Odama giren sinek ve böcekleri öldürmeden uzaklaştırmak için gayret ederim. Fakat bugün canım, misafir olarak gelen bir karasineğin uçuş gösterisini seyretmek istedi. Her zaman olduğu gibi, elimle yakalayıp pencereden dışarı bırakmayı planlamıştım, fakat canını yakmadan yakalamayı başaramayınca, pencereden çıkıp gitmesini bekledim. Lakin, ne mümkün! Adeta odamı mesken tuttu. Kim bilir belki de üzerime yaptığı bu saltolarla “Aç gözünü, aç da gör üzerimde sergilenen sanatları!” diyordu. Hayran olmamak elde değildi. Ben de onu, camın kenarında sakinleşip durduğunda, temaşa etmeye başladım.
Biyoloji öğretmeniydim. Dört yıl boyunca okuduklarım ve yıllar boyu öğrencilerime anlattıklarım zihnimde canlandı. Gözlerine, ayaklarına, karın bölgesindeki kitinden vücut örtüsüne göz gezdirdim. Karın bölgesine yerleştirilmiş ve her kanat çırpışıyla nefes almasını sağlayan stigma açıklığını, hücrelere kadar hava taşıyan incecik trake ve trakeid uzantılarını düşündüm. Ah bir görseydiniz o vücut bölmelerini, ne de hoş dizayn edilmişti!
Devâsa bir uçağın kanadındaki bir hasar sonucu yere ne feci bir şekilde çakıldığını filmlerde görmüştüm. Bu misafir karasineğin zar gibi ince kanatlarındaki göz kamaştırıcı nakışlar ve yapılar hem narin hem çok sağlam olmalıydı ki sineğin düşmanlarına yakalanmadan akıl almaz akrobasi hareketlerini yapmasını mümkün kılıyordu. Uçakların çoğu, havalanmak için en az birkaç km uzunlukta bir piste ihtiyaç duyarken sinek her ortamda havalanabiliyor, ters olarak tavana tutunabiliyordu.
Sakın abarttım sanmayın! Üzerindeki muhteşem sanat şaheserleriyle kendini sevdiren karasinekle empati kurdum. Artık ben o olmuştum hayal dünyamda. Yüzlerce gözcükten yapılmış petek gözü, kanatlarının altında, havada dengesini sağlayan, jiroskop gibi halter organları, uçuş ve bacak kasları, boşaltım organı olarak bağırsağına açılan kılcal malpighi borucukları, hormon ve üreme sistemi, nöronların toplanmasıyla yapılmış beyin gibi bütün özellikler, gözümün önünden geçmeye başladı. Bir santimetrelik bir böcekteki, teknolojimizle yapılamayacak bu minik ve harika sanat eserlerine bakmak, içimde tarifsiz bir huzura vesile oldu. Sineği yaratanın da beni yaratanın da Allah (celle celâluhu) olduğunu düşününce, Yüce Kitabımızdaki “Aklınızı kullanmaz mısınız?”, “Tefekkür etmez misiniz?”, “Düşünmez misiniz?” gibi ikaz edici âyet mealleri aklıma geldi.
Mikroskoptaki Kelebek Anteni
Misafir karasinekle yaşadığım macera, maziye ait başka pencerelerin açılmasına vesile oldu. Yıllar önce Biyoloji Öğretmenliği Bölümü öğrencisiydim. Omurgasız Hayvanlar Sistematiği dersindeydik. Zor mu zor bir dersti doğrusu. Hocamız inançlı, başarılı ve hoş bir insandı. Omurgasız hayvanlardan böcekler konusunu şekiller çizerek işliyordu. Vücut bölümlerinden bahsederken bir ara antenlerin bahsi geçti. Uzun bir süredir merak ettiğim bir husus, o esnada zihnimde belirdi. Parmak kaldırdım. Hocamız “Sor bakalım.” deyince bütün sınıf sessizliğe büründü. Sınıfımızda namaz kılan iki öğrenciden biriydim. Hocamızla beraber arkadaşlar, sorumu dikkatle dinlemeye başladı:
“Hocam, ben sekizinci katta bir dairede oturuyorum. Karıncalar zeminden tırmanarak bizim mutfaktaki şekere geliyor. Bunun izini nasıl buluyorlar?”
