Memleketi bir bir geçiyordu kadınlar,
yolda düşenleri hatırlayıp
ayak izlerine basmıyor,
aynı ağacın altında dinlenmiyor,
aynı pınardan su içmiyorlardı;
ki onlar gibi bu yolculuk bir son olmasın,
ki gitmeyi kabullenememişken henüz,
ardından gelenlere bir acı anı daha kalmasın.
Geçerken ana vatanından,
uyanmasın diye kucağındaki yavrusu;
gözyaşlarını bırakmıyorlardı kuru pınarlarına.
Oysa içlerindeki çağlayanda bir vatan çırpınıyordu;
ellerinden tutan, kıyıya çeken de yoktu…
Memleketi bir bir geçiyordu adamlar,
sevgileri çocuklarının üzerine bir örtü;
dalgalanıyordu Meriç’in sularında.
Yürekleri namlunun ucunda bir serçe,
ha çıktı ha çıkacak yerinden.
Ne zaman ki adım atarken karaya,
karışıyordu yol boyunca tuttukları nefesleri havaya.
Aynı yolu geçemeyen onlarca insana
selam veriyorlardı;
bir sudan öteye, bir de suyun altına…
Memleketi bir bir geçiyordu çocuklar,
ne olduğunu anlamadan.
Daha sokaklarda yeterince koşmadan,
bahar gelmiş kırlarda henüz oynamadan,
elleri annelerinin avuçlarında;
kimileyin kucağında babasının,
kimileyin sırtında.
Karanlıkta gözlerini kapayarak korkuyla
çamurlara bata çıka.
Neden gittiğini, nereye gittiğini
ve ne zaman döneceğini bilmeden
belki bir oyun sanarak,
belki de fark ederek annesinin gözlerinden
babasının suskunluğundan her şeyi…
Memleket bir bir geçiyordu insanlarından!
Tertemiz beyaz çarşaf gibi alınları
ve nasırlı elleri..
Başkasının derdiyle dertlenen,
düşen olsa ilk o koşacak,
yüreği hep vatan diye çarpacak,
nereye gitse gönlü hep oraya akacak!
Memleket geçiyordu bir bir
nice kadın, nice adam ve nice çocuktan..