Bir mutlu son hayali kuruyorum. İnsana, tabiata ve kâinata dair. Sevdiklerimize, sevenlerimize ve ötekilere dair. Dünya, kabir ve ahiret hayatına dair. Hayal sahnemde perdeler, ihtişamlı bir sadeliğin renkleriyle bezeli. Her hayal bir gerçeğin kapısını aralar inancıyla çıkıyorum yola ve selam duruyorum “İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” diyen şaire.
Bir mutlu son hayali kuruyorum. Gözlerimde ötelerden parıltılar, sözlerimde âb-ı hayat ıslaklığı, dizlerimde Kaf Dağına tırmanacak derman. Elimde tuttuğum kuru gül dallarını yeşertecek, dilimdeki hüzünlü besteleri neşeli neşidelere dönüştürecek ve tenimde tomurcuklanan ter damlalarını mâ-i tesnîme kalbedecek bir mutlu son hayali.
Dağlar yeşillensin, ağaçlar yemişlensin diye bir müddet hüküm sürdü kış. Zalimler, adına kara çaldılar, fırtınalar estirmek için. Baharı ertelemek uğruna “kara kış” dediler ona. Biz aldırmadık, “beyaz rahmet” dedik. “Hoştur bana Sen’den gelen.” ufkuna doğru at koşturduk. Baharın müjdecisi bildik onu. Son devrin “som baharı” belledik. Baharı bekleyen kumrular gibi bekledik. Beklemekten bir anıt oldu kalbimiz. Dualarla kanatlandı, zirvelerden zirvelere uçtu, sükûna ermiş sinelerde yuvalandı. Son devrin mazlumları, son devrin masumları, son devrin som baharını inşa etsin ve yaşatsın diye. Öyle bir mutlu son hayali.
Bir mutlu son hayali kuruyorum. Adaletin adı “Ömer Terazisi” olmuş. Zalimlerin, münafıkların sıfatları alınlarına kazınmış. Ar damarı çatlamışlar saf saf olmuşlar bir teşhir meydanında, vicdanını satmış kadılarla yan yana, kol kola. Şöyle bir bakıp geçiyorum. Oyalanmaya değmez diyorum. Zira yolumuzda yaşanacak nice güzellikler var. Yola koyuluyorum.
Dilimde dualar ve hayalimde mutlu son tasvirleriyle yola koyuluyorum. Gözlerim ufuklarda, adımlarım ritmik, hesaplı ve mutedil yürüyorum. Gündüzü, geceyi, güneşi, ayı, yıldızları, kâinatı var edene hamd ediyorum. Sabrın, şükrün ve nimetin cenderesinden geçtik; daha da geçeceğiz. Yunus yana yana yürüdü, Mevlâna döne döne, şair kana kana. Ben ise dura dura yürüyeceğim. Her duraktan bir nasip alma arzusu ile. Zulmün mimarlarını hakikî adalete havale edip yola revan olacağım.
Bir mutlu son hayali kuruyorum. Sevdiklerimizle kol kola yürüyorum. Yolun sonunda Firdevs… Görmüyorum, ama biliyorum. (Mevla yanıltmaz inşallah!) Nefeslerimizde rıza akordu… Soluklarımız geçtiğimiz her yerde izler bırakıyor. Kâh bir meltem gibi esiyor, kâh susuz toprakları yeşertiyor. Bulutlar, göğe yükselen dualardan süzdükleri rahmet tecellilerini bir hidayet örtüsü gibi üzerimize seriyor. Yıllar geçiyor, torunlarımıza asrî masallar anlatıyor ebeveynleri; bugün yaşananları. Bizler kabirlerimizden tebessüm ediyoruz duyduklarımıza. Bir varız, bir yokuz ya dünya adına. İşte öyle de hep varız ve hep var olacağız bâkî hayatta. “Minnet Hüdâ’ya devlet-i dünya fenâ bulur/Bâkî kalır sahife-i âlemde adımız.” Selam olsun devr-i Kanunî’nin büyük şairine!