Arkadaşlarımın maksadımı anladıklarını fark ettim. Başka derslerde de olduğu gibi düşünce dünyama ait bir kısım mesajları onlara duyurma peşindeydim. Hocamızın da inançlı olduğunu bildikleri için cevabı merak ediyorlardı. Hocamız gayet sakin bir şekilde, sınıf içi dengeleri de düşünerek şöyle dedi:
“Teneffüste odama gel. Hem anlatayım hem de mikroskopta bir şeyler göstereyim. Merakını giderirsin!”
Az sonra ders bitti. Hocamızı takip ederken arkadaşların da peşimden geldiğini görünce Rabbime hamdettim. Hocamızın odasına girdik. “Gel bakalım!” diyerek o zamanlar ilk kez gördüğüm, çift gözle bakılabilen binoküler mikroskoba bakmamı ve ne gördüğümü anlatmamı istedi. Biraz inceledikten sonra gördüğüm cismin şeklini tarif etmeye başladım. Hocamız boş kâğıda anlattıklarımı çizmeye başladı. Tam da gördüğümü çizmişti. Bu esnada iyice meraklanan arkadaşlar, izin isteyerek teker teker mikroskobu kullandılar. Hocamızın çizdiği şekil, çatılarımıza monte ettiğimiz eski tip bir televizyon antenini andırıyordu. Ana kolonu, yan kolları ve daha ince, tâli tüyümsü kolları olan bir böceğin başına ait bir antendi. Sonra hocamız şöyle dedi:
“Gençler, bu bir kelebek antenidir. Bu antenin benzeri karıncalarda da vardır. Bu omurgasız hayvanlar hedeflerini, salgı sistemleri ve bu antenleri yardımıyla bulurlar.”
Bu zor görülen antenin koku ve haberleşme ile ilgili marifetleri, hocamızın ağzından mesaj dolu cümlelerle dökülüyordu. Sıradan bir organ, artık mesaj veren, ilâhî bir sanat eseri olarak görülüyordu. Kaldığım evi ziyaret eden öğrencilere ve arkadaşlara da bunları anlatacak, onların da tefekkürüne vesile olabilecektim.
Biyolojinin, araştırmacı ruha sahip insanlarda, ufuk açıcı keşiflere yönelmelerini sağlayacak nitelikte bir bilim olduğunu çok açık görmüş oldum. Sınıf arkadaşlarım inançlı bir eğitimcinin ağzından, düşünmeye değer şeyler duymuşlardı. Meğer o gün hocamız, derse hazırlanırken, ölmüş bir kelebeğin vücut kısımlarını teker teker mikroskop altında incelemiş. Tevafuk bu ya, derse girmeden az önce de mikroskopta kelebek antenini inceliyormuş. O da çok mutlu olmuştu. Her mevsimde milyonlarca hayvan türünün, milyarca ferdinin var edildiğini göremeyen insanların gözlerini bir antencikle bile olsa açmaya çalışmıştı.
Madem Lepidoptera’nın (kelebek) bu kadar güzel antenleri var, biraz daha yakından tanışalım onunla. Kim bilir bize anlatacağı daha neleri vardır! Yaklaşık 150 bin türü olan kelebekler, böceklerin pul kanatlı fertleri olarak bilinir. Tefekküre meraklı ruhlar için bu durum, 150 bin farklı kelebek anteninin varlığı demektir. Şu an sistematiğe kayıtlı yaklaşık iki milyon hayvan türünün sadece bir çeşidindeki, tek bir organının farklılığından bahsedildiğini hatırlatmak isterim. Şöyle düşünebilirsiniz: Bir santimetre boyunda, şekil olarak birbirinin aynı olmayan 150 bin antenin anatomik ve morfolojik farklılığıyla beraber, fizyolojisi aşağı yukarı aynı olan bir duyu organındaki sanatları, her şeye gücü yeten Allah’ın (celle celâluhu) yaratması hakikatinden başka ne ile izah edebiliriz?
Pul kanatlı bu hayvancıkların rengarenk görüntüyü alıncaya kadar geçirdiği, “metamorfoz” denilen, hâlden hâle geçme devrelerinin (yumurta, tırtıl, pupa); akıllara durgunluk verecek mahiyette olduğu hepimizin malumudur. Bütün vücut kısımları, altı bacak, iki çift kanat, baş, hortum biçimli ağız aletleri gibi her şey, belli bir statik ve dinamik denge içindeyken; havada uçarken kanatlarının hangi matematik denklemlerine göre hareket ettiği hakkında tezler yazılırken bizler bunun farkında olamıyoruz. Organları belirli bir fiziki dengeye, dokuları da biyokimyevî içerik uyumuna sahiptir. Kısacık bir hayat döngüsünde (istisnalar hariç, iki ile dört hafta) beslenme ekolojisine katkıları tarifsizdir. Yarasalar başta olmak üzere çoğu kuş, kurbağa, tatlı su balıkları ve sürüngen gibi omurgalı hayvan sınıflarının besin kaynağı olan kelebekler, ilkbaharda bitkilerin tozlaşmasında da önemli bir görev yaparlar.
Başta böcekler olmak üzere birçok omurgasız türünde antenler, en önemli organlardan biri olup hayatî bir fonksiyona sahiptir. Çok hassas ve dengeli bir ölçümle baş kısımlarına monte edilen bu çubuklar hem kimyevî alıcı olarak kokuları hem de mekanik mahiyetteki ses dalgalarını algılayabilir. Bir çift sanat harikası olan petek gözlerin işleyişi, gece ve gündüz kelebeklerinde farklıdır. Gece kelebeklerinin beş km uzaktan hemcinsiyle iletişime geçtiği tespit edilmiştir. Hortumları sayesinde hem su hem de en sevdiği yemekleri olan bal özünü emerken nektarın tadını ayaklarıyla algılarlar.
Karıncaların Tokalaşması (Antenleşme)
Söz antenlerden açılınca isterseniz biraz da karıncalardan bahsedelim. Karıncalar inanılmaz bir iletişim ağına sahip varlıklardır. Kuş dilini çok duymuşsunuzdur. Peki, karınca dilini hiç duydunuz mu?
Koyunlar kuzularını kimyevî bir salgı olan kokularından tanır. Aynı özellik karınca milletinde de vardır. Aynı yuvanın elemanları birbirini “antenleşme” ile tanır. Yolunu şaşıran bir karınca, başka bir yuvada yaşayamaz ve oradan kovulur. “Anten tokalaşması” her karınca topluluğunun parmak izi gibidir. Karıncaların antenlerinin birbirine dokunmasıyla iletişim başlamış olur. Kimyevî sinyaller birbirlerine aktarılır. Sinir sisteminde yer alan iki sinir hücresi (nöron) arasında kurulan sinaps boşluğuna salgılanan kimyevî maddelerin (nörotransmitter) tek yönlü impuls (uyarım) aktarımı gibi, karıncaların antenleri arasında da benzer bir iletişim, çift yönlü olarak gerçekleşir. Anten aracılığı ile kimyevî bilgi aktarımını elde eden bir karınca, arkadaşlarının kimyevî izlerini takip ederek yuvasına ulaşır.
Ayaklarımızın altında dolaşıp duran karıncalar, gıda zincirinin olmazsa olmaz birer elemanıdır ve ekolojik dengede önemli bir yere sahiptir. Görme duyuları olmayan termitler ise karıncalara benzemekle beraber, çok farklı hayvanlardır. Bütün sosyal ve fizikî iletişimlerini antenleriyle yaparlar. Gözleri olmadığı için kimyevî salgı kabiliyetleri çok daha hassas yaratılmıştır. Vücutlarını koruyan kitin örtü tabakasından salgılanan, hidrokarbon temelli özel bir maddeyi, termitler doğrudan antenleriyle algılayabilirler. Sosyal böceklerden olan termitler, kraliçelerinden talimat alıp uygulamayı, eş bulmayı, yuva yapma ve yuvanın yerini bulmayı, antenleri aracılığıyla gerçekleştirirler.
Karıncanın, arının veya sineğin de hayat sahibi ve yaşama hakkına sahip olduğunu bilen, bu yüzden de tarihe “karınca ezmez efendiler” kazandıran kutlu bir İslâm medeniyetinin ferdi olmak için, her varlığa ibret nazarıyla bakmaya ve sergilenen sanattaki Yüce Rabbimizin isim ve sıfatlarını okumak üzere mevcudatı temaşa etmeye değmez mi? Yaratan güzel olunca, yaratılan da münezzeh bir hüsne ayna olur. Güzel görünce, güzel düşünme ufku kazanmak ve hayatından lezzet almak da böyle bir şey olsa gerek. Hangi bilimle meşgul olursak olalım, gözlerimizin hakkını vererek, akıl-kalb izdivacından doğan marifetullah meyvesini elde etmek için, insan olmanın alameti olan tefekkür ibadetini yapmak çok zor bir iş midir?