazharının peygamberler olduğunu söyler.[7]Bediüzzaman Said Nursî Hazretleriyse meseleye güneş benzetmesiyle açıklık getirir: “Evet, şöyle müzeyyen bir kâinatın, öyle mukaddes bir Sâni’ine böyle bir Resûl-i Ekrem, ışık şemse lüzumu derecesinde elzemdir. Çünkü nasıl güneş, ziyâ vermeksizin mümkün değildir. Öyle de ulûhiyet de peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir.” Ayrıca Üstad Hazretleri şu retorik soruyu (istifham-i inkarî) sorar: “Hem hiç mümkün olur mu ki nihayet kemâlde olan bir cemâl; gösterici ve tarif edici bir vasıta ile kendini göstermek istemesin!”[8]
Rızıklandırma fiili, Rezzak ismini iktiza ettiği gibi, Hâdi ve Rab isimleri de kulun hidayeti, terbiyesi, maddî ve manevî terakkisi adına vahyi ve peygamberliği iktiza eder. Bundan dolayı birçok âyet,[9] Kur’ân-ı Kerim’in ve Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) hidayet ve rahmet kaynağı olduğunu nazara verir.

Tereyağının Bozulması

Üstad Hazretleri, bir Müslümanın Rabbini, peygamberleri ve bütün üstün meziyetleri, Muhammed-i Arabî (aleyhissalâtü vesselam) vasıtasıyla bildiğini nazara verir. O’nun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkanın, artık hiçbir peygamberi, dolayısıyla hakikî mânâda Allah’ı da tanımayacağını ve güzel ahlakı muhafaza edemeyeceğini dile getirir: “Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünkü onlar Peygamber’i inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de, Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de, kemâlâta medâr olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir Müslüman; hem enbiyâyı, hem Rabbini, hem bütün kemâlâtı, Muhammed-i Arabî (aleyhissalâtü vesselâm) vasıtasıyla biliyor. O’nun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan, daha hiçbir peygamberi tanımaz ve Allah’ı da tanımaz. Ve ruhunda kemâlâtı muhafaza edecek hiçbir esâsâtı bilemez.”[10]

Üstad Bediüzzaman, bu tefessühe şu şekilde dikkat çeker: “Mâlûmdur ki, âlâ bir şey bozulsa, ednâ bir şeyin bozulmasından daha ziyâde bozuk olur. Meselâ, nasıl ki süt ve yoğurt bozulsalar, yine yenilebilir. Yağ bozulsa, yenilmez, bazen zehir gibi olur. Öyle de, mahlûkatın en mükerremi, belki en âlâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyâde bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşarat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi, dalâlet bataklığındaki şerler ve habîs ahlâklar ile telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümâtındaki zararlardan ve cinâyetlerden lezzet alırlar; âdetâ şeytanın mâhiyetine girerler.”[11]

Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını, bunların daimî tezahür ve tecellilerini, küllî iradesini, emir ve yasaklarını, mukaddes, münezzeh, mualla ve mübeccel izzetini ve Zat-ı Akdes’inin ahlakını yansıtan dinini reddetmek, enaniyet ve nefs-i emmareye hizmet eden deizmin cüretkârlığıdır. Mesuliyet altına girmek istemeyenler, kulluktan kaçanlar ve nefsin hevesleri peşince istedikleri gibi yaşamak isteyenler bu bataklığa düşüyor.

Gafleti izale etmek ve ruhu intibaha getirmek için Saadet Asrı’ndan misaller âdeta iksir gibi tesir ediyor. Hazreti Ömer’in (radıyallâhu anh) 10–12 yaşında olduğu rivayet edilen ve çobanlık yapan bir çocukla diyaloğunu hatırlayalım:

Hazreti Abdullah b. Dînâr’ın rivayetine göre, bir gün Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), Mekke-i Mükerreme’ye doğru yola çıktığı sırada, kendisini tanımayan bu çocuğa rast gelir. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh), “Ey çoban! Bana bu sürüden bir koyun satsana.” der. Çoban, sürünün kendisine ait olmadığını, görevinin bu sürüyü otlatmak olduğunu söyler. Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) şöyle cevap verir: “Satarsın, sonra da efendine bana sattığın koyun için ‘Kurt kapıp yedi.’ deyiverirsin, olmaz mı?” Ancak çocuk, kaşlarını çatar, birden ciddileşir ve şu cevabı verir: “Kendisine hizmet ettiğim kişi beni göremeyebilir, ancak her yerde hâzır ve nâzır Allah (celle celâluhu) görmez mi?” Bu cevap; adalet timsali, celadet sahibi Hazreti Ömer’in gözlerini yaşartır.[12]

Gençlerimizi deizm bataklığından kurtarmanın yolu, İslamî değerleri temsil ve hâl dili ile yaşamak, kreşten üniversiteye kadar sistemli bir rehberlik yapmaktır. Teknolojinin imkânlarından yararlanarak seminerler ve müzakere programları düzenlemek, marifetullah ve muhabbetulahı besleyen sohbetlere iştirak etmek ve böylelikle manevî bağışıklık sistemini güçlendirmek de önemlidir.

 

Dipnotlar

[1] MAK Danışmanlık şirketinin 12–18 Haziran 2017 tarihleri arasında “Türk Toplumunun din ve dini değerlere bakışı” adıyla yaptırdığı araştırmaya bakılabilir.

[2] www.youtube.com/watch?v=uGR100oRqwc.

[3] www.youtube.com/watch?v=wst5LpcTAv8.

[4] John Orr, English Deism: Its Roots and Fruits, Grand Rapids, 1934.

[5] Erol Çetin, Deizm Eleştirisi ve Yapılması Gerekenler, Hiperlink Yayınları, 2019.

[6] Timothy S. Yoder, Hume on God: Irony, Deism and Genuine Theism, Continuum, 2008, s. 53.

[7] Ahmet Avni Konuk, Fususu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.

[8] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 65.

[9] Bkz. Bakara, 2/2; Enbiyâ, 21/107.

[10] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 153.

[11] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 103–104.

[12] İmam Gazali, İhyâu Ulûmid’d-Dîn, Cilt: 8.

Bu yazıyı paylaş