Bir mutlu son hayali… Pirelerle develer kardeş. Yoksulluk fikri yok olmuş. İnsanlar ölmeden ölmüş. Kalpler cilalanmış, dualarla. Dünya hayatının bir eğlenceden ibaret olduğunun farkında herkes. İblis işsiz kalmış, sinek avlamakta. Melekler rahmet taşıma, muştu ulaştırma telaşında. Atmosfer yoğun bir dua tabakası ile örtülmüş ve kıyamet alametlerini öteleyen bir perde olmuş. Kem sözler köhne kitaplarda kalmış; anlamları unutulmuş. Arabalar sevgi otobanlarında seyrediyor. Gemiler sevgi okyanuslarında yüzüyor. Uçaklar sevgi göklerinde uçuyor. İnsanlar hakiki aşkın havasını soluyor. Saatler yalnız hakikati gösteriyor. Her nesnede, her işte, her oluşta ilahî bir cilve temaşa ediliyor. Gözler Rabbin tecellilerini görmeye aşinalık kesbetmiş. Kitaplar kutsalın sözcüsü. Kalemlerde münacat mürekkebi.
Kalplerde ötelerin esintileri, dillerde sinelerden süzülen kelimeler. Her olay ve nesne hemâhenk. İnsanlar “kalûbela”dan beri dost. Dostluğun hakiki anlamı ile dost. Zaman bir yandan derviş sadeliği ile bir yandan da maratoncu azmiyle akıyor. Mekân efsunkâr güzelliklerle lebalep, sonsuzun dünyevî frekansından görüntüler aksettiriyor. Suyun, ateşin, havanın, toprağın mahiyeti gündüzün ve gecenin uhreviliğine bulanmış. Ezgiler, hoş sedalarla iç içe. Kâinat bir zerreye sığışmış. Tohumda başak, damlada derya, gölgede güneş perdelenmiş. İnsanın aklı ve gönlü, küllî hakikatleri, cüz’i varlığında temaşa etmiş. Sırların sırrına ermiş.
Hayat bir deveran içinde hep daha güzele, daha iyiye, daha yararlıya ve daha âlâya doğru akıp gidiyor. İnsan hayatın, inziva insanın içinde. Türlü güzelliklerin büyüsü ile sarhoş olmayan, serkeşliğe dalmayan, zıvanadan çıkmayan; O’nu düşünen, O’nu konuşan, her şeyi O’na mâl eden, el açan, diz çöken ve O’ndan medet dilenen, şükreden toplum… Ferdiyle, ailesiyle, kentiyle, ülkesiyle ve bütün yeryüzü ile O’na dilbeste toplum. Bir yeryüzü toplumu. Bir yeryüzü cenneti. Son kere. Ne olur, ne olur Allah’ım! Bir kere daha!
Bir mutlu son hayali kuruyorum. Razı olmasını dilediğimizin yolunda yürümeye tâkatim yettiğince gayret ediyorum. Yolun sonunu değil, yolun güzelliklerini temaşa etmeyi yeğliyorum, ama yine de yolun sonu aksediyor hayal perdeme. Ateşe uçan pervaneler birer cennet köşküne konmuş. Altından ırmaklar akan… Salih amel yolcuları, yolu uzatmış da uzatmış. Mutluluk son bulmasın diye. Sekiz kapı birden açılmış. Sevdiklerimiz ve sevenlerimiz ile kâh baş başa kâh karşı karşıya sohbete dalmışız.
Bir mutlu son hayali kuruyorum. Dertleri, tasaları, nâdanları, hainleri, zalimleri, zorbaları unutuyorum. Mutluluktan uçuyorum.
Nedir hayali gerçekten farklı kılan? Gerçeğin üzerindeki bir örtü değil midir hayal? Üfleyince kımıldayan, çekiştirince üryan kalan. İnsan tâkatini aştığı noktada pür gerçek oluverir ham hayaller bile; Yaradan’ın “Ol!” emri ile.
“Ol” de Rabbim! Hayaller gerçeğe dönüşsün. Kuyulardan umutlar taşısın çıkrıklar. Kapılar açılsın. Duvarlar şeffaf, yollar hıyâban olsun. Yıkılsın zulmün kadim saltanatı. Kırılsın zalimin kılıcı. Rabbim! Sen “Ol” dersin ve olur. Kaldır hayallerimizin üzerindeki perdeyi. Hayallerimizi gerçek kıl. Bizi hakiki insan, salih kul eyle